Doğu’nun İncisi Van

Neden ve Nereden?

Türkiye’nin en büyük gölünü ilk coğrafya derslerinden hatırlamayan var mı? Ben o zaman merak etmiştim ilk Van’ı. Ama sonra unuttum tabii; benim dünyama çok uzaktı. Sonra ortaokul yıllarımda halamın kocası, ailenin en büyük Enişte’sinin Van’lı olduğunu öğrendim. O gazla biraz sorguladım ama ne dedi hatırlamıyorum. Konu yine uzun süre rafa kalktı; taa ki annem emekli olup memleketi ve dünyayı gezmeye başladıktan sonra Enişte’nin mihmandarlığında Van’a gidene kadar. Zamanla memleketin zenginliklerini keşfetme merakım arttıkça hedef listemde yukarıya doğru tırmandı. Hele bir de Rezan Has Müzesi için Urartu sergisinin dijital içeriklerini hazırlarken ağzım iyice sulandı. Ama iş güç, tatil kıtlığı ve öncelikler Van’ın yolunu hep tıkadı. 

Zamanımın daha büyük bir kısmını gezi, keşif ve deneyimlere ayırdıkça destinasyonlar sadece hedef koyup planlama yaparak değil, spontane kararlardan da oluşmaya başladı. Ve Van, piyangoyu ucuz bilet kampanyasından kazandı! Gezgin arkadaşlarla indirimleri takip ederken yurt içi uçuşlarında Ekim sonu nereye gidilir sorusunun tam karşısındaydı. Dolayısıyla çok önceden alınmış biletlerimizle İstanbul havalimanından Van’a yaklaşık 2 saat süren bir yolculukla vardık.  

Van’da Görülecek Yerler

Üç gece üç buçuk günlük gezide bu kadar çok yerin hepsini birden gezebileceğimizi sanmıyordum. Hele bir de Ekim sonunda ve ülkenin epey doğusunda havalar iyice erkenden kararmaya başlamışken. Ama seyahat etmeyi hayatlarının ortasında tekrar öğrenci olmayı göze alacak kadar çok seven tarih ve arkeoloji tutkunu arkadaşlarımla mükemmel bir ekip oluşturduk. Erken kalkan yol aldı; hem dolu dolu gezildi, hem göl tavaf edildi, hem de yerel lezzetler kapasitemizin sınırlarını zorlayacak miktarda tüketildi. 

Gezi rotamızın başlıklarını kronolojik sırada veriyorum. Biz zamanı çok verimli kullandık; belki tekrarlamak istersiniz… 

  • Van Müzesi: Geziye buradan başlamak harika bir karar oldu… Bölgenin tamamından çıkarılan eşsiz kalıntıları görmekle kalmadık; Van’ın heybetli atası Urartular başta olmak üzere tarihi, coğrafyası ve kültüründe sırılsıklam ıslandık. Böylece gezimizin geri kalanını kolaylıkla sıraya koyup gittiğimiz yerlerde gördüklerimizi çok daha iyi anlamlandırdık. 
van müzesi 1
van müzesi 2
  • Tuşpa Kalesi: Urartu krallığının MÖ 9. yüzyıldan yıkılışına kadar başkenti Tuşpa, yeni Van’ın atası. Merkezin hemen yanı başındaki Kale de bölgenin tümüne hakim, heybetli bir tepeden şehri, gölü ve etrafını saran dağları izlemekte. Kale girişi pek çok ören yeri gibi Müzekart ile ücretsiz; üstelik fiziksel karta gerek yok, telefonlarımızdaki aplikasyondan barkod oluşturup kolayca girdik. Surların eteklerindeki kapıdan girdiğinizde yukarı tırmanan yolu çıkmak sadece manzara için bile değer. Maalesef kale içinde çok fazla gezecek kalıntı yok. Ama asıl cevheri dönüş yolunda suyu takip ederken bulduk. Üst üste binen tüm medeniyetlerde olduğu gibi burada da Urartu duvarlarının üzerine Selçuklu ve Osmanlı dahil pek çok ekleme yapılmıştı. Hangi duvarın en eski olduğunu tartışırken kafeteryanın yanındaki yoldan şahane bir köşe keşfettik. Hem Urartu sur duvarlarından sağlam kalan koca bir kütlenin kenarındaki çivi yazıları hem yanındaki muhteşem salkım söğütler hem de içeri doğru süzülen yolun masalsı güzelliği ile büyülendik. Üstelik fotoğraf çekmek için de harika bir noktaydı. 
van kalesi 1
van kalesi 2
  • Çavuştepe: Urartu’nun mühim kalıntılarından biri Çavuştepe’ye hem zamanına göre olağanüstü hassaslıkla inşa edilen taşlarındaki çivi yazılarıyla büyüleyici tapınak kalıntısını görmek hem de onun kadar ünlü Mehmet Kuşman ile tanışmak için gittik. Van’a vardığımız gün müze ve kaleden sonra vakit kalınca soluğu burada aldık. Muradımıza da erdik… Van’ın bir başka yüzü olan bozkırlarla, çıplak dağlar ve yeşil vadilerle çevrili bu muazzam tepeden doğanın ve tarihin nefesini içimize çektik. Çivi yazılarının üzerinde parmaklarımızı gezdirdik. Halen devam eden kazı çalışmalarında daha kim bilir neler çıkacağının spekülasyonunu yaptık. Ve en sonunda Mehmet Amca ile tanıştık. Aslında ören yerinin bekçiliğini de yapan meşhur Urartulu ile girişte selamlaşmıştık; ama hele bir gezin gelin öyle konuşuruz demişti. Biz de dönüşte kalıntıların eteğindeki taş binada, Mehmet Amca’nın atölyesini gezip hikayesinden kupleler dinleme fırsatını kaçırmadık. Merak edenler araştırabilir veya baş kahramanlarından biri olduğu Enver Şengül’ün kitabı Kayıp Zamanın Bekçisi kitabını okuyabilir. Zira kendi kendine Urartuca öğrenen, bu kayıp dili dünyada bilen az sayıda kişiden biri olmakla kalmayıp, konuşabilen nadide bir cevher Mehmet Kuşman. Sohbet etmekten gururlu; atölyesinden aldığımız kitapların içine Urartuca isimlerimizi yazınca ayrı bir heyecan duyduk. Sırf bu çakır gözlü, siyah çivi yazılı madalyonlu aydınlık ruhu tanımak için bile gidilir. Ama sezon dışı orada olmayabilir, dikkat edin. Zira kendisi ulusal ve uluslararası kongrelere, etkinliklere çağrılıyor sürekli. 
çavuştepe 1
çavuştepe 2
çavuştepe 3
çavuştepe 4 mehmet amca
  • Van Gölü Rotası: Kaba bir hesapla gölün etrafında arabayla toplamda 5-6 saat sürebilecek bir yolu, gezi rotaları ve molaları ile bir günde tamamlayabilmek için yola sabah 6.30’da çıktık. Muhteşem güzellikle manzaralar eşliğinde kah dağ eteklerinden kah su kenarından giderek Tatvan’a vardık. Rotamızın mühim noktalarından biri Nemrut Krateri’ne (bu o ünlü Nemrut Dağımız değil ikincisi) Tatvan çıkışından saptık. Krater yolundan Tatvan’a geri dönüp oradan Ahlat, Adilcevaz, Sodalı Göl ve Eriş üzerinden Van’a geri döndük. Gün boyu içimizi ısıtan güneş suyun üzerinde kıpkızıl bir gökte kaybolunca hava birden soğudu ve yemek yemeye içeri kaçtık. 
van nemrut krateri
  • Nemrut Krater Gölü: Türkiye’nin değil dünyanın en büyük volkanık krater göllerinden biri olan bu eşsiz yeri görmek zorundayız dedik. Hakikaten de tırmanışa değdi… Taş döşeli yolu çıkarkenki göl manzarasından başlayıp kraterin içine girdiğimiz anda kar kaplı yamaçlardan yeşil vadilere, taşlık kıyılardan mavi göl ve göletlere kadar bütünüyle nefes kesici bir güzellikte. Su kenarında birkaç noktaya kadar giden yoldan araçla ilerleyebileceğimiz kadar gittik. Yıllar önce burada doğaya salınan ayıların ününden ve kışa girerken saldırgan olabileceklerinden korkarak yayan dolaşmakta çok da ısrar etmedik. Ama ayna gibi gökyüzünü yansıtan berrak sularından kraterin kenarındaki kartopu savaşına kadar harika bir deneyimdi. 
van nemrut krater gölü
  • Ahlat: Göl kıyısında sevimli bir yerleşke olan Ahlat, en çok Selçuklu dönemi kalıntıları ile meşhur. Üstelik yeni yapılarda bile yöreye özgü taşlarla kaplama yapıldığı için özgün görüntüsü bozulmamış. Van’da pek çok yere örnek olabilecek bir koruma ve imar çalışması.
    • Arkeoloji Müzesi: Küçük ama sevimli müze kısa bir ziyareti hak ediyor. Zaten mezarlıkların hemen yanı başında. 
    • Selçuklu Mezarlığı: Dünyanın en büyük eski Müslüman mezarlığı imiş burası. Ama kapladığı alanın devasa boyutu kadar, hatta ondan çok daha fazla etkileyici Selçuklu mezar taşları. Hepsi ince ince dantel gibi işlenmiş, kimi azamatli kimi sempatik boyutlarda dikdörtgen taş blokların her biri kendine has bir hikaye anlatıyor gibi. 
    • Kümbetler: Bölgenin en büyük ve en etkileyici kümbetleri  burada. En az birine gitmenizi öneririm; zaten gezmesi çok kısa sürüyor. Geometrisinden ışığa, toprakla dans eden renklerinden huzur dolu havasına kadar ziyarete değer. 
ahlat selçuklu mezarı
ahlat mezar
ahlat kümbet
  • Adilcevaz: Buradaki kalıntıları gezmeye vakit ayıramadık; ama muhteşem bir kahvaltı ettik. 
van süphan sodalı
  • Sodalı Göl & Süphan Dağı: Gölün güney kıyılarındayken tepesindeki bulutlarla daima bizi tepeden gözetliyor gibi duran Süphan Dağı, kuzeye gittikçe daha dost canlısı gözükmeye başladı. Karlı doruklarına yaklaştıkça, evin bir köşesindeki sessiz ama sağlam duran, az biraz korku ile karışık saygı duyduğum enişteme benzettim Süphan’ı… Hem çok yakın hem çok uzak, koruyan kollayan ama sırnaşmayan bir dev. Van Gölü’nün kenarında yancılık yapan bir gölet, Sodalı Gölün kıyısından baktığımızda biraz yıpranmış bir görkemle dalmış uzaklara bakıyor gibiydi. 
van süphan dağı
sodalı göl van
  • Ahtamar Adası: Van’ın en meşhur gözdesini en sona bıraktık. Üçüncü gün, şafakla birlikte olmasa da 8.30’da başlayan Ahtamar feribotlarına yetişmek için yine sabah erken yola çıktık. Güneş sırtımızı sıvazlarken virajları aheste aheste alıp Gevaş’ın az ilerisindeki iskeleye vardık. Saat 9 gibi bindik; yarım saate kalmadan adadaydık. Birlikte geldiğimiz tur grubu vesilesiyle teknenin 1.5 saat sonra dönmesine önce itiraz ettik. Ama uzun görünmesine rağmen o kadar zaman anca yetti. Gerçi yavaş yavaş, tadını çıkararak gezdik ama bıraksalar biraz daha bile kalabilirdik. Klisenin kendisi, yapısal olarak ve kabartmaları ile zaten çok etkileyici. Biraz da meraklıysanız ya da adadan eksik olmayan tur gruplarından birine kulak kabartırsanız hikayeleri de çok ilginç. İçerisi de etkileyici; özellikle orantılar ve küçük pencerelerden süzülen muhteşem ışık. Biraz Kars’taki Ani harabelerini andırıyor. Ama ada ile birlikte bütünüyle korunmuş olan bu nadide mücevher bir ayrı parlıyor. Kesinlikle yarım gün ayırmaya değer. 
ahtamar 1 tekne
ahtamar 2
ahtamar 3
ahtamar 4
ahtamar 5
ahtamar 6
  • Van Çarşı: Maalesef Van’da eski şehir diye bir şey kalmamış.. Ne eski bir çarşı ne korunmuş bir mahalle hatta yapı adası bile yok. Çok araştırıp soruşturduktan sonra “Van kilimi ya da hediyelik eşya nereden buluruz” sorusundan hareketle Rus Pazarını bulduk. Şehir merkezindeki bu birkaç sokaktan oluşan şimdiki adıyla Avrupa Halk Pazarı sayesinde eve elimiz boş dönmedik. Hatta aradığımızdan fazlasını bulduk; çünkü sadece incik boncuk satıyor gibi görünen birkaç dükkanda antika hazineler vardı. Arkadaşlarım en çok burada vakit geçirirken ben çoktan gözümü köşedeki kilimciye dikmiştim. Az bir pazarlıkla bavula sığdırabileceğim en büyük boyda harika bir kilimi uygun bir fiyata aldım. Bakırcılardan da birkaç hediyelik ve bir bilezik ile kotayı doldurdum. 

Gidemediklerimiz

Listemizde olmasına rağmen zaman kalmadığı veya biraz uzun mesafede oldukları için bir dahaki sefere bıraktığımız Van ve civarındaki diğer yerler de bunlar: 

  • Ahlat Harabe Şehir
  • Ahlat Madavans Vadisi
  • Kef Kalesi
  • Hoşap Kalesi
  • Muradiye Şelalesi
  • Dönemeç Şelalesi
  • Yedi Kilise & Yoncatepe Nekropolü
  • Süphan Dağı Trekking Rotası
  • Vanadokya Peri Bacaları
  • Van Başkale Akçalı Travertenleri
  • Bahçesaray
  • Hizan

Van’da Nerede Ne Yemeli?

Daha önce Van’a gidenler, orada yaşamış dostlar ile internet ve Google abinin desteğini aldık bu konuda. Hepsini deneyemedik ve denediklerimiz hepsi harika değildi. Ama Van gezisinin parlayan gastronomi yıldızları bunlar: 

  • Urartu Han: İlk geceki yemek o kadar lezzetliydi iki ikinci gece de buraya gittik. İlkinde yerel lezzetlerden tadımlık bir asorti olan Han Sofrası menüsüne soğan dolması ekledik; muhteşemdi. İkinci kez başka lezzetler denedik; hepsi leziz hepsi özel tatlardı. Kahvaltı konusunda başka bir yerde kötü bir deneyim yaşadıktan sonra son sabah kahvaltısına da buraya geldik. Gerçek Van kahvaltısını burada yedik; birkaç gün yetecek dolulukta midelerimizle uçağa binip eve döndük. 
urartu han sofra
  • Kuşhane: İkinci gecemizde kapalı gününe denk gelince son gece gittik… Çok aç değiliz, tatlı yiyelim diye sofraya oturup kalan yöresel yemeklerden en varsa götürdük. Küçük ama sevimli, özgün dekorasyonu ve zarif hizmeti ile kalbimizi kazanan harika lezzetlerle bizi mutlu eden özel bir yer. 
kuşhane sofra
  • Ahlat Sofrası: Ahlat’tan çıkıp gölün kuzeyine doğru yol alırken açlıktan ölmek üzereyken Adilcevaz’da görüp durduk. Kahvaltı saatini kaçırdığımız ve elektrikler de kesik olduğundan ne varsa onu yedik. Ama olanlar görünümde mütevazı ama çok çok lezzetliydi. Kavurmalı yumurta efsaneydi, ceviz ve ahlat reçelleri ise daha sonra bir daha yakalayamadığımız lezzetler oldu. 

Göl İncisi

Daha uçak gölün kenarındaki havalimanına inerken engin maviliği göz kamaştırıyor Van Gölü’nün. Kaleye tırmandığımız andan itibaren etrafı heybetli dağlarla çevrili bu mavi dev ruhumuzu sarmaladı. Kendimizi sürekli deniz kıyısında gibi hissediyorduk ama tam da değil. İkinci gün merak edip Van’ın rakımına bakınca jeton düştü; ortalama 1700 metre rakımda bir denizdi bu! Aynı zamanda hem yumuşak hem haşin hem sevimli hem biraz ürkütücü olmasının sırrı buradaydı. 

Okuduğumuza göre yazın bile çok sıcak olmayan gölün kıyıları hakikaten bölgenin sayfiyesi görevini görüyor. Bir de sıcak mevsimde gelip göle girmeye; hatta Adilcevaz tarafındaki kumsal sahillerden birinde keyif yapmaya karar verdik. Zaten gitmeye fırsat bulamadığımız pek çok doğal ve tarihi nokta kalmıştı. Serin şelaleler başta olmak üzere Van’ın bir de ıslak tarafına dokunmaya tekrar gideceğiz. Hem bu kez ünlü inci kefalini ne taze ne de çarşıda gördüğümüz etkileyici kurutulmuş haliyle tatma fırsatımız olmadı. Henüz kabukların ardındayken sessizce parlayacağı anı bekleyen Doğu Anadolu incisi Van’a tekrar daha uzun soluklu gelmek niyetiyle…

van çarşı
inci kefali kuru
Nemrut krater gölü kar

Sicilya Kazan Ben Kepçe

Sicilya zemin yatay

Yunan Kolonilerinin İzinde

İtalyan ana karasını çok çok eskilerde eni konu gezmişliğimden ileri, Sicilya’ya vakit kalmamasından beri içimde ukteydi bu Akdeniz adası. Yeni bir dostun daveti vesile oldu; bu yaz uzun soluklu bir programla Sicilya’daydım. Hem adanın altını üstüne getirdim hem de ana karada çizmenin topuğuna sıktım, burnunu deldim. 

Yunan kolonilerinin ilk kurulduğu uzak diyarlardan biri Sicilya. O yüzden Avrupa’nın en eski Helenistik kalıntılarına ev sahibi. Üstelik Akdeniz havzasının ortasında, güç ve göçlerin oyun alanı bu koca ada. Bu yüzden yüzyıllardır medeniyetlerin kaynadığı bir kazan olmuş; bizim Anadolu’ya göz kırpıyor. Dolayısıyla hemen kanımız kaynıyor, ısınıyoruz Sicilya’ya… hem ruhen hem de fiziken; zira sıcak ülke burası da! 

İstanbul’dan Sicilya’ya direkt uçuş benim gittiğim zamanda sadece Katanya üzerinden vardı; ben de oradan konuya girdim. Ama Palermo ile adanın en büyük şehirlerinden olan bu kenti gezmedim. Direkt olarak en eski ve en ünlü yerleşimlerden Siraküza’ya geçtim. Zaten davet edildiğim programın merkez üssü de burasıydı. Programın amacı ABD’li tasarım öğrencilerine Avrupa ve kültür aşısı yapmak amacıyla tasarım akademisi MADE ile bir yaz okuluydu. Ben de ev sahibim tasarımcı ve eğitmen Carey Watters davetiyle gözlemci rolünde ekibin Sicilya macerasına eşlik etme fırsatı buldum. 

Siraküza gece

Siraküza’da Yaşamak

Sicilya’daki en uzun konaklamayı Siraküza’da yapınca burası bir nevi evim gibi oldu. Kimi zaman adanın çeşitli yerlerine buradan günübirlik yolculuklar yaptık. Kimi zaman da bu aheste kentin ritmine kendimizi bıraktık. Bunun için de geçmiş zamanın patinasını sokaklarında, binaların cephelerinde taşıyan eski merkezde kaldık. Adanın ucundaki ada Ortigia bizim İstanbul’un tarihi yarımadası gibi. 

Karaya iki yan yana köprüyle bağlanan minik bölgede tamamen yaya dolaşmak mümkün. Hatta tavsiye edilir; çünkü araba problem. Hem Sicilya’nın deşifre etmesi zor park kuralları hem de kimi tek yön dar sokaklarıyla Sultanahmet’i aratmıyor. Biz de öyle yaptık… Katanyadan Siraküza’ya sık tarifeli bir otobüsle geldikten sonra kendimizi taksiyle dairemize atıp gerisini yayan yaşadık. Zaten her yer yürüme mesafesinde. Ekipçe organize edilen gezintilere de adanın kenarındaki duraktan topluca otobüslerle gittik. Sadece özel olarak gezmek istediğimiz yerlere giderken birkaç günlük araba kiraladık. 

Sicilya planı yapanlara hangi rotayı takip ederseniz edin bir yeri baz alıp oranın sokaklarına aşina olun, insanını tanıyın, yemeklerini tadın derim. Yani birbiri ardına boncuk gibi dizilmiş turistik yerleri sıraya koymaktansa bir merkez seçip beş duyunuzu oraya senkronize etmenizi tavsiye ediyorum. Ben öyle yaptım; sonuçtan çok da mutluyum. Üstelik adanın en ünlü yerlerinden çoğunu da görmeyi başardım. 

Sirküza sahil 2
Sirküza sahil  gece
Sirküza sahil 3

Önemli not: Sicilya’da zaman yavaş akıyor. Aceleniz varsa gitmeyin diyecek kadar sabır zorlayabilir. O yüzden hayatın ritmini onlara göre ayarlamakta fayda var. Aslında biz Türkler ile çok benziyor çalışma şekilleri. Hem ahestelikte, hem plansızlıkta hem de boşverme kapasitesinde. Ne de olsa Akdeniz ruhu; aynı iklimin çocuklarıyız. 

Bütün Sicilya ve güney İtalya rotamı yazının sonuna harita bağlantıları ile koyuyorum. Seç beğen al modeli yapabilirsiniz… Ama beni en çok etkileyenleri burada ayroca not düşmek istiyorum: 

  • Arkeolojik Park: İlk Yunan kolonilerinden biri olan eski şehrin kalıntıları yanında Roma döneminden de izler var. Ama en etkileyici tarafı aynı zamanda bölgenin inşasına kaynak sağlayan taş ocakları ile bu alanda yerleştirilmiş dev heykeller. Polonya asıllı İgor Mitoraj Koleksiyonun büyük kısmı Siraküza Arkeolojik alanında yer alıyor ve gerçekten çok etkileyici. Mitolojiden esinlenen ve özellikle İkarus’un başrolde olduğu eserler göz kamaştırıcı. Sicilya’da başka tarihi yerlerde de görülebilen Igor Mitoraj eserleri tarihin ve doğanın içinde ona ait, günümüze bırakılan izler gibi.  
Arkeolojik Park 1
Arkeolojik Park 2
Arkeolojik Park 3
  • Arkeoloji Müzesi: Çok ama çok eser var… Sadece bu şehrin değil adanın pek çok kalıntısı burada. Eserleri seçip öne çıkartmak yerine yığınlar halinde sergilemeleri beni çok etkilemedi açıkçası. Ama meraklısına tam gün mesai eder. Özellikle tarihin en güzel sikkelerinin teşhir edildiği özel salon görmeye değer. 
Ortigia Adası Sokakları 1
Ortigia Adası Sokakları 2
Ortigia Adası Sokakları 3
  • Ortigia Adası Sokakları: En az bir gün ayırın derim, ama ideali birkaç gün farklı rotaları deneyimlemek. Üstelik şehrin kenarında kayalıkların arasından Akdeniz’e dalabileceğiniz merdivenle inilen minicik plajlar var. 
  • Apollon Tapınağı: Zaten adanın girişinde, en turistik mekan; kaçırmaya imkan yok. İki dua bir niyet ediverin; ne de olsa kahin tanrının meskeni. 
  • Balık pazarı: Her güney İtalya ve Sicilya temalı gezinin olmazsa olmazı deniz ürünleri burada sahnede. İster hepsinden azar azar ister sırayla tadın. Ben külahta karışık kızartmalardan şarküteri tabağına kadar hepsini denedim; üzüldüğüm olmadı. Bir tarafı da turistik eşyalar satılan standlarla dolu. Fiyatlar normal; zaten aşağı yukarı her yerde aynı. Yalnız pazar her gün sabah erken kurulup öğleden sonra toplanıyor; akşama kalmayın. 
  • Kukla Müzesi: Mini minnacık bir özel müze. Siraküza’ya özel kukla modellerinin tarihçesi ve en güzel örneklerini görmek için ideal. Bir de gösterisi var ama ben ona gitmedim. 
Siraküza kuklaları
  • Kale: Uzaktan bir kale daha, gördüm içini gezmeye gerek yok izlenimi bırakıyor. Birkaç gün de o yüzden sıra gelmedi gitmeye; ama girince iyi ki dedim. Hem adaya harika bir bakış hem de yüksek tavanlı ana holdeki tonozlarda volkanik taşları görmek etkileyici. Burada da sanat eserleri serpiştirilmiş; bir iki saatini ayırmaya kesinlikle değer. 
Siraküza Kalesi
Siraküza sahil 1
San Giovanni Yeraltı Mezarlığı
  • San Giovanni Yeraltı Mezarlığı: Aynı kafayla bir başka yer altı mezarlığı daha, gördüm bunları deyip geçme potansiyelimi ucundan sıyırdı. O kadar büyük o kadar etkileyici ki iyi ki kafaya kaskı takıp yarım saatlik turlardan birine dalmışız dedik. 
  • Piazza Santa Lucia bit pazarı: Annemin izinden bit pazarı delisi oldum; her gittiğim şehirde kovalıyorum. Ama bu başka güzel! Öyle ki iki pazar üst üste gittim. Sadece pazar sabahları kurulup öğleden sonra yine seyrelerek kapanıyor. Eskiler, antikalar, döküntülerle birlikte keşfi bekleyen nadide parçalar burada. Ben eski çizgi romanlardan İtalyan orijinaller, birkaç eski takı ile bir iki de yeni elbise aldım. Zira eski eşyalar bir yanda, yiyecekler bir yanda, bir köşede de bizim pazarlar gibi yeni malzemeler var. 
  • Madonna delle Lacrime Katedrali: Bu nispeten yeni, modern katedrali biraz da mesleki meraktan ziyaret ettim. Faşist İtalya’nın modern zamana geçişinin devasa bir anıtı gibi. İçindekilerden çok binanın kendisi ve o piramidal yapının altında hissettirdikleri etkiledi. Zevk meselesi, isteyene değişik bir atmosfer. Altındaki minik müzede Katolik mucizelerinden birinin hikayesi ve anılarını da görebilirsiniz. 
Madonna delle Lacrime Katedrali 1
Madonna delle Lacrime Katedrali: 2

Gördüklerin Senin Olsun Yediklerini Anlat 

  • Eski bir avluda geleneksel Sicilya sofrası,  ekonomik menü sıcak esnaf

Il Cortile di Archimede-Bistrot Ristorante in Ortigia Siracusa 

https://maps.app.goo.gl/pBUPLgsrHvZSwZjE7

Bir şarküteri tabağı bu kadar lezzetli ve estetik olabilir… Herşeyden biraz ve hepsi enfes! Yediklerimizin en iyisi. Yerel şarap ve biralar da hem uygun hem lezzetli 🤌🏼 Biz o kadar sevdik ki ertesi gece de gittik. Mürekkep balığı mürekkebi ve kalamarlı arancino Sicilya’da yediklerimin en iyisi. Göz ve karın doyurucu büyük şarküteri tabağında da var.

https://maps.app.goo.gl/8cyfJ9oku2ovcYdNA

İnce detaylarına kadar düşünülmüş nefis mekan, lezzetli yemekler ve sofra şarabı.  Biraz pahalı diğerlerine göre.  

https://maps.app.goo.gl/hpKzoja3tuvxb4GK6

  • Sicilya sokak lezeeti Arancino için burası:

Antica Giudecca – Pizzeria, Biscotti, Arancini, Take Away

Fırın gibi düşünün ,  iki masasi var ama slip elde yemelik aslında.  

https://maps.app.goo.gl/W5f6yzhNCw1kP8Md8

Dondurmacılar:

https://maps.app.goo.gl/wCh6Y5EnKfMuqLgt5

https://maps.app.goo.gl/9encpDhUxbFZvoo27

Sicilya’nın Mücevherleri

Adanın en kozmopolit, en fıkır fıkır kaynayan şehri Palermo’yu rotada da yaptığımız gibi sona bırakıyorum. Onun dışında bir kısmını kalabalık bir grupla topluca gezdiğimiz en turistik noktalardan kendi başımıza arabayla keşfettiğimiz güzellikler bunlar: 

Taormina 

Çok dik bir yamaçta inşa edilen kent Sicilya’nın en turistik yerlerinden. Hem düzgün restore edilmiş Yunan / Roma Tiyatrosu ve etrafındaki kalıntıları hem dokusu korunmuş sokakları hakikaten etkileyici. Ama ne o lüks markaların donattığı yayan cadde Corso Umberto ne de görmemiş turistlerin heyecanla kameralarını uzattığı cephelerdeki balkonlar kendimden geçmeye yeterli değildi. Evet, gidip görmeli ama bir gün yeter. Özellikle yaya trafiğinin sıcak güneşle kaynadığı kısmı bana itici bile geldi. Tam bu karmaşadan kaçmaya çalışırken sığındığımız Villa Comunale di Taormina bahçeleri cennet gibi bir esinti oldu. Hem Roma kalıntıları ile bezeli hem de harika yeşillikler içinde; üstelik manzara da şahane. 

Özellikle araştırıp gittiğimiz fırınımsı kafe bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Arancinolarımızı burada yedik; en çok ıspanaklı peynirliyi sevdik: Rosticceria Da Cristina 2https://maps.app.goo.gl/AdqrKJGLmDWdgR1H6 

Taormina tepelerinden sahile teleferik de varmış. Biz arabayla yılan kavisli yolları inip de deniz kıyısına varınca gördük. Ama ünlü birkaç plajından birinin karşısında yürünebilir bir ada var: Isola Bella adasında bir de şapel var. Suyu serin ve taşlık, halk plajı da var denize sıfır tesisler de ama bunlar biraz cüzdan yakan cinsten. 

Taormina 1
Taormina 2
Villa Comunale di Taormina

Agrigento – Valley of Temples 

Bu Tapınaklar Vadisini görmeden Sicilya’dan dönmeyin; nokta. Dönemin Yunan kolonileri arasında en zengini olan Agrigento, bir tepenin üzerine şu anda yedi tanesi ziyaret edilebilir ölçüde restore edilmiş heybetli tapınaklar yapmışlar. Yine bir Igor Mitoraj eseri olan düşmüş İkarus ile renklenen antik yolda ilerlerken etkilenmemek mümkün değil. Anadolu mirasımızın ne kadar ihtişamlı, zengin, derin ve kadim olduğunu fark ediyorsunuz ayrıca. Her Avrupa gezimde olduğu gibi burada da yine memleketin kültür ve doğa mirasının hak ettiği önemi, dikkati, ilgiyi görmemesi yüreğimi cız ettirdi. 

Agrigento - Valley of Temples 1
Agrigento - Valley of Temples 2

Villa Romana del Casale

Heyelan nedeniyle toprak altında kaldığı için bütünsel olarak korunmuş bir Romalı malikanesi Villa Romana del Casale ve çok da güzel restore edilmiş. Bizde tillahı var bunların, demeyin, gezin görün. Zeugma gibi tarihin penceresine göz kırpan nitelikte mozaikler var. Özellikle bikinili kızlar çok popüler ve ünlü. Ama ben mitolojik hikayelerin ve egzantrik hayvanların sergilendiği büyük salonu daha çok sevdim. 

Villa Romana del Casale

Etna National Park 

Başka ne zaman aktif bir yanardağa bu kadar yakın çıkabilirsiniz? Nadide bir doğa parçası ve Etna Milli Parkı’nın çok bilinçli, donanımlı rehberler eşliğinde yürüyüş yapabileceğiniz nefis parkurları var. Hem manzara efsane hem de farklı dönemlerde patlayan Etna’nın püskürttüğü taş parçalarının toprağı kaplayan farklı tonlarda örtüsü büyüleyici. Kendine has bir iklimi var, tedarikli gitmeyi öneririm. Turistik malzemelerin, volkanik taşlardan süs eşyalarının satıldığı minik ahşap binalardan bazılarında kafeteryalar da var. Bizim durduğumuz yerde Etna likörleri de satılıyordu. Kırmızı %70 alkol oranlı şişeden daha fazla almadığıma pişmanım; o ne lezzet yahu! 

Etna 1
Etna 2
Etna 3

Noto

Bir başka zengin şehir daha… Ama bu daha yenice. Barok mimarinin mücevher gibi binaları, malikaneleri ile süslü bu küçük şehirde sokakları dolaşmak, birkaç binanın içini gezmek için birgün ayırmanızı tavsiye ederim. Bizim gittiğimiz gün tesadüfen klasik arabaların turu buradan geçiyordu! Aman ne keyif ne şamata bu filmlerden çıkma araçların içine kurulan teyzeleri amcaları izlemek el sallamak! Şansımız hem zamanlama hem de lezzet durağı bulma konusunda on ikiden vurdu… 

Noto araba
Noto 1
Noto 2
Noto 3

Efsane arancinolar burada: Fıstıklı ve peynirliye bayıldım… Rosticceria Palermitana Arancina Planet – https://maps.app.goo.gl/Gv99U1e6jV2nx7FP6

Hayatımda yediğim en güzel dondurma buradaydı: Rikottalı ve fıstıklı deneyin… Caffè Sicilia – https://maps.app.goo.gl/bax5kVj3sKRDEokv6

Dondurma Noto

Modica

Bu küçük şehir ise adanın içlerine doğru üç derin vadinin birleştiği bir kavşakta kurulmuş. Dik yokuşlardan ziyade merdivenli sokaklardan tırmanıp yine barok mimaride güzellikleri ve vadinin manzarasını içinize çekebilirsiniz. İtalya’nın en eski soğuk pres çikolata imalatçısı ve çikolata müzesine ev sahipliği de yapıyor. Her ne kadar yediğim en güzel çikolata diyemesem de buradaki kaliteli lezzetlerden alışveriş yapabiliyorsunuz: Antica Dolceria Bonajuto – https://maps.app.goo.gl/KyXWCRmxsvNeLmEY8 Bence şehre yarım gün yeter; ama ince ince gezerseniz ve tepelerin hepsini tırmanırsanız bir gün anca. 

Modica

Marzamemi

Burası aslında küçük bir balıkçı kasabasıymış; ama eski dokusu korunmuş minnacık meydanın etrafındaki balık lokantaları ile ün salmış. Bize tavsiye edilen restoranda mükemmel balıklar, karidesler ve kalamarlı makarna yedik: Al Boccone – https://maps.app.goo.gl/cJbZX7dMA7JKcnEJ8 

Ortaya Karışık Palermo

Adanın en kozmopolit, en fıkır fıkır kaynayan şehri demiştim… Palermo’nun göbeğinde, o ünlü pazar yerinin tam ortasında kalmamız da kaosu dolu dizgin yaşamaya vesile oldu. Yol arkadaşımın daha önce pek çok kez yaptığı bir yöntemle ekonomik ve temel ihtiyaçları karşılayan, temiz bir konaklama ümidiyle Chiesa del Carmine Maggiore Manastırı misafirhanesine geldik. Manastır Konaklamaları Avrupa’da, özellikle İtalya’da oldukça kullanılan bir yöntem. 

Chiesa del Carmine Maggiore Manastırı 1
Chiesa del Carmine Maggiore

Genellikle misafiri üzmeyen, ama konfor seviyesi düşük ortamlar olurmuş ama bu kez biz biraz tufaya düştük. Çünkü bina eski, çarşaflar tül gibi ince, temizlik vasat, konfor seviyesi ortalamadan da aşağıda idi. Üstelik sabah 6 sularında başlayan pazar kurulumu tantanası akşama kadar bağırış çağırışlarla, kimi zaman müzik ve danslarla devam ediyordu. O yüzden tavsiye ederim diyemiyorum ama değişik bir tecrübe oldu. Çünkü odadan çıkıp wifi internet çeken tek alan avluya geçince ortamın pitoresk güzelliği ve dinginliği doğal bir aydınlanma hissini taşıyordu. Kiliseye ve çan kulesine direkt bağlantı ile bu ulvi hisleri daha da güçlendirmek mümkündü. Kruvasan, reçel, yoğurt ve kahveden ibaret kahvaltı yakalayabileni belki doyurabilir ama Sicilya lezzetlerinin dört bir yanı sardığı bölgede tatmin etmesi pek zordu. O yüzden kahveyi içip pazardaki satıcılardan ve dükkanlardan yemeyi tercih ettik. 

Palermo’nun sokak lezzetleri ile ünlü bölgesi aynı zamanda eski kentin yahudi mahallesiyle birleşiyor. Biz de ilk günü Sokak Yemekleri Turu alıp yöreye has tatları rehber eşliğinde gezip yedik. Yarım günlük yürüyüşte ara ara sofralara ara ara da ayakta atıştırmalıkları yuttuk. Kalan zamanımızı da pazardan alışveriş yaparak geçirdik. Burada belirtmeden geçemeyeceğim; çeşit çeşit ricotta peynirleri efsane!

Elbette Palermo’nun baş tacı turistik noktalarının çoğunu gezdik. Bunları lokasyon listesinde de ayrıca paylaşıyorum. Ama şunu söylemeliyim ki Norman Sarayı ve içindeki ünlü şapel beni büyüledi… Böylesine güzel ve şahşahalı mozaikler görmemiştim gerçekten. Üstelik tavanı mukarnas süslemenin şov yaptığı bir işçilikle ziyaretçileri büyülüyor. Ayrıca sarayın kendisi ve içindeki koleksiyonlar da çok iyi, gezmeye değer. 

Norman Sarayı 1
Norman Sarayı 2

Arkeoloji müzesi ve özel koleksiyon müzeleri de güzel, Siraküza’dakinden daha iyi sergileme ortamı. Binanın kendisi de çok keyifli, antik kentlerde yaşamı da daha iyi hissedebiliyorsunuz. Dev Palermo Katedralini özellikle barok mimari görmekten sıkılan gezginlere gece görmenizi tavsiye ederim; ışıklandırılmış çatısına çıkıp şehri de izleyebilirsiniz. Listede bir de No Mafya müzesi diye ücretsiz özel bir sergi var; mafya tarihini ve kurbanlarını görebiliyorsunuz… Meraklısına güzel. 

Palermo Katedrali

Özetle beni görsel olarak ve ruhen adanın diğer yerleri kadar etkilemese de, İstanbul’a benzeyen kaotik enerjisi biraz yorsa da Palermo’ya tekrar gitmek isterim. Eksik kalan yerleri görmek, sokaklarını – maalesef çöpten geçilmiyor, şehir çok pis – daha sakin dolaşak şehrin tadını çıkarmaya giderim. İstanbul’da yaşamayı değil onu ziyaret etmeyi tercih ettiğim gibi Palermo da Sicilya’da etkileyici bir durak. Üstelik artık direkt uçuş var! 

Kazan ve Kepçe Konusu

Aslında üç haftalık rotanın son haftasında Palermo öncesinde çizmenin güney taraflarında da birkaç gün dolaştık. Burası da şahane ve kendine has özellikleri bulunan bölgelerden oluşuyor. Saatler içinde kuzey kıyılarından güney Akdeniz sularına, batıdan doğunun dağlarına geçmek mümkün. Her birinin atmosferi, enerjisi farklı. Bolca hayalet kasaba da var; hani şu 5/10 Euroya ev alma efsanelerinin dolaştığı. Ama seyahatin bu kısmının detayına girmiyorum; hem hakkını vermiş hissetmediğimden hem de o ayrı bir yazı olur hakikaten. Ama rotamızı paylaşıyorum. Her birini kesinlikle tavsiye ederim; zaten seçip hedef koyup gittik. 

Sicilya’nın kepçesine gelirsek… Özetle Akdeniz’in medeniyet kazanı görevini görmüş bu nadide kara parçası zaman ayırmayı hak ediyor. İster tarih, ister lezzet, ister doğa peşinde olun, doyurucu bir destinasyon ve kültürün her türlü çeşitliliği sizi sarmalıyor. Madem böyle bir fırsat çıktı karşıma, uzun kalıp adayı bitireyim dedim; tam başaramadım. Ama bu deneyim kazanından tadan kepçe olmak şahaneydi. Yine giderim yani o kadar! 

Sicilya Mayıs 2024 Rotası

Sirakuza

Taormina 

Noto

Modica

Marzamemi

Agrigento – Valley of Temples 

https://maps.app.goo.gl/LPGY5Ku35jZyEPgQ6

Villa Romana del Casale

https://maps.app.goo.gl/uKwB3YjQt2RuYSFGA

Etna National Park 

https://maps.app.goo.gl/wmDCA6NGMci7VGTH7

Palermo 

Palermo Arkeoloji müzesi
Palermo katedral tavan

Yemek: 

Il Cambisone – https://maps.app.goo.gl/cSsxaTX65gVSzRsp9

Cefalu

Cefalu

Ana kara: 

Cosenza

https://maps.app.goo.gl/1aNijYWHCd7j3Ewy5

Cosenza 1
Cosenza 2

Lago Arvo – Dağ Gölü & Lorica

https://maps.app.goo.gl/YNM3NmmBKZ5uAwkQ9

Rocceletta – Basilica di Santa Maria della Roccella

https://maps.app.goo.gl/dFt5okADEhiRp8Gb8

Basilica di Santa Maria della Roccella

Stilo – Cattolica di Stilo (Bizans kalıntısı ve bergamut dondurması)

https://maps.app.goo.gl/JkQV1dcszvj2EmS59

Cattolica di Stilo

Tropea – Capo Vaticano 

https://maps.app.goo.gl/Uu2oFb8Q4uMUfiDk8

Capo Vaticano  1
Capo Vaticano  2

Pentedattilo (hayalet kasaba)

https://maps.app.goo.gl/VAvz5cKLDXQw5STU8

Gitmedik ama aklımızda kaldı:

  • Ragusa
  • Agrigento Museo archeologico regionale Pietro Griffo
  • Selinunte
  • Sciacca
  • Lido Scala dei Turchi
  • Capo Bianco
  • Trapani
  • San Vito Lo Copo
  • Scopello
  • Terrasini
  • Reggio Calabria – Museo Archeologico Nazionale di Reggio Calabria

Ye Kürküm Ye: Viyana & Budapeşte

Bir Yılbaşı Fantezisi…

Bizim neslin çocukluk anılarında önemli bir yer kaplar Hikmet Şimşek yönetimindeki pazar konserleri. Aynı dönemin renkli anıları içinde bana ve yaşıtlarıma biraz olsun klasik müziğin tadını veren Danny Kaye yönetimindeki komik filarmoni konserleri de yer alıyor. Her ne kadar gerçek bir klasik müzik hayranı olmasam da ucundan sevenlerdenim yani. Dolayısıyla gezgin arkadaşım Melike, Viyana’da Yılbaşı Konseri hayalini benimle paylaştığında “hadi” dedim! 

Tabi demekle olmuyor… Viyana hem gitmesi hem kalması, yemesi içmesi yani her açıdan pahalı bir destinasyon. Ama Melike benden de çalışkan ve azimli bir kadın! Yazın ortasında, Temmuz sıcağında havayolları promosyon yapmaya karar verdiğinde kendisi hemen beni aradı! Bir önceki kampanya döneminde yurt dışı biletleri satışa çıkmamış, biz de kendimizi Antalya ve Konya biletleri ile teskin etmiştik. Bu seferki lokma büyük olunca ilk dakikada iki koldan saldırdık. Melike yine başarılı oldu; Viyana biletleri ulaşılamazdı ama iki ekonomik Budapeşte gidiş dönüş bileti elimizdeydi. Ve kendisi aynı zamanda Budapeşte – Viyana tren seferlerine de hakimdi. Dolayısıyla yaz sıcağının doruğunda yaklaşık 6 ay sonrasına planımız hazırdı. Budapeşte’ye uçup trenle Viyana’ya geçecek, burada kısa bir konaklama ile ünlü yılbaşı filarmoni konserini izleyecek ve yılın ilk günü Budapeşte’ye geri dönüp iki üç gün kalarak bir uçuşla iki şehir vuracaktık. 

Zaman su gibi aktı tabii… Aralık başı geldiğinde nasılsa daha çok var diye konaklamaları önceden rezerve etmediğimiz için biraz üzüldük. Zira yerler dolmuş, fiyatlar katlanmıştı; hem de Euro bazında! Neyse ki gezimize katılmaya sonradan karar veren kardeşi ile birlikte üç koldan saldırınca bütçemize uygun yerler bulduk. Üstelik geçen zaman içinde havayolunun uçuş saatlerinde yaptığı revizyon bizim promosyon biletlerine ücretsiz tarih değişikliği hakkı vermişti. Böylece seyahatin hem ekibi hem süresi genişledi; 3 gün Viyana 3 gün Budapeşte olarak finalize edildi. 

Soğuk Diyarlara Gitmeden Önce …

Bizim memleketin de kışı çetin olabilir elbette ama orta ve kuzey Avrupa şehirlerindeki keskin soğuk kimimizin canını daha önce yakmıştı. Hele bir de kışın ortasında buralarda sokaklarda dolaşmak, şehrin altını üstüne getirmek niyetindeyseniz! Bir de aldığınız promosyon uçuşta valiz hakkınız yoksa ve sadece kabin çantasıyla yola gidecekseniz dikkatli planlama şart.

Böylesine şartlarda kompakt ve verimli bir seyahat valizinde olması ve olmaması gerekenleri dikkatlice düşünüp karşılıklı mütalaa ettik; sonradan da doğruluğu kanıtlanan şu kararla hareket ettik: 

  • Her türlü soğuk ve yağışa dirençli, hafif ve uzun (dizaltı kesin) pofufuk bir mont giyilmeli – Ben uzun, yandan yırtmaçlı, dışı siyah içi fotoğraflarda güzel gözükecek parlak turuncu bir mont aldım
  • Hem sıcak tutacak hem uzun yürüyüşlerde rahat edilecek hem de gece eğlencelerinde şık duracak veya en azından sırıtmayacak bir bot giyilecek (önemli nokta: fazladan ayakkabı taşınmayacak) – Ben fermuratlı orta boy kar botu tercih ettim
  • En kalın kıyafetler yolda giyilecek – Ben kot pantolon ve pofuduk polarımı giydim
  • Yünlü bir şal – Ben montun renklerine uygun battaniye tipi bir yün şal sardım
  • Lahana modeli her güne bir ince içlik ile yedek 1-2 kazak alınacak – Ben 2 kazak götürdüm ama polarla birlikte tek de yetermiş.
  • Yılbaşı gecesi için şık bir seçenek – Ben karar veremeyip iki alternatif götürmüştüm, sonuçta rahat olanı seçtim. Yani ikinciye gerek yok; önden karar verin. 
  • Çantalarda da kabin tipi çekçek valiz, kol çantası yerine rahat dolaşmalık ama şık orta boy bir sırt çantası ile içinde bir ufak omuzdan kese çanta.
  • Önemli not: Özellikle belirlediğiniz bir alışveriş hedefi yoksa “oradan alırım lazım olursa” fikrine kapılmayın; hem Viyana hem Budapeşte alışveriş için pahalı! 

Yılbaşı Konseri…

Hayallerimizi (özellikle Melike’nin) süsleyen Viyana Filarmoni Yılbaşı Konseri biletlerinin çok pahalı olduğunu duymuştuk. Ama konserin dev ekranlardan şehir meydanında canlı yayınlandığını ve sokakların çok şenlikli olduğunu de öğrenmiştik. O yüzden bileti ilk aldığımızda konser biletine kasmadık. Ama tarih yaklaştıkça acaba uygun bilet bulabilir miyiz merakı bizi sardı. Yine arkadaşımın azmi ve çabasıyla nefis bir fırsat bulduk ve hemen atladık… O yüzden önce bu konuyu değerlendirelim. 

Viyana şehir merkezindeki küçük saray binalarından birini konser ve davetler için etkinlik alanına çevirmişler. Ve içi de dışı kadar şatafatlı görünen salonlarda küçük filarmoni konserleri düzenleniyormuş. Şehir sakinleri ve turistler de bu etkinliklere şıkır şıkır giyinip erişilebilir bu şaha şahanın tadını çıkarıyormuş. Mekanın adı Kursalon Hübner; ve biz de yılbaşı gecesi için kişi başı yaklaşık 90’ar Euro karşılığında saat 22.00-23.30 arasında konser & gece yarısı bir kadeh şampanya eşliğinde saray terasından havai fişek gösterisi paketi aldık. 

Hakikaten de etkinlik alanına yaklaşık 21.00 sularında vardığımızda misafirlerin bir kısmının kırmızı halılara yakışır abiyeler ve smokinlerle geldiğini hayretle gözlemledik. Tabi ortamı iplemeyip bakkaldan ekmek almaya çıkmış kıyafetleriyle gelenler de vardı ki bir kısmı turist idi. Çoğunluk ise bizim gibi sıradan denilemeyecek özende ama bir düğünde “işte gelinin ablası” da dedirtmeyecek şıklıktaydı. Hem abiye hem de “smart” şıklar içinde çoğunluğun keyifli bir yılbaşı geçirmeye gelen her yaştan Viyanalı olması çok hoştu. 

Konser salonu maalesef resimlerdeki kadar kocaman ve şatafatlı değildi. Büyük ihtimalle büyük etkinliklerde kullanılan alan bölünerek konser, yemek ve dans alanı olarak parçalanmıştı. Bunu daha sonra sarayın diğer bölümlerini de görme fırsatı olunca konfirme ettik. Yine de sahne ve önündeki alan 9-10 kişilik bir müzisyen grup ile 2 dansçı veya solistin performansı için yeterliydi. Misafirlere ayrılan oturma bölümü pek de konforlu olmayan sandalyelerden oluşuyordu ama çekilmez değildi. Salona giriş ise uzunca bir bekleyişle tek kapıdan zarif ama acelesi olmayan yer göstericilerin mihmandarlığında yapıldı. 

Konser programı tam bir popüler klasik müzik potporisi niteliğinde planlanmıştı. Viyana’nın gururu Mozart ve  Strauss’un başrolde olduğu, her tür kulağa hitap edebilecek parçalardan derlenmişti. Üstelik yer yer sahneye çıkan eşlikçiler nefisti… Bir tenör ve bir soprano opera solisti zaman zaman ayrı ayrı zaman zaman birlikte kısa aryalar seslendirdi. Bir genç balerin ve hafif göbeklenmiş kıdemli eşlikçisi valsten baleye ufak porsiyonlardan görsel şenlikler sundular. Eğlenceli ve ritmik parçaların bolluğu da seyirciyi yormadı. Sonuçta kulaklarımızın pası silindi mi silindi. Arada seyircileri izlerken keyfe gelip anı paylaşmak isteyen ama cep telefonlarıyla performanstan ziyade önündeki enseleri çeken amcalara teyzelere güldük mü güldük. Salonun arka tarafında olmayı avantaj belleyip abiyelerin değerlendirmesini yapıp puan verdik mi verdik. 

Yeni yıla yarım saat kala biten konserden sonra misafirler Orta Avrupa kültürüne yakışır, nizami bir şekilde salonun önündeki terasa alındı. Tek akıllı biz olmadığımız için sıfıra yakın derecedeki geceye adım atmadan önce vestiyer sırasında epey beklemek zorunda kaldık. Ama saat 12 olmadan önce terasta kuytu bir köşede elimizde şampanya kadehlerimiz ile yerimizi almıştık. Şehrin ortasında büyük bir parka bakan manzaramız sayesinde gece yarısından önce birkaç havai fişek gösterisini arda arda izleme fırsatımız oldu. Şahsının nerede olduğunu göremediğimiz sunucumuzun geri seri sayımını takiben de tam önümüzde kısa ama parıltılı bir gösteri vuku buldu. 

Yeni yıla girince teras hafiflerken misafirlerin yavaş yavaş dağıldığını zannettik. Meğer yan tarafta dans pisti ve minik bir sahnenin yer aldığı, disko aydınlatmalı bir salon daha varmış. Her yaştan anın tadını çıkaranların müziğe kendini az çok kaptırması bizi de gaza getirdi. Birkaç ufak hareketle abiyelere eşlik ettik. Ama en tatlısı kolkola girmiş parıldayan teyzeler amcaların yanak yanağa dansını izlemekti. 

Viyana İzlenimleri & Uyarıları…

Şehir gezerken, özellikle Avrupa’da, her yiğidin yoğurt yiyişi ayrı olur… Kimi müzecidir, kimi gurme; kimi sokakları arşınlar kimi dükkanları didikler. Kimi de her telden çalıp şehrin en ünlü mekanlarını sıraya dizer. Zaten artık her yere dair bloglar, gezi rehberleri, tur programları ibadullah. O yüzden Viyana’da şunu görün bu kaçırmayın demeyeceğim. Biraz internette araştırma yapıp seç beğen git modelini yapmak çok kolay.

Zira biz de öyle yaptık… Ama üç günlük kısa programımızda bize kolaylık sağlayan birkaç ipucunu paylaşabilirim:

  • Kısa bir araştırma yaptıktan sonra gitmek istediğiniz yerleri haritada işaretleyebilirsiniz. Böylece hem zaman kazanırsınız hem de size en yakın rotayı spontane belirlemek kolay olur. 
  • İşaretlediğiniz yerleri, konaklama ve transfer noktalarını içeren haritanızı offline yani internet erişimi yokken de kullanabilmek için cep telefonunuza indirebilirsiniz. Böylece istediğiniz zaman data ihtiyacı olmadan erişebilirsiniz. 
  • Bizim gibi aranızdan birini kurban ederek sanal sim alabilir, böylece uygun bir bütçe ile internet hizmetini grupta paylaşabilirsiniz. Tek dikkat etmeniz gereken bu data paylaşımının biraz şarj tüketici olması. 
  • Kesin gitmek istediğiniz müze varsa biletlerinizi önceden almaya çalışın. Artık Avrupa’nın pek çok ünlü müzesinde biletler hızla tükeniyor; sırada bekleyip 3 gün sonrasına bile bulamadıklarınız oluyor. 
  • Biz memleketimizin kültür mirasının izlerini sıkı takip ettiğimiz için ve de Melike’nin ihtiraslı merakı sayesinde özellikle Efes kalıntılarının sergilendiği müzeyi hedeflemiştik. Popülerlik listelerinde baş sıralarda olmayabilir ama merkezi bir konumda ve bilet kapıdan almak kolay. Maalesef muhteşem Efes Artemis’lerinden birini layık olmadığı bir şekilde sergiliyorlar. Kapı ağzında, merdiven dibinde, düzgün bir aydınlatma olmadan ya da kocamak taş salonlarda, tılsımını ortaya çıkaramayan bir ortamda Efes hazineleri görmek biraz yürek burktu. Ama Osmanlı döneminde izinli çıkan eserler bunlar. En azından nefis bir maket ve kazı fotoğrafları ile konuyu toparlamışlar. 
  • Özellikle yılbaşı gibi özel zamanlarda veya uzun hafta sonlarında şehir epey kalabalık; her yerde çok sıra olabiliyor. Restoran ve kafelerde ya beklemeyi ya da daha az popüler bir yere gitmeyi göze alarak hareket edin. 
  • Bazı mekanlarda servis yapan personeller kendileri saray aristokrasisinden ve size lütfediyormuşçasına davranabilir; kızmayın ya da içinize atın. Zaten çoğunlukla servis bedeli hesaba ekleniyor; bahşiş bırakmadığınızı hayal ederek oradan yavaşça uzaklaşın. 
  • Evet elmalı turtalar ve şinitzeller muhteşem; yemeden dönmeyin. Şehrin en ünlü şinitzel lokantasının iki şubesi var. Biri daha büyük ve burada rezervasyon yapmadan sırada bekleyerek masa kapma ihtimaliniz daha fazla. Biz 31 Aralık günü açılmadan 15 dakika önce yani 11.15’te gittik; yaklaşık 20 dakika bekleyip harika bir masada yedik. Viyana usulü şinitzelin burada domuz ve dana seçeneği var; domuz olanı daha ünlü ve lezzetli. Porsiyonlar çok doyurucu; hatta iki porsiyonla üç kişi bile doyabilir veya masayı çeşitlendirebilirsiniz. Yanına tavsiye edilen patates salatasını eksik etmeyin; çok şey kaçırırsınız. Ama kızılcık sosu herkese hitap etmeyebilir; ben beğendim. 

https://maps.app.goo.gl/K36fZC3TYGFkkCUUA

  • Yılbaşı kutlamaları için sokaklar şahane düzenlenmişti… Işıklar, yeme içme büfeleri, güvenlik koridorları, müzik noktaları; her şey çok güzel planlanmıştı. Konser öncesinde de sonrasında da sokaklarda vakit geçirmek çok keyifli oldu. Tüm noktalardan Viyana anısı logolu mantar şekilli kupalarda sıcak şarap, panç ve çeşitli içecekler satılıyordu. İster geri verip depozitosunu alıyor ister anı diye saklıyorsunuz; ben bir tanesini eve kadar taşıdım. 

Sonuçta Viyana izlenimim şudur: Bir kere görmek lazım; ama kalbi dolduran heyecanlı bir destinasyon mu; hayır. Öncelikle havası kadar stili de soğuk bir şehir; bunun bence en önemli nedeni ölçek. İnsan ölçeğinden çok kopuk, şatafat ve gösteriş adına her şey kocaman… Yollar, binalar, saraylar, kolonlar, tavanlar, Binalar ve şehir planı çoğunlukla neoklasik tarzda yapılmış. Bu tarz bana hep çok samimiyetsiz, yüzeysel gelmiştir. Uzaktan baktığında görkemli gözüken ama asıl yüceliği barındıran medeniyetlerin – yani Mısır, Grek, Mezopotamya ve Anadolu gibi kadim uygarlıkların mirasının suyunun suyunun suyu gibi biraz. Özellikle 18. ve 19. Yüzyıl sanatına, zanaatına ve mimarisine meraklıysanız sizi tam anlamıyla doyurur. Ama bu çakma korint kolonların, duvar kabartmalarının gerçek memleketinden geliyorsanız o kadar da etkilemiyor. 

Ama resim ve modern sanatın başka dallarına meraklıysanız tam bir müze cenneti. Elbette Berlin, Londra, Paris gibi kültür başkentleri kadar sanatseverin ağzının suyunu akıtmıyor. Ama Klimt’ler, Renoir’ler, Picasso’lar damak tadınıza uygunsa tatmin edici bir koleksiyonu var. Yani bir daha oralara yolum düşerse bir iki gece daha kalıp müze gezerek sanatsever iştahımı besleyebilirim. 

Peki Ya Budapeşte…

Yine önceden çalışılan ve haritada işaretlenen hedeflerle Budapeşte gezmek çok kolay oldu. Zaten illa gidilmesi lazım diyebileceğiniz önemli turistik lokasyonlar birbirine çok uzak değil. İpucu ve yorumlu önerileri yine sıralıyorum:

  • Merkezi bir konumda kalmanızı öneririm; her yere yaya ulaşabileceğiniz seçenekler var. Biz burada kaldık; şifreli anahtar kutusu ve kolay talimatları, şehrin en popüler noktasındaki sessiz konumu ve yeterli konforu tatmin edici idi:

https://maps.app.goo.gl/GerBb7wkv6UWgYHu9

  • Toplu ulaşım da oldukça kolay. Biz birkaç kez otobüs kullandık; neredeyse her durakta İngilizce menüsü de bulunan bilet otomatları var. Havalimanı merkez arası expres hatta ise direkt kredi kartı ile ödeme yapılabiliyor. 
  • Yine büyük ve popüler müzelere biletlerinizi önceden alın bence, ünlü ressamların takipçisi çok. 
  • Ulusal Macar Müzesi gözden kaçabilecek bir hazine… Önceden bilet almadan sabahın erken saatlerinde gittik; yine de sıra vardı ama rahat girdik. Hazine bölümü özellikle etkileyici. Müzeyi barındıran sarayın kütüphane kısmında yer aldığı için yapının içi de barındırdığı nadide eserler kadar etkileyici. Bir de Macar göçlerini anlatan bölümlerde “bunlar kesin Türk” tartışması kaçınılmaz. 

https://maps.app.goo.gl/ZFBaU6bXXVsE7aHM7

  • Opera Binası dünyaca ünlü ve nefis gösteriler var. Biletler çok kolay tükeniyor; biz bulamadık. Her gece saat 18:00’de ayakta sınırlı sayıda bilet de satıyorlar ama o da jet hızıyla bitiyor; erken gidip sıra beklerseniz şahane akustiği ve heybetli salonu deneyimlemek için değer:

https://maps.app.goo.gl/acgVY36YmdqtsiSF7

  • Ünlü zincirli köprüsüne gidecekseniz gün batımını tavsiye ederim. Güneş tepelerin ardından batıyor ama şanslıysanız harika renkler ve Tuna nehri size kıyak geçiyor. Üstelik tam bu sırada köprüyü yürüyerek Buda tarafına geçerseniz şehrin ve parlamento binasının ışıklandırılmış harika manzarasını görebilirsiniz. Daha iyisini teleferikle çıkıp tepeden izlemek mümkün; beklemeye kesinlikle değer. 
  • Viyana’nın ateş pahasından sonra Budapeşte’den daha rahat hatıra alışverişi yaparız zannettik. Yanılmışız! Macar işi işlemeler ve her türlü turistik eşya bence ederinden çok daha pahalı. Bazı işlemelerin makine işi olduğu uzaktan belli zaten. Hem bizim memlekette o kadar her şey var, hem de bizim Euro karşısındaki hezimetimiz o kadar ağır ki… Budapeşte’nin en büyük marketi olan koca binada bile alacak şey bulmakta zorlandık. Ama yine de hepsi bir arada hem hediyelik hem şarküteri hem diğer lezzetleri görmek isterseniz:

https://maps.app.goo.gl/2HHB7ww6jfHw29Wu8

  • Budapeşte’nin damga lezzetlerinden Paprika dedikleri kırmızı biber sosları çok popüler. Her yerde satılıyor; illa turistik bir yerden değil marketten daha uygun rakama alabilirsiniz. Bizim için çok sıradışı bir tat değil ama güzel bir nüansı var damakta kalan. Üstelik güzel bir hediyelik de olabilir. 
  • Alışveriş seviyorsanız ya da özellikle vintage merakınız varsa o zaman şehrin gizli cevherleri sizi mutlu edecektir. Merkezde birden fazla şık vintage ve ikinci el mağaza var. Üstelik koleksiyonları da çok zengin; kullanılmış kaliteli kıyafetlerden eğlenceli çoraplara, deri çantalardan kürk ceketlere kadar çeşitli ürünler var. Biz birinden özellikle mutlu ayrıldık:

https://maps.app.goo.gl/9FzABTRJEyayjBt6A

  • Şehrin merkezinde özgün Macar işi ürünler satan bir yer bulduk… İşte burası bizi çok mutlu etti! Boynuzdan kupalar ve süs eşyaları, işlemeli takılar ve kıyafetler, deri çantalar ve başka süslemeli eşyalar hem güzel tasarımları hem de ateş pahası olmayan rakamları ile son dakikada güzel hediyelere vesile oldu. Haritada tam işaretli değil ama buralarda:

https://maps.app.goo.gl/stN5kCrjnzaJQSGEA

  • Sokak lezzetlerinin neredeyse tüm çeşitlerini sunan bir yer var… Bence denemelisiniz:

https://maps.app.goo.gl/PDpUzLnivHtGCLXK8

  • Yediğimiz en güzel tatlardan biri Artizan Bakery diye kendi ekmekleri dahil herşeyi itinayla yapan bir fırın – cafe idi. Öğlen menüsündeki çorba ve yanında gelen sandviç / salata da tatlı çeşitleri de nefisti: Sadece bizim gibi gözünüz dönerse çok yeme riski var: 

https://maps.app.goo.gl/J72Md2jhrjyPkqyq6

  • Terkedilmiş binalarada konuçlanan barları ünlü şehrin. Bunlardan en ünlüsü, en büyüğü ve en eğlenceli olanı:

https://maps.app.goo.gl/HzXJ5id8K31kLBDH7

  • Biz bir gece yolumuzun üstünde tatlı bir bara gittik… Önünüze bir deste kart verip çeşitli lezzetlerde kokteyler arasından seçebilmeniz için yönlendiren tatlı garsonlar var. Farklı bir kokteyl tatmak çok eğlenceli bir deneyim oldu; mekan da çok güzeldi:

https://maps.app.goo.gl/LRmtheH8VSJQdQMW6

Sonuç: Budapeşte benim için daha insancıl, eğlenceli ve keyifli bir gezi rotası oldu. Orta Avrupa’nın soğuk dünyasında yine kocaman binalar, kocaman caddeler ve kocaman meydanlar var ama gerek mimari özellikleri gerek şehrin bütünü olsun; daha insancıl ölçeğiyle sizi sarmalıyor. Özellikle tatlı çatıları, minik dükkanları, Macar işlemeleri gibi detaylı, ince ince işlenmiş cepheleri ve nefis gece ışıklandırmaları ile süslenen Tuna nehri insanda kalıcı bir etki yaratıyor. 

Bu şehir sokaklarında yürürken uzak diyarlarda olduğunuzu iliklerinize kadar hissettiriyor. Ama bu, ürkütücü ya da rahatsız eden bir yabancılıktan ziyade heyecanlı bir maceranın parçası olmaya benziyor. Hatta dev meydanın kenarında kurulmuş kocaman buz pistinde paten kayanları köprüden izlemek ya da şehrin en büyük parkındaki eski kapıdan geçip romantik yapıların arasında dolaşmak oldukça masalsı bir duygu. Nihayetinde Budapeşte’de kendinizi tam olarak bu kente ait hissedemeseniz bile yaşadığınız ana ait hissediyorsunuz. 

Ye Kürküm Ye…

Nedir bu kürk meselesi derseniz… Viyana’ya ayak bastığımız andan itibaren sokaklarda her yaştan kadınların pek çoğunda ve birkaç beyefendide de bolca kürk gördük. Önce yaşça olgun teyzelerin tercih ettiği klasik modeller dikkatimizi çekti. Sonra baktık ki genç kızlar da salına salına kürklerle geziyor. İlk yorumumuz soğuk havadan herhalde oldu. Ama giderek kürk modasının geri dönüş yaptığına karar verdik. 

Tüm büyük mağazaların vitrininde en az bir kürk olduğunu fark etmemiz uzun sürmedi. Hele bir de Budapeşte’de hayranı olduğumuz vintage dükkanda kocaman bir kürk bölümü bulunca gözün gördüğünü gönül de istemeye başladı! Birbirinden renkli yeleklerden retro ceketlere kadar çeşit çeşit ikinci el kürk kıyafetler askıları süslüyordu. 

Bu kürk meselesinde karışık duygulara sahip olduğumu itiraf etmeliyim. Mağazalardakilerin çoğu zaten sahte kürk; ona eyvallah. Ama bir canlıyı sadece güzel gözükmek için katletmek bana göre değil. Zaten medeniyetimizin ahlaki evrimi de buraya geldi. Öte yandan özgün kürk kullanımı, yani çok soğuk iklimlerde yerel kaynaklarla sürdürülebilir sağlıklı bir hayat için kürk bir zamanlar şart idi. Bazı özel durumlarda hala geçerli olma ihtimali de var belki. Asıl beni ikilemde bırakan bu mazideki kürklerin ne olacağı. Mesela bu konu ahlaki bir çıkmaza girmeden önce alınmış ve bana teyzemden kalan kürk etolleri ben ne yapacağım? 

Viyana ve Budapeşte gezim arka planda bana tüm bu sorgulamaları tekrar yaptırdı. Kürkün şık ve zarif görüntüsü soğuk havayla birlikte daha etkileyici oldu. En sonunda kararı vintage sahte kürk bir yelekte kıldım. Alan mutlu, satan mutlu, vicdanlar temiz kaldı. Üstelik havam da bin beş yüz oldu. Yeterince soğuk olur da giyebilirsem Avrupa’dan aldım diyeceğim… Ye kürküm ye!