Konya & Şeb-i Arus veya Semra Nerde?

Mevlevi unsurlara merakım aslen mekansal kaynaklı. Lise yıllarımda Galata Mevlevihanesini keşfime dayanıyor. Bu kaosun ortasındaki huzur bahçesi Cuma akşamları Beyoğlu maceralarımıza atılmadan önce kankamla mola yerimizdi. Binanın içini de merak edip göz gezdirdiğimiz olmuştu ama ilgimzii çeken asıl bahçenin kendisiydi. Derslerin monoton ritminden kaçış ile eğlencenin dalgalı frekansı arasında burada şarj oluyorduk resmen. 

Sonraları Mevlana ve Şems’i biraz tanısam da aslında ne tam bir okuyucu ne de gerçek bir takipçi hiç olmadım. Hatta maneviyatla ilişkim yakın zamana kadar oldukça mesafeliydi; kendimi daha ziyade akıl ve bilim insanı olarak tanımladım. Ama sanata olan merakım ve mimar tarafım bu koca külliyata ucundan azıcık bakmaya vesile oldu. 

Yıllar sonra, uzun bir aradan sonra tekrar Galata Mevlevihanesine gittiğimde ilk gençliğimin buradaki anıları canlandı. Mekanın ufak bir müzeye dönüştürülmüş halini keyifle gezdik. Ama asıl bahçede saatler geçirdiğim zamanları anarak aynı dinliniği, huzuru iliklerimde hissettim. Akşam da sema törenine kalıp bu zaman yolculuğunu, görsel olduğu kadar ses ve nefesle de kalbe dokunan bir şölenle taçlandırdık. 

İşte o gün bugündür, Konya’ya ve özellikle Şeb-i Arus törenine gitmek istiyordum. Hatta bir önceki seneye aldığım uçak biletlerini törene bilet bulamadığım için iptal etmek zorunda kalmıştım. Bu sene ise karşıma bir tatilbudur.com fırsatı çıkınca kaçırmadım. Kızları organize edip beş kişilik grupla Konya çıkartmasına niyet ettim. 

Şebi Arus 2025_01

Program

Sabah çok erken trenle Konya’ya gittik ve günün kalanında pek çok yeri görme fırsatı oldu. Akşam Şeb-i Arus töreninden sonra konforlu otelimizde konaklayarak ertesi gün akşam trenine kadar tekrar otobüsle dolaştık. Dolu dolu ve keyifli bir programdı. Sadece ikinci gün öğlen saatinde biz ekipçe asilik yapıp gruptan ayrıldık. Açık büfe kahvaltıdan karnımız tok, yemeği atlayıp çarşıya indik ve alışveriş yaptık. Son duraktan sonra gruba ayrılan serbest zamanda da gidip Mithat’ın Tirit Lokantasında ünlü Konya Tirit yemeğinin gerçek lezzetini tattık. Öyle muhteşemdi ki gerçekten tiridine bandık! 🙂 

İlk gün: 

Karatay Medresesi 01
Karatay Medresesi 02
Karatay Medresesi 03
Karatay Medresesi 04
Karatay Medresesi 05
Karatay Medresesi 06
Şemsi Tebriz 01
Şemsi Tebriz 02
Şemsi Tebriz 03
  • Otele giriş & dinlenme
  • Şeb-i Arus Töreni
Şebi Arus 2025_02

İkinci gün:

Aya Eleni
Sille
Kelebek Bahçesi
Mevlana Türbesi 01
Mevlana Türbesi 02
Mevlana Türbesi 03
Mevlana Türbesi 04
Mithat Tirit 01
Mithat Tirit 02

Programda beni Şeb-i Arus töreni dışında en çok etkileyen şeyler, mekan olarak Karatay Medresesi Enerji olarak Şemsi Tebrizi Türbesi ve Camii ile her iki yönden de büyüleyici olan Mevlana Türbesi idi. Çok başarılı tasarlanmış müzesi ile Sille Kasabası tatlı bir dokunuş oldu ve programa nefes verdi. Kelebek Bahçesi ise turun en şaşırtıcı güzelliği idi; bayıldık. 

Şeb-i Arus

Kültür Merkezi’nde yapılan Şeb-i Arus Töreni beklediğimden biraz farklıydı. Mekanın büyüklüğü ve kalabalıklığı ilk başta acaba çok mu turistik bir etkinlikteyiz endişesi yaratsa da devamı o duyguyu tamamen unutturdu. Tören Ahmet Özhan’ın çocukluğumuzdan hatırladığımız sesi ile tasavvuf müziği konseri ile açıldı. Arkasından gelen selam ve sema töreni ise hakikaten muhteşemdi. Gerek geleneksel sema düzeni ve dervişlerin hareketleri, gerek modern mekanın başarılı aydınlatması ve düzeni seyirciyi başka bir dünyaya taşımaya yeterliydi. Tek can sıkan münasebetsiz izleyicilerin görgüsüz tavırlarıydı; onları da görmezden gelmeye çalıştık. Sonuçta yaklaşık iki saatlik törenden hepimiz “iyi ki” ile ayrıldık. 

Şebi Arus 2025_03
Şebi Arus 2025_04
Şebi Arus 2025_05

Tatilbudur Değerlendirmesi

Aslında turla gezmeyi tercih eden biri değilim. Kendim araştırıp rotamı ve programımı kendim belirlemeyi tercih ediyorum genelde. Böylece hem zevkime, keyfime ve zamanıma göre gezebiliyorum hem de spontane hareket etmek kabiliyetim oluyor. Bu turu tercih etmekteki sebebim Şeb-i Arus törenine yer bulmanın zorluğuydu aslında. 

Fakat tatilbudur.com tecrübemiz öylesine tatmin edici ve keyifliydi ki bana bu tur meselesini tekrar düşünme fırsatı verdi… Öncelikle seyahat öncesi bilgilendirme ve organizasyon hepimizden tam puan aldı. Ardından turun içeriğinden ziyade rehberimiz Mert Oymak’ın donanımı kadar zarif ve saygılı duruşu bizim ekibin de grubun tamamının da kalbini kazandı. Tüm duraklarda kozmopolit bir turda her katılımcıyı tatmin edecek dozda, ne az ne fazla  bilgiyi gerekli tüm detaylara hakim olduğunun özgüveniyle anlattı. Sorulara ve yorumlara sabır ve sakin cevaplar verirken yüzünde her daim bir tebessüm vardı. Profesyonellik ile samimiyetin hassas çizgisindeki asil duruşu ile memlekette hasretini çektiğimiz bir insan modelini bize yaşattığı için kendisine müteşekkiriz.

Tatilbudur Mert Oymak

Nerdesin Semra?

Tura katılmaya yanıma eküri ararken grubumuz önce iki, sonra dört kişi olmuştu. Semra ise yoğun programının arasında benim mesajları atlamış; sonradan görünce beşinci oldu. Ama rezervasyonu bizim ekipten sonra yaptığı ve tek olduğu için hem trende hem de otobüste bizden ayrı düştü. Üstelik turu dolaştıran büyük otobüste en arkaya yerleşince, tur boyunca indi bindilerde hep sona kaldı. Birbirimizden ayrı kalmamak için, her yeni durakta birimiz “Semra Nerde?” diye aranıyordu. Elbette şen şakrak bir ekip olunca bu soru, ilk üç beşten sonra aramızda bir espriye döndü. Durup dururken, olur olmaz “Semra Nerde” edaları yolumuzu kahkahalarla doldurdu. 

Sille 02
Sille 03
Mevlana Ekip

Kibirli Kibyra

Kibyranın yolu biraz sapaKıyıdan ve turistik şehirlerden biraz uzakta, içeride kendi başına bir tepede kibirle ayakta duruyor! Antalya’dan 2 saat, Burdur ve Denizli’ye yaklaşık birer saat mesafede; dağların arasında Gölhisar diye bir beldede tek başına, biraz burnu hava duruyor. 

Ama bu kibiri de hak ediyor doğrusu…Gerek gün yüzüne çıkarılan muhteşem mozaikleri (özellikle tiyatrodaki Medusa), gerek tepenin yamaçlarına dağılan ihtişamlı yerleşimi, gerekse göreni hipnotize edici güzellikle, hala akan çeşmesi ile ne kadar gururlansa yeridir. 

Aklıma nerden düştü derseniz, baharda ziyaret ettiğim Burdur Arkeoloji Müzesi’nde muhteşem Kibyra kalıntılarından etkilenip mutlaka gitmeliyim demiştim. Bu sebeple Antalya’dan çıkıp Termessos ziyaretimin ardından günün ikinci yarısında ören yerine vardım. İki kotta park yeri var; ben yukarıdakine park edip aşağı doğru rotayı izledim. Tüm şehri gezmem yaklaşık 2-3  saatimi aldı. Sonunda da alt otoparktan yukarı otostop çekip çıktım. Zira bir günde iki dağda iki antik kenti fethetmiştim; ama galip gelen onlar oldu. Kibirli de olsa Kibyra’nın güzelliğine değerdi! 

Kibyra Tarihi Bilgi

Kibyra Antik Kenti, Burdur Gölhisar ilçesinin Horzum mahallesinde birbirinden derin yarlarla ayrılan hâkim üç tepelik üzerinde yer almaktadır.

Kentin yerleşim alanı oldukça büyüktür. Yapılar, simetrik düzenlenmiş, tepelik teraslanarak göl ve ova manzarasına hâkim konumda ve hiçbir yapı bir diğerinin manzarasını kesmeyecek biçimde yerleştirilmiştir. Şehre girerken solda muhteşem bir anıtsal kapı ile Antik Çağ Anadolu’sunun 12-13 bin kişi kapasitesi ile en görkemli stadyumu bulunmaktadır.

İlerledikçe bazilika, yukarı ve aşağı agora, hamam, gymnasion, tiyatro ve meclis binası ile planlı anıt mezar, hamam, yuvarlak kuleli tak ve su yolları görülmektedir. Meclis binası/müzik evi 3 bin 600 kişi kapasitesiyle Antik Çağ Anadolu’sunun en görkemli eserlerindendir. Meclis binası/orkestranın tam merkezinde bulunan kırmızı, yeşil ve beyaz mermerden yapılmış, yılanlardan oluşan saçları ve insanları taşa çeviren bakışlarıyla Medusa Mozaiği Anadolu’da tektir.

2011 yılında meclis binası önünde, Anadolu’nun en sağlam ve en büyük mozaik alanı olma özelliği taşıyan, 540 metrekare alanı kaplayan mozaik ortaya çıkarılmıştır. Yine meclis binası önünde, Geç Roma Dönemi’ne ait (MS 6-7’nci yüzyıl) Roma Hamamı ve seramik atölyesi bulunmuştur. Kentin bugün görülebilen tüm mimari kalıntıları Roma İmparatorluk Dönemi’ne aittir.

Kibyra, II. Eumenes (MÖ 197-159) zamanında Bergama Krallığı egemenliğinde görünmektedir. Hemen sonrasında Kibyra ve yakın çevresinde konumlanmış antik kentlerden Boubon, Balboura ve Oinoanda’dan teşekkül dörtlü ortak meclis (MÖ 2-1’nci yüzyılda) oluşturulmuştur.

Söz konusu birlik MÖ 82 yılında Romalı General Murena tarafından dağıtılarak ortadan kaldırılmış; Asia eyaleti ve diğer kentler Likya Birliği’ne dâhil edilmiştir. MS 23 yılında meydana gelen büyük bir deprem sonucunda yerle bir olan kent, Roma İmparatoru Tiberius tarafından yeniden inşa edilmiştir. Kibyra özellikle MS 1 ve 3’üncü yüzyıllar arasında en parlak dönemini yaşamıştır.

Kibyra, demircilik, dericilik, çömlekçilik ve at yetiştiriciliğinde ünlüdür. Şehir halkı son derece savaşçı bir kimliğe sahiptir. Meclis binası, içindeki Medusa başı ve önünde yer alan Türkiye’nin en sağlam ve en büyük mozaik alanı dikkat çekicidir. Kibyra’dan çıkarılan eserler Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kaynak: Kültür Envanteri, Ankara 2007

Kibyra Wiki Sayfası BURADA

Doruklarda Termessos

Termessoss’a Ekim’de gittim… Mükemmel bir zamandı; güneş yeterince ısıtıyor, gölge yeterince nefes veriyordu. Araştırmayı az yapıp beklentimi coşturmayayım dedim. O doruklara tırmandıkça büyülendim; kent önce doğasıyla sonra topografyaya yerleşimi ve kalıntıların zenginliği ile beni sarmaladı. Öyle bir noktada konumlanmıştı ki bir doruğa sırtını dayamış, diğerine tepeden bakarken dünyanın hakimi gibi hissettirdi. Hele o çift manzaralı tiyatronun sırtlarındayken rüzgar beni tarihin hayallerinde dolaştırdı. 

Antalya merkezden 1 saate yakın mesafede Termessos’a gitmek için kuzeybatı yönünde seyahat ediyorsunuz. Benim bir sonraki hedefim Kibyra Antik kenti olduğundan sabah erken çıkıp yarım günü burada geçirdim. Milli park sınırından araçla girip nefis manzaralar eşliğinde, dolambaçlı yoldan antik kent kalıntılarının başladığı noktadaki otoparka park ettim. Burada bazı kalıntılar var ama asıl kenti dolaşmak için bir patikadan bir miktar yukarı tırmanıyorsunuz. Yani ayakkabı gibi ekipman açısından biraz doğa yürüyüşüne, rampaya da psikolojik olarak hazırlıklı gidilmesi iyi olur. Ben tüm rotayı dolaştım; aynı noktaya döndüğümde tahmini 8-10 km arasında yürümüş olduğumu tahmin ediyorum. Daha kısa rotalar da mümkün ama inanın zahmete değer! 

Termessos Tarihi Bilgi

Termessos bugün Güllük adını taşıyan Solymos Dağı’nın dorukları arasındaki vadide, Anadolu’nun en eski halklarından Luvilerin soyundan gelme Solymler tarafından kurulmuş önemli bir antik kent. Orman içinde korunan ören yerlerinin en çarpıcılarından biri olup, aynı adı taşıyan Milli Park içinde yer alır. Güllük Dağı (Termessos) Milli Parkı, zengin bitki örtüsünün yanı sıra nesli tehlike altında olan hayvanları da barındıran özel bir bölgedir.

Şehrin tarih sahnesine çıkışı Büyük İskender’in MÖ 333 yılında kenti kuşatması ve Termessosluların güçlü bir savunma yaparak kenti teslim etmemesiyle olmuştur. İskender’in ölümünden sonra kent Ptolemyler tarafından alınmıştır. MÖ 189 yılında komşu şehir İsinda’yı zapteden Termessos’lular İsinda halkının şikâyeti üzerine Anadolu’daki Roma Kuvvetleri Komutanı Manlius Vulso tarafından cezalandırılmışlardır. Büyük ihtimalle aynı tarihlerde Termessos ile Likya Birliği arasında bir savaş da söz konusuydu. MÖ 71 yılında Roma ile arasında “dostluk ve ittifak” bulunan Termessos’un işlerinde bağımsız olduğu ve kendi kanunlarını kendileri yapacakları konusu da Roma senatosunca kabul ve tasdik edilmiştir.

MÖ 36’dan 25’e kadar Galatialı Amyntas’ın Pisidya’nın diğer kentleriyle Termessos’u da yönettiği bilinmektedir. Roma İmparatorluk döneminde ise şehrin bağımsızlığını koruduğu bastığı sikkelerden anlaşılmaktadır. Şehrin Bizans döneminde ve sonraki devirlerdeki durumu hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Termessos kenti terk edildikten sonra yeni bir yerleşmeye tanık olmadığı gibi deprem ve doğal tahribin dışında oldukça sağlam ve iyi korunmuş ören yerlerinden biri olarak gösterilebilir.

Termessos, çok sayıda tapınağa ve çok geniş mezarlık alanlarına sahiptir. Mezarlarının çeşitliliği ve bezemeleri oldukça zengindir. Bunlardan Büyük İskender döneminin önemli komutanlarından Alketas’ın mezarı (MÖ 319) ve diğerleri şehir tarihine ışık tutmaları açısından da önemlidir. Anıtsal mezarların yanında çok sayıda savaşçılıklarını betimleyen kalkan motifli lahit, mezarlık alanında oldukça geniş bir yer kaplar. Antalya Müzesi’nde Termessos’a ait en ilginç eser Lahitler Salonunda sergilenen Köpek Lahdidir. Stefanos adlı köpeğe sahibesi tarafından yazılmış şiirsel kitabe benzersiz olmasıyla ayrı bir önem taşır.

Termessos, yerleşim biçimi ve savunma sistemleri ile doğanın sunduğu olanakları en iyi şekilde kullanan kentlerden biri olmuştur. Doğal ve kültürel değerleriyle dünya mirası olarak önerilen Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı, 2000 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesinde yer almaktadır.

Kaynak: “Termessos” Dünden Bugüne Antalya [II. Cilt], Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2012)

Termessos Wiki Sayfası da BURADA. 

Doğu’nun İncisi Van

Neden ve Nereden?

Türkiye’nin en büyük gölünü ilk coğrafya derslerinden hatırlamayan var mı? Ben o zaman merak etmiştim ilk Van’ı. Ama sonra unuttum tabii; benim dünyama çok uzaktı. Sonra ortaokul yıllarımda halamın kocası, ailenin en büyük Enişte’sinin Van’lı olduğunu öğrendim. O gazla biraz sorguladım ama ne dedi hatırlamıyorum. Konu yine uzun süre rafa kalktı; taa ki annem emekli olup memleketi ve dünyayı gezmeye başladıktan sonra Enişte’nin mihmandarlığında Van’a gidene kadar. Zamanla memleketin zenginliklerini keşfetme merakım arttıkça hedef listemde yukarıya doğru tırmandı. Hele bir de Rezan Has Müzesi için Urartu sergisinin dijital içeriklerini hazırlarken ağzım iyice sulandı. Ama iş güç, tatil kıtlığı ve öncelikler Van’ın yolunu hep tıkadı. 

Zamanımın daha büyük bir kısmını gezi, keşif ve deneyimlere ayırdıkça destinasyonlar sadece hedef koyup planlama yaparak değil, spontane kararlardan da oluşmaya başladı. Ve Van, piyangoyu ucuz bilet kampanyasından kazandı! Gezgin arkadaşlarla indirimleri takip ederken yurt içi uçuşlarında Ekim sonu nereye gidilir sorusunun tam karşısındaydı. Dolayısıyla çok önceden alınmış biletlerimizle İstanbul havalimanından Van’a yaklaşık 2 saat süren bir yolculukla vardık.  

Van’da Görülecek Yerler

Üç gece üç buçuk günlük gezide bu kadar çok yerin hepsini birden gezebileceğimizi sanmıyordum. Hele bir de Ekim sonunda ve ülkenin epey doğusunda havalar iyice erkenden kararmaya başlamışken. Ama seyahat etmeyi hayatlarının ortasında tekrar öğrenci olmayı göze alacak kadar çok seven tarih ve arkeoloji tutkunu arkadaşlarımla mükemmel bir ekip oluşturduk. Erken kalkan yol aldı; hem dolu dolu gezildi, hem göl tavaf edildi, hem de yerel lezzetler kapasitemizin sınırlarını zorlayacak miktarda tüketildi. 

Gezi rotamızın başlıklarını kronolojik sırada veriyorum. Biz zamanı çok verimli kullandık; belki tekrarlamak istersiniz… 

  • Van Müzesi: Geziye buradan başlamak harika bir karar oldu… Bölgenin tamamından çıkarılan eşsiz kalıntıları görmekle kalmadık; Van’ın heybetli atası Urartular başta olmak üzere tarihi, coğrafyası ve kültüründe sırılsıklam ıslandık. Böylece gezimizin geri kalanını kolaylıkla sıraya koyup gittiğimiz yerlerde gördüklerimizi çok daha iyi anlamlandırdık. 
van müzesi 1
van müzesi 2
  • Tuşpa Kalesi: Urartu krallığının MÖ 9. yüzyıldan yıkılışına kadar başkenti Tuşpa, yeni Van’ın atası. Merkezin hemen yanı başındaki Kale de bölgenin tümüne hakim, heybetli bir tepeden şehri, gölü ve etrafını saran dağları izlemekte. Kale girişi pek çok ören yeri gibi Müzekart ile ücretsiz; üstelik fiziksel karta gerek yok, telefonlarımızdaki aplikasyondan barkod oluşturup kolayca girdik. Surların eteklerindeki kapıdan girdiğinizde yukarı tırmanan yolu çıkmak sadece manzara için bile değer. Maalesef kale içinde çok fazla gezecek kalıntı yok. Ama asıl cevheri dönüş yolunda suyu takip ederken bulduk. Üst üste binen tüm medeniyetlerde olduğu gibi burada da Urartu duvarlarının üzerine Selçuklu ve Osmanlı dahil pek çok ekleme yapılmıştı. Hangi duvarın en eski olduğunu tartışırken kafeteryanın yanındaki yoldan şahane bir köşe keşfettik. Hem Urartu sur duvarlarından sağlam kalan koca bir kütlenin kenarındaki çivi yazıları hem yanındaki muhteşem salkım söğütler hem de içeri doğru süzülen yolun masalsı güzelliği ile büyülendik. Üstelik fotoğraf çekmek için de harika bir noktaydı. 
van kalesi 1
van kalesi 2
  • Çavuştepe: Urartu’nun mühim kalıntılarından biri Çavuştepe’ye hem zamanına göre olağanüstü hassaslıkla inşa edilen taşlarındaki çivi yazılarıyla büyüleyici tapınak kalıntısını görmek hem de onun kadar ünlü Mehmet Kuşman ile tanışmak için gittik. Van’a vardığımız gün müze ve kaleden sonra vakit kalınca soluğu burada aldık. Muradımıza da erdik… Van’ın bir başka yüzü olan bozkırlarla, çıplak dağlar ve yeşil vadilerle çevrili bu muazzam tepeden doğanın ve tarihin nefesini içimize çektik. Çivi yazılarının üzerinde parmaklarımızı gezdirdik. Halen devam eden kazı çalışmalarında daha kim bilir neler çıkacağının spekülasyonunu yaptık. Ve en sonunda Mehmet Amca ile tanıştık. Aslında ören yerinin bekçiliğini de yapan meşhur Urartulu ile girişte selamlaşmıştık; ama hele bir gezin gelin öyle konuşuruz demişti. Biz de dönüşte kalıntıların eteğindeki taş binada, Mehmet Amca’nın atölyesini gezip hikayesinden kupleler dinleme fırsatını kaçırmadık. Merak edenler araştırabilir veya baş kahramanlarından biri olduğu Enver Şengül’ün kitabı Kayıp Zamanın Bekçisi kitabını okuyabilir. Zira kendi kendine Urartuca öğrenen, bu kayıp dili dünyada bilen az sayıda kişiden biri olmakla kalmayıp, konuşabilen nadide bir cevher Mehmet Kuşman. Sohbet etmekten gururlu; atölyesinden aldığımız kitapların içine Urartuca isimlerimizi yazınca ayrı bir heyecan duyduk. Sırf bu çakır gözlü, siyah çivi yazılı madalyonlu aydınlık ruhu tanımak için bile gidilir. Ama sezon dışı orada olmayabilir, dikkat edin. Zira kendisi ulusal ve uluslararası kongrelere, etkinliklere çağrılıyor sürekli. 
çavuştepe 1
çavuştepe 2
çavuştepe 3
çavuştepe 4 mehmet amca
  • Van Gölü Rotası: Kaba bir hesapla gölün etrafında arabayla toplamda 5-6 saat sürebilecek bir yolu, gezi rotaları ve molaları ile bir günde tamamlayabilmek için yola sabah 6.30’da çıktık. Muhteşem güzellikle manzaralar eşliğinde kah dağ eteklerinden kah su kenarından giderek Tatvan’a vardık. Rotamızın mühim noktalarından biri Nemrut Krateri’ne (bu o ünlü Nemrut Dağımız değil ikincisi) Tatvan çıkışından saptık. Krater yolundan Tatvan’a geri dönüp oradan Ahlat, Adilcevaz, Sodalı Göl ve Eriş üzerinden Van’a geri döndük. Gün boyu içimizi ısıtan güneş suyun üzerinde kıpkızıl bir gökte kaybolunca hava birden soğudu ve yemek yemeye içeri kaçtık. 
van nemrut krateri
  • Nemrut Krater Gölü: Türkiye’nin değil dünyanın en büyük volkanık krater göllerinden biri olan bu eşsiz yeri görmek zorundayız dedik. Hakikaten de tırmanışa değdi… Taş döşeli yolu çıkarkenki göl manzarasından başlayıp kraterin içine girdiğimiz anda kar kaplı yamaçlardan yeşil vadilere, taşlık kıyılardan mavi göl ve göletlere kadar bütünüyle nefes kesici bir güzellikte. Su kenarında birkaç noktaya kadar giden yoldan araçla ilerleyebileceğimiz kadar gittik. Yıllar önce burada doğaya salınan ayıların ününden ve kışa girerken saldırgan olabileceklerinden korkarak yayan dolaşmakta çok da ısrar etmedik. Ama ayna gibi gökyüzünü yansıtan berrak sularından kraterin kenarındaki kartopu savaşına kadar harika bir deneyimdi. 
van nemrut krater gölü
  • Ahlat: Göl kıyısında sevimli bir yerleşke olan Ahlat, en çok Selçuklu dönemi kalıntıları ile meşhur. Üstelik yeni yapılarda bile yöreye özgü taşlarla kaplama yapıldığı için özgün görüntüsü bozulmamış. Van’da pek çok yere örnek olabilecek bir koruma ve imar çalışması.
    • Arkeoloji Müzesi: Küçük ama sevimli müze kısa bir ziyareti hak ediyor. Zaten mezarlıkların hemen yanı başında. 
    • Selçuklu Mezarlığı: Dünyanın en büyük eski Müslüman mezarlığı imiş burası. Ama kapladığı alanın devasa boyutu kadar, hatta ondan çok daha fazla etkileyici Selçuklu mezar taşları. Hepsi ince ince dantel gibi işlenmiş, kimi azamatli kimi sempatik boyutlarda dikdörtgen taş blokların her biri kendine has bir hikaye anlatıyor gibi. 
    • Kümbetler: Bölgenin en büyük ve en etkileyici kümbetleri  burada. En az birine gitmenizi öneririm; zaten gezmesi çok kısa sürüyor. Geometrisinden ışığa, toprakla dans eden renklerinden huzur dolu havasına kadar ziyarete değer. 
ahlat selçuklu mezarı
ahlat mezar
ahlat kümbet
  • Adilcevaz: Buradaki kalıntıları gezmeye vakit ayıramadık; ama muhteşem bir kahvaltı ettik. 
van süphan sodalı
  • Sodalı Göl & Süphan Dağı: Gölün güney kıyılarındayken tepesindeki bulutlarla daima bizi tepeden gözetliyor gibi duran Süphan Dağı, kuzeye gittikçe daha dost canlısı gözükmeye başladı. Karlı doruklarına yaklaştıkça, evin bir köşesindeki sessiz ama sağlam duran, az biraz korku ile karışık saygı duyduğum enişteme benzettim Süphan’ı… Hem çok yakın hem çok uzak, koruyan kollayan ama sırnaşmayan bir dev. Van Gölü’nün kenarında yancılık yapan bir gölet, Sodalı Gölün kıyısından baktığımızda biraz yıpranmış bir görkemle dalmış uzaklara bakıyor gibiydi. 
van süphan dağı
sodalı göl van
  • Ahtamar Adası: Van’ın en meşhur gözdesini en sona bıraktık. Üçüncü gün, şafakla birlikte olmasa da 8.30’da başlayan Ahtamar feribotlarına yetişmek için yine sabah erken yola çıktık. Güneş sırtımızı sıvazlarken virajları aheste aheste alıp Gevaş’ın az ilerisindeki iskeleye vardık. Saat 9 gibi bindik; yarım saate kalmadan adadaydık. Birlikte geldiğimiz tur grubu vesilesiyle teknenin 1.5 saat sonra dönmesine önce itiraz ettik. Ama uzun görünmesine rağmen o kadar zaman anca yetti. Gerçi yavaş yavaş, tadını çıkararak gezdik ama bıraksalar biraz daha bile kalabilirdik. Klisenin kendisi, yapısal olarak ve kabartmaları ile zaten çok etkileyici. Biraz da meraklıysanız ya da adadan eksik olmayan tur gruplarından birine kulak kabartırsanız hikayeleri de çok ilginç. İçerisi de etkileyici; özellikle orantılar ve küçük pencerelerden süzülen muhteşem ışık. Biraz Kars’taki Ani harabelerini andırıyor. Ama ada ile birlikte bütünüyle korunmuş olan bu nadide mücevher bir ayrı parlıyor. Kesinlikle yarım gün ayırmaya değer. 
ahtamar 1 tekne
ahtamar 2
ahtamar 3
ahtamar 4
ahtamar 5
ahtamar 6
  • Van Çarşı: Maalesef Van’da eski şehir diye bir şey kalmamış.. Ne eski bir çarşı ne korunmuş bir mahalle hatta yapı adası bile yok. Çok araştırıp soruşturduktan sonra “Van kilimi ya da hediyelik eşya nereden buluruz” sorusundan hareketle Rus Pazarını bulduk. Şehir merkezindeki bu birkaç sokaktan oluşan şimdiki adıyla Avrupa Halk Pazarı sayesinde eve elimiz boş dönmedik. Hatta aradığımızdan fazlasını bulduk; çünkü sadece incik boncuk satıyor gibi görünen birkaç dükkanda antika hazineler vardı. Arkadaşlarım en çok burada vakit geçirirken ben çoktan gözümü köşedeki kilimciye dikmiştim. Az bir pazarlıkla bavula sığdırabileceğim en büyük boyda harika bir kilimi uygun bir fiyata aldım. Bakırcılardan da birkaç hediyelik ve bir bilezik ile kotayı doldurdum. 

Gidemediklerimiz

Listemizde olmasına rağmen zaman kalmadığı veya biraz uzun mesafede oldukları için bir dahaki sefere bıraktığımız Van ve civarındaki diğer yerler de bunlar: 

  • Ahlat Harabe Şehir
  • Ahlat Madavans Vadisi
  • Kef Kalesi
  • Hoşap Kalesi
  • Muradiye Şelalesi
  • Dönemeç Şelalesi
  • Yedi Kilise & Yoncatepe Nekropolü
  • Süphan Dağı Trekking Rotası
  • Vanadokya Peri Bacaları
  • Van Başkale Akçalı Travertenleri
  • Bahçesaray
  • Hizan

Van’da Nerede Ne Yemeli?

Daha önce Van’a gidenler, orada yaşamış dostlar ile internet ve Google abinin desteğini aldık bu konuda. Hepsini deneyemedik ve denediklerimiz hepsi harika değildi. Ama Van gezisinin parlayan gastronomi yıldızları bunlar: 

  • Urartu Han: İlk geceki yemek o kadar lezzetliydi iki ikinci gece de buraya gittik. İlkinde yerel lezzetlerden tadımlık bir asorti olan Han Sofrası menüsüne soğan dolması ekledik; muhteşemdi. İkinci kez başka lezzetler denedik; hepsi leziz hepsi özel tatlardı. Kahvaltı konusunda başka bir yerde kötü bir deneyim yaşadıktan sonra son sabah kahvaltısına da buraya geldik. Gerçek Van kahvaltısını burada yedik; birkaç gün yetecek dolulukta midelerimizle uçağa binip eve döndük. 
urartu han sofra
  • Kuşhane: İkinci gecemizde kapalı gününe denk gelince son gece gittik… Çok aç değiliz, tatlı yiyelim diye sofraya oturup kalan yöresel yemeklerden en varsa götürdük. Küçük ama sevimli, özgün dekorasyonu ve zarif hizmeti ile kalbimizi kazanan harika lezzetlerle bizi mutlu eden özel bir yer. 
kuşhane sofra
  • Ahlat Sofrası: Ahlat’tan çıkıp gölün kuzeyine doğru yol alırken açlıktan ölmek üzereyken Adilcevaz’da görüp durduk. Kahvaltı saatini kaçırdığımız ve elektrikler de kesik olduğundan ne varsa onu yedik. Ama olanlar görünümde mütevazı ama çok çok lezzetliydi. Kavurmalı yumurta efsaneydi, ceviz ve ahlat reçelleri ise daha sonra bir daha yakalayamadığımız lezzetler oldu. 

Göl İncisi

Daha uçak gölün kenarındaki havalimanına inerken engin maviliği göz kamaştırıyor Van Gölü’nün. Kaleye tırmandığımız andan itibaren etrafı heybetli dağlarla çevrili bu mavi dev ruhumuzu sarmaladı. Kendimizi sürekli deniz kıyısında gibi hissediyorduk ama tam da değil. İkinci gün merak edip Van’ın rakımına bakınca jeton düştü; ortalama 1700 metre rakımda bir denizdi bu! Aynı zamanda hem yumuşak hem haşin hem sevimli hem biraz ürkütücü olmasının sırrı buradaydı. 

Okuduğumuza göre yazın bile çok sıcak olmayan gölün kıyıları hakikaten bölgenin sayfiyesi görevini görüyor. Bir de sıcak mevsimde gelip göle girmeye; hatta Adilcevaz tarafındaki kumsal sahillerden birinde keyif yapmaya karar verdik. Zaten gitmeye fırsat bulamadığımız pek çok doğal ve tarihi nokta kalmıştı. Serin şelaleler başta olmak üzere Van’ın bir de ıslak tarafına dokunmaya tekrar gideceğiz. Hem bu kez ünlü inci kefalini ne taze ne de çarşıda gördüğümüz etkileyici kurutulmuş haliyle tatma fırsatımız olmadı. Henüz kabukların ardındayken sessizce parlayacağı anı bekleyen Doğu Anadolu incisi Van’a tekrar daha uzun soluklu gelmek niyetiyle…

van çarşı
inci kefali kuru
Nemrut krater gölü kar