Annemin evinde rüyalarıma döndüm. Bir gece ansızın düşümden düştüm. Birinde karnavallarda kördüm; diğerinde bulutlarda kördüğüm. Annemin evindeki rüyamda annemin öldüğünü gördüm.
Annemin evinde çocukluğuma diz çöktüm. Bir ben varmış oyunlarımın hülyalı evreninde, kurmaca bir kâinatta yek başıma kendime çözüldüm. Arkadaşlarım, kuzenim, babaannem ve ilkokul öğretmenim geçti içimden. Geçip gittiler, yine kendime kaldı gönlüm.
Annemin evinde babamı gördüm. Çekip gitmelerinin izini domatesli pilavla örten annemin evinde. Hiçbir yere ait olmayan bir adamı, yalnızlığının ortasında gördüm. Annem yoktu, pilav yoktu, domatesler dolapta çürüyordu. O gün, o salonda, o sessiz fırtınada; çaresiz bir kız çocuğuna döndüm. Kimselere göstermediğim yaralarım kanadı; kabuklarını ilmek ilmek söktüm.
Annemin evinde öldüm, bir kez daha… Sonlardan son beğendiğim gözyaşı kokulu maziden değil, sevgiye doyamayan gözü kara kâbuslardan değil. Bugünün pürtelaşında değil, yarının sayıklamalarında hiç değil. Varlığımın orta yerinden çatlayıp da içimden dışıma akan hüzne bakarak öldüm.
Annemin evinde kendimi gömdüm. Çaresizliğimi, kavruk yapayalnızlığımı bohçalayıp üstüne tatlı kokular sürdüm. Solmuş resimler, eskimiş şiirler, kurdelalı lüleler üfürdüm. Merasime gerek yok; ölümlerden dirilip bitiveren, başka bahara yeniden doğacak, başka kışa yine solacak bu sancılı döngü benim ömrüm.
Annemin evindeyim. Babamın gözlerindeyim. Babaannemin yemenisindeyim. Uzaklardaki dostumun ormanlara saldığı çığlıktayım. Yakınlardakinin unuttuğu dumanlı rüzgârdayım. Sevdiğimin koynunda, sevmediğimin boynunda saklıyım. Annemin evinde, çok çok uzaklardan kendime döndüm.