Kaldır Bacağı MISIR

Kaldır Bacağı…

Bu konu baştan sona hem bolca şaşkınlığa hem de bolca kahkahaya vesile oldu. Nedir bu bacak meselesi derseniz… 

Mısır’da havalimanı güvenlik sistemi oldukça teferruatlı. Her kontrol noktasında cinsi ne olursa olsun ayakkabılar mutlaka çıkarılıyor mesela; buna hazırlıklı olun (bence çorabınızı ona göre seçin). Ayrıca dedektör geçerken ötse de ötmese de önünde mutlaka elle arama yapılıyor. bunun için de kadınlar ve erkekler ayrılıyorsunuz ki sizi karşı cins ellemesin. Buraya kadar nispeten mantıklı; ama arama bizim bildiğimizden biraz farklı. Normal elleşmeden sonra kadın güvenlik görevlisi sizin bacağınızı yukarı kaldırmanızı istiyor. Bizim “Legup” ile karşılaşmamız biraz zorlu oldu… Hem ablanın aksanından hem de böyle bir hareketi daha önce görmediğimiz için ne dediğini anlamadık. Tuvalet için güvenlikten önden geçen arkadaşımız kadının söylediğinin içinde bir yerlerde “leg” yani bacak geçiyor; o kadarını çözmüş. Sonra bir bakmış ki orada bir yükselti var; üzerinde de ayak izi resmi yapıştırılmış. Kadın buraya diye gösterince aranması için bacakları teker teker kaldırması gerektiğini anlamış. Bizi uyarmasına rağmen şaşırdık ve her transferde en az iki kez “Legup” uygulaması yaşadık. 

Dolayısıyla seyahatin sloganı oldu! “Legup” konusu havalimanı güvenlikleri ile sınırlı kalmadı. Her gittiğimiz yerde “kaldır bacağı” görmeye başladık… Hatta bacakların yukarı kalktığı anekdotlar, hatta hiyeroglifler gördükçe rehberimizi de yoldan çıkardık. 

GEM Mücevher

Para İşleri…

Para Değişimi:

Biz oradayken TL / EGP yani Mısır para birimi oranı yaklaşık 1/0,7 idi. USD / EGP oranı ise yaklaşık 1/0,02 olarak hesapladık. Tavsiyeler uyup havalimanında para bozmadık; zaten transfer organize edilmişti. Ayrıca her yerde $ kabul ediliyor diye duyduk. Ama şehirde de paramızı bozamadık çünkü sistem çökmüştü. Sonuçta ATM’den çekmek en kolayı oldu. Bunu da şube önündeki daha güvenli cihazları kullanarak yapmayı tercih ettik. Yine de yanınızda USD veya Euro cinsinden bozuk para (küçük kağıt banknotlar) bulundurmanızı tavsiye ediyorum. Hem bahşiş için hem de yanınızda ne kadar ufak banknotlar olursa o kadar az düdüklenirsiniz bence. Düdük kesin ama onu söyleyeyim; o konuya ayrıca değineceğim. 

Bahşiş Konusu:

Bu konuda bizi kimse önceden uyarmadı; rehberimiz dahil. O yüzden altını çize çize yazmak istedim… Mısır’da ota boka bahşiş gerekiyor! Hem hizmet sektöründe gelir düzeyi düşük çalışanların hem de sizi gezdiren özel rehber dahil her aşamada böyle bir beklenti var. Hatta tuvalette peçete uzatanlardan lavaboda musluk açana kadar şaşırtıcı şekillerde taleplere de maruz kalabiliyorsunuz. Sürücülere, garsonlara, komilere,rehberlere bahşiş anlaşılır bir durum. Ama sokakta sana yol göstermeye çalışıp bahşiş bekleyenler bile olabiliyor. İyiliksever veya sıcakkanlı millet diyerek kanmayın; çoğunun ucunda bahşiş beklentisi var.  

Mısır kedisi
Mısır Cafe
Mısır köpeği

Pazarlık ve Kazıklanma Meselesi: 

Ben bu konuda çok bezdim; hatta sinirlendim. Mısır hepimizi en çok bu yönden yordu… Bizdeki pazarlık geleneğini alın; binle çarpın! Hem de her konuda; su alırken bile! Sürekli kazıklanıyorsun hissi ile dolaşmak çok yorucu. 

Her ne almak istersen bin türlü fiyat var. Önceden uyarılmış olmamıza rağmen bu kadarını beklemiyorduk. Örneğin Kahire’de ilk şişe suyumuzu özellikle marketten (Carrefour) satın aldık. Ardından evin önündeki büfeden almaya yeltenince göya hazırlıklıydık. Önce fiyat sorduk; market fiyatına bakıp 75 EGP’yi (yani yaklaşık 50 TL) uygun bulup aldık. Mısır’da suyun ucuz olmadığını duymuştuk. Bu arada para üstü verirken dolandırma denemesinden sıyrıldık. Taa Asuan’daki rehberimiz bize 25 EGP’ye su satmaya çalışan marketi azarlayıncaya kadar cahil kaldık. Sonuçta büyük şişe suyu kaça aldık: 15 EGP! Suda bile bu kadar kazıklanınca insanın şakülü şaşıyor. Üstelik sürekli buna enerji ayırmaktan yorulup bir noktada vazgeçiyorsun ve herhangi bir şey almaktan soğuyorsun. 

Başka bir örnek; rehberimizin bizi götürdüğü tekstil mağazasında başımıza geldi. Oradan aldığımız elbisenin şalvarın aynısını gemideki dükkanda üçte biri fiyata gördük. Ben şahsen konuya hisse senedi gibi bakıp ucuzundan da aldım ki ortalama fiyat düşsün! Papirüs alışverişinde de aynı durum oldu. Rehberin götürdüğü yerle müze resmi mağazasındaki fiyat arasında ½ veya ⅓ fark vardı. Rehberlerin götürdüğü yerlerden komisyon alması alışıldık bir durum aslında; buna sözüm yok. Sonuçta bir hizmet veriliyor; lojistik var, ikram var, program var. Türkiye’den konuya aşinayız ama bu kadarı çok fazla doğrusu! 

Kahire çarşı eski 01
Kahire çarşı oyma kakma
Kahire çarşı eski 02

Trafik & Yayalık: 

Her ne kadar bizim memlekette de trafik kurallarına uyum, nizami araç kullanımı ve yayalara saygı konusunda sıkıntı olsa da Mısır’daki durum bir başka; tam bir kaos! Yollardaki şeritler – ki eğer varsa – tamamen süs niyetine; kimse şeridinde gitmiyor, şeridi iplemiyor dahi. Keza trafik lambaları da öyle; yansa bile kimse aldırış etmiyor rengine. Daimi bir korna kakafonisi özellikle merkezde kafa ütülüyor. Dolayısıyla araç kiralayıp kendim sürerim düşüncesi tamamen fanteziden ibaret. O kadar cengaver hatta gözü kara olsanız bile bence orman kanunuyla yol alındığı kavşaklarda test etmeye değmez. 

Yaya olmak ise başka bir kabus! Zira aynı kuralsızlık yayalar için de geçerli. İlk karşıdan karşıya geçme imtihanımız 6 yolun birleştiği ünlü Tahrir Meydanı’nda idi. Rehberimiz bizi yaya geçidi ve ışıkların bulunduğu köşeye götürdüğünde gelen araçların hiç durmadığını görünce önce biraz şaşaladık. Fakat asıl şoku Mira kendini yola atıp kavşağın tam ortasından 3 yolu birden verevine aşan bir rotada karşıya geçerken, bizi de peşinden sürüklerken yaşadık. Yüzümdeki şaşkınlık “merak etmeyin sizi görünce arabalar durur; burada herkes öyle yapıyor henüz kimse ölmedi” dediğinde silinmek yerine büyüdü. Benzer bir tramvayı bizi bırakan araç yolun ters tarafında indirdiğinde de yaşadık. Gelen araçların hızı da önüne atlayabileceğimiz gibi değildi. En sonunda halimize acıyan şoförümüz Mahmud, çözümü inip birimizin kolundan yakaladığı gibi bizi karşıya geçirmekte buldu.  

Yani şoförlük de yayalık da Mısır’da, özellikle Kahire’de zor.  

Türk Dizileri: 

Bizim dizilerin Latin ve Akdeniz ülkelerinde popüler olduğunu duymuşluğum var. Ama Mısır’da ve bu kadarını beklemiyordum! Neredeyse tüm yerel rehberlerimiz; özellikle kadın olanlar Türk dizilerine hayran çıktı. Sırf bu vesileyle jet hızında kaynaştık. Zevkler ve renkler tartışılmaz; kimi Özcan Deniz kimi Kıvanç Tatlıtuğ hayranıydı, benim tanımadığım yeni nesilden sevenler de vardı. Ama diziler her türlü hararetli ve neşeli bir sohbetin bahanesi oldu. İzlemeseniz de şöyle bir gündeme bakıp giderseniz iki lafın belini kırarsınız. 

Yavaş Yavaş Hasan Şaş: 

İlk iki gün müzeydi piramitlerdi derken pek kimseyle muhattap olmadığımızdan bu deyişe üçüncü gün maruz olduk… Kime Türk olduğumuzu veya Türkiye’den geldiğimizi söylesek herkes “yavaş yavaş Hasan şaş” diyor. Bazen bitirmiyorlar; yavaş yavaş ile bırakıyorlar. Hatta bir keresinde “yavaş yavaş mansur yavaş” da duyduk. Giderek o kadar benimsedik ki adamlar başlar başlamaz lafı tamamlar olduk. Zannediyoruz ki bu 2002 dünya kupası’nda brezilya’ya ilk golü atan Hasan Şaş’a gönderilen ortanın süzüle süzüle gelmesini ifade etmek için kullanılıyor. Meğer Arap camiasında nam salmış ve ismi hasan şaş’a benzeyen (hassan sheish olabilir) bir pornocu varmış. Biz de her yavaş yavaşa evet diye diye konuyu pekiştirmişiz! 

Kahire GEM

Rotamız…

Aslında Cuma gecesi yola çıktık… Aylar öncesinden çok ucuza Hurghada biletleri bulup almıştık. Seyahate yakın program akışımız netleşince de gitmek istediğimiz yerlerin arasındaki kilometreleri havadan aşmanın daha mantıklı olduğuna karar verdik ve ara uçuşlarımızı Mısır Havayolu şirketi Egyptian Airways ile aldık.

İlk durağımız Kahire olunca, iner inmez Hurghada’dan Kahire’ye ilk uçağa bilet aldık. İki uçuş arasındaki birkaç saati terminalde oyalanarak geçireceğimizi düşünmüştük. Fakat iki noktayı bilmiyorduk: 

1) Hurghada havalimanındaki uluslararası ve iç hatlar terminalleri farklı ve arasındaki mesafe çok fazla. Biz hem yol 27 dakika gösterdiği için hem de önceden Mısır’daki taksilere dair ayrıldığımızdan hem de bol vaktimiz olduğu için yürüyelim dedik. Meğer gereksiz bir hareketmiş; yol çok karanlık, ıssız, uzun olmakla kalmıyor bir de gece rüzgarı insanı sağlam tokatlıyor. 

2) Hurghada iç hatlar terminali fena… Bir kere 24 saat açık değil; en erken uçuş saatinden iki saat önce açıyorlar ki arka tarafta uyuklayan güvenliğin keyfi gelene kadar beklediğiniz salon minnacık; doğru düzgün ne oturacak yer var ne de ortam klimatizasyonu. Üstelik bizim gibi transfer olan yolcular o küçücük yere tıkılınca hem ayakta kaldık hem de havasız. Yani aradaki saatlerin bir kısmı bize çile oldu. 

Sonuçta sabah 7’ye doğru Kahire havalimanında idik. Allahtan rehberimiz önceden transferi organize etmişti ve biz de kalacağımız evde erken giriş ayarlamıştık. Kendimizi programa bırakmadan önce dinlenme fırsatımız oldu. Dolayısıyla ilk günümüze biraz gecikmeli başladık ve hem en az yürüme gerektiren hem de Mısır tarihine giriş için mükemmel bir başlangıç olan yeni müzeden başladık. 

Kahire gece

Kahire durakları:

  1. Gün – Cumartesi:
  • Grand Egyptian Museum – GEM (Büyük Mısır Müzesi): Hayatımda gittiğim en iyi müzeler sıralamasında bir numaraya oturdu! Gerek modern mimarisi gerek ufak detaylar ve malzemelerle antik Mısır medeniyetine göndermeleri ile hem kompleksin kendisi hem de içindeki koleksiyon çok etkileyici. Eserlerin seçimi, teşhirleri, salonların ve sergi alanlarının düzeni dahil çok iyi düşünülmüş ve izleyicisini zamanda yolculuğa çıkarmayı başarıyor. ÜStelik büyük merdivenlerin tepesinden Giza piramitlerinin manzarası ile karşılaştığınızda başka türlü bir büyünün etkisi altına giriyorsunuz. Bizim hepimizin tüyleri diken diken oldu; benim gözlerim bile doldu!
  • Müzede Yemek – Zooba: Geleneksel Mısır lezzetlerini modern ve konforlu bir ortamda tatmak için güzel bir yer. Yalnız Mısırlılar da baharat çok seviyor; bilginiz olsun. 
GEM merdivenlerde
Gem maket
GEM oyma
  1. Gün – Pazar:
  • Saint Barbara Kilisesi: Burada Koptik Pazar ayinine ziyaretçi olma fırsatımız oldu. Muhteşem bir deneyimdi! Koptik kelimesinin Büyük İskender’in Mısır’ı fethi sonrası sömürge haline gelen ülkeye Helenlerin verdiği isimden geldiğini burada öğrendik. Yani aslında Helence Mısırlı demekmiş; alfabe ve dilin kendisi antik Mısır hiyerogliflerinden geliyor. Artık gündelik hayatta yaşamayan bu dile ancak böyle bir vesile ile şahit olabildik. Çok da etkileyici idi; üstelik ayini arka tarafta saygılı bir şekilde izlememize de ses çıkarmadıkları gibi birkaç görüntü alma imkanımız bile oldu! Sırf bu deneyim için programımızı değiştirip Pazar günü eski Kahire bölgesine ayırmak çok yerinde bir karar oldu. 
Kopti ayini
Koptik kütüphane
Balık oyma klise
  • Ben Ezra Sinagogu: Hikayesi ve işlemeleri etkileyici çok eski bir sinagog. Görmeye değer ama büyüleyici değil. İçeride fotoğraf çekimi de yasak. 
  • Saints Sergius and Bacchus Kilisesi: Hristiyan alemi için çok mühim bir kilise; Hz.İsa’nın Meryem Ana ile Mısır ziyaretinde buradaki mağarada saklandığı söyleniyor. Kilise altındaki mağara ziyaret edilebiliyor. Ayrıca içerideki Koptik işlemeler ve kütüphane de görmeye değer.  
Koptik oyma 01
kilise kapısı
Koptik oyma 02
  • The Hanging Church namı diğer Asılı Kilise: Burası eski surların üzerine yapıldığı ve temeli olmadığı için böyle isimlendirilmiş. Hakikaten de kiliseye çıktığınızda (bir kat yukarıda gibi) yer yer altında surların arasındaki boşlukları görüyorsunuz ve yapı havada asılıymış gibi hissettiriyor. Burada da çok güzel işlemeler ve süslemeler var; manzarası ile birlikte kesinlikle ziyaret edilmeli. 
  • Yemek molası: Mısır’ın en popüler sokak lezzeti Koshari / Koşeri yemeye işin kalbine gittik: Koshary Abou Tarek. Kesinlikle tavsiye ediyorum; değişik bir lezzet ama en az bir kez denemeli. Mercimek, pirinç, makarna ve acılı ekşili sosların birleşiminin böyle keyifli bir lezzet çıkaracağını tahmin etmiyorsunuz. 
  • The Egyptian Museum (Ulusal Mısır Müzesi): Yeni müzeler yapılmadan önce burası ardiye gibi tıklım tıklım imiş. Bence hala biraz fazla dolu ve çok mühim eserler hak ettikleri gibi sergilenmiyor. Yine de koleksiyonu inanılmaz zengin ve önemli; mutlaka gidilmeli. Özellikle Tutankamon hazineleri başlı başına şaheser kategorisinde. Bu arada hatırlatmak gerek; aslında çocuk yaşta tahta çıkan ve genç ölen Tutankamon büyük ihtimalle firavunlar arasında en fakiri idi! Mısır firavunlarının tahta çıkar çıkmaz ölüme hazırlanmaya başladıkları, mezarlarını kazdırıp hüküm sürdükleri süre boyunca yanlarında götürecekleri hazineleri biriktirdiklerini düşünürsek, daha neler neler olmalı! Ama maalesef Mısır kıymetini bilip korumaya başlayana kadar tüm mezarlar soyulmuş, hazineler çalınmış. Ancak Tutankamon’un mezarı gizli kaldığı, çok geç bulunduğu için bu zenginliğe şahit olabiliyoruz. 
Müzede ilk gezgin
Müze kabartma
Müzede ilk gezgin sırt çantası
  • Kahve & Tatlı – La poire Cafe: Müzenin karşısında lezzetli atıştırmalıkları da bulunan modern kafede ben salep içtim ve Mısırlı tarzın kattığı nüanslar çok hoşuma gitti; tavsiye ederim. 
  1. Gün – Pazartesi:
Sakkara giriş
  • Sakkara Nekropolü: Burası Mısır’da en eski piramitlerin olduğu bir bölge. Hem Giza’daki dünya harikaları yapılmadan önceki denemelerden en ünlüsü Basamaklı Piramit burada. Hem de tapınağıyla birlikte kocaman bir mezar kompleksini kapsayan bir açık hava müzesi. Rehberimiz içine girebileceğimiz ideal piramitin buradaki Unas Piramidi olduğunu söyledi. Giza piramitlerinin içindeki mezar odası ziyaretinin uzun, klostrofobik, kalabalık ve de içinde görülecek hiçbir şey olmamasına rağmen çok pahalı olduğunu öğrendik. Nispeten kısa ve zorlu olmayan bir tünelden Unas Piramidi mezar odasına girdik; ve gerçekten başka bir dünyaya gitmiş gibi olduk! Duvarlardaki hiyeroglifler, tavanlardaki yıldızlar, mezar odasının mimari yapısı ve dokunabildiğimiz duvarların hissi bambaşkaydı. Komplekste hem bu ziyareti (dikkat edin öğlen 12.30’a kadar girilebiliyor mezara) hem de muhteşem duvar resimleri ve hikayeleri ile Idut, Unas-Ank ve Inefert mezar kompleksini ziyaretini şiddetle tavsiye ederim. 
Sakkara piramit
Sakkara mezar
Sakkara piramit içi
  • Papirüs Atölyesi & Mağazası: Sakkara dönüşü rehberimiz bizi çok büyük bir papirüs atölyesine götürdü. Burada hem yapılışını gördük hem de çeşit ve desenlerin en zengin olduğu yerden alışveriş yaptık. Ama sonradan benzerlerinin müze dükkanlarında çok daha uygun fiyata satıldığına şahit olduk. Kağıdın ve üzerlerindeki desenlerin uzmanı iseniz burası doğru adres olabilir ama bizim gibi turistik bir ziyarette anı olsun diye alacaksanız paranızı burada çarçur etmeyin derim. İlla alacaksanız da mutlaka pazarlık edin; bu ölümüne pazarlık konusunu ayrıca yazıyorum.
Giza 1
Giza 2
Giza 3
  • Giza Piramitleri: Giza Nekropolü dünya harikası dev Keops Piramidi ve oğluna ait Kafre Piramidi ile torununa ait Mikerinos Piramidi gölgesinde aile mezarları niteliğinde minik piramitleri ve Büyük Giza Sfenksini kapsıyor. Çok geniş alana yayılan bu açık hava müzesine dev piramidin büyüleyici manzarasıyla başlıyoruz. Gerçekten her açıdan başka bir güzellikte bu zamanlar ötesi yapıya hayran kalmamak mümkün değil. Zaman dar olunca alandaki gezimizin bir kısmını araçla yapıyoruz. Ama panoramik manzaralı bir bölgede yer alan deve alaylarını atlamıyoruz; her turistin farzı şu deveye binme işine girişeceksek bari bunu piramitler manzarasında yapalım diyoruz. Hakikaten de çok eğlenceli, hatta biraz ürkütücü bir deneyim…O kocaman hayvanın üstüne binmek kolay da kalkarken, salınırken ve inişte üstünde kalmak biraz meşakkatli. Turumuzu Senksin arkasında kumların üzerinde gün batarken efsane renklerde bir tablonun parçası olma gururuyla tamamlıyoruz. 
  • Esans Atölyesi & Mağazası: Sonradan bu işin merkezinin Asuan olduğunu öğrendiğimiz, yine rehber kontrolünde (ve elbette komisyonuyla) ziyaret ettiğimiz bir dükkan. Ben yine de seçtiğim 2 esanstan aldım; pazarlık ederek tabi. 
  • Tekstil Mağazası: Rehberimiz bizi sonradan aynı malları üçte biri ila dörtte biri fiyattan başka yerlerde gördüğümüz ama en zengin koleksiyon, konforlu deneme kabinleri ve rahat bir alışveriş deneyimi açısından tatminkar bir yere götürdü. Daha sonra kazıklanmış olma hissini yaşamak istemiyorsanız atlayın derim. Ama her gittiğiniz yerde elli kollu müdahalelerden, ölümüne pazarlık yapmaktan kaçınmak için parayı verir keyfime bakarım derseniz yine de kalite / fiyat performansı bize göre iyi olan çok şey var. Lokasyonunu bilmediğimden yazamıyorum; rehberlere teslim olduğunuz yerlerden. 
  • Merkezde Yemek: Bu kez Mısırlı arkadaşımız ile buluşmak için şehrin en hareketli (bizim Taksim gibi) bölgesinde nispeten sakin bir yerde yemek yedik. Özelliği olmadığı için yazmıyorum.  
  1. Gün – Salı:
NMEC mimarlık aletleri
  • The National Museum of Egyptian Civilization – NMEC (Mısır Ulusal Medeniyet Müzesi): Binası da koleksiyonu da sergileme şekli de çok etkileyici. Herkesin favorisi alt kattaki 20 mumyaya ayrılmış özel sergi ama ben ana sergi salonunu daha çok sevdim çünkü mazinin gerçek yaşantı izleri burada. Antik kozmetik ürünlerinde tıp aletlerine, mumyalama çadırının muhteşem işçiliğinden efsanevi araba süslemelerine kadar her eserin önünde hayet ya da hayranlıkla izleten bir seçki. Kesinlikle atlanmamalı; zaten 20 mumyanın bu müzeye getirilmesi de sergilerin kendisi kadar ihtişamlı bir törenle olmuş. 
NMEC 1
NMEC 2
NMEC 3 protez
NMEC 4
  • Kahire Kalesi dışardan bakış: İslam devletleri hakimiyeti ve Osmanlı dönemi eserlerin ağırlıklı olduğu bu bölgeyi detaylı gezmeye vaktimiz kalmadı. O yüzden sadece uzaktan izleyebildik. Bizim seyahat planımızın önceliği antik Mısır medeniyeti olduğundan başka noktalara ağırlık vermiş olduk. Ama bu dönemin en güzel örnekleri buradaymış; vakit olursa gidin derim. 
  • Ölüler şehrine dışardan bakış: Kahire Kalesinden Khan el-Khalili çarşısına giderken yol üzerindeki devasa bölgenin Ölüler Şehri dendiğini yanından geçerken öğrendik. Polisin bile girmeye çekindiği, konunsuzluk ve suçun kol gezdiği bu yer üzerinde binlerce insanın yaşadığı dev bir mezarlıkmış aslında. İstila edilen yapılar ve mezarlarda sağlıksız koşullarda yaşayan bu insanlar ülkenin tatsız yanlarından birini insanın yüzüne vuruyor sanki. İçine girmeyi bırakın, yol kenarında bile durmamızdan endişe eden rehberimiz bize ancak araçtan görüntü almamızı tavsiye etti. 
Kahire çarşı 01
Kahire çarşı 02
Kahire çarşı 03
  • Khan el-Khalili Çarşısı: Çarşı bölgesine nispeten uzak bir kapıdan girip etramızdaki muhtelem medrese ve külliyelerinin tadını çıkararak içine daldık. İyi ki de öyle yapmışız; gerçekten gündelik hayatın bir parçası ile iç içe geçmişin ihtişamlı yapılarına dokunmak, zarif heybetlerinden pek bir şey kaybetmemiş bu tarihi dokuda dolaşmak nefisti. Çarşının içlerine girdikçe bizim Kapalıçarşı ile Tahtakale arası bir hisle tezgahlardaki cümbüşün renklerini, kokularını içimize çektik. Ama o sınır bilmez satıcılar ve pazarlık kabusu da peşimizdeydi. 
Kahire çarşı 04
Kahire çarşı 05
  • Havalimanı transferi: Zaman kaybetmemek için çantaları sabahtan arabaya koymuştuk; çarşıdan direkt havalimanına geçtik. 

Asuan durakları:

Asuan’a varışımız uçuşumuzun da rötar yapmasıyla iyice geç saatte oldu. Havalimanından booking rezervasyonlu evimize yine önceden ayarlanmış transfer ile geçtik. Burada sadece birkaç saat kalmamız yazık oldu; zira kocaman terası olan çok temiz ve konforlu bir evdi. Ama görmek istediğimiz yer çok, yolumuz uzun olunca güne sabah 4’te başlamayı kabul etmiştik. 

  1. Gün – Çarşamba:
  • Çölde Gün doğumu molası: Daha karanlıkta Asuan’dan özel araç (minibüs) ile yola çıkınca gündoğumu çölün ortasında bir yere denk geldi. Tecrübeli şöförlerimiz de tam saatinde mola vererek bu büyülü anı solumamıza fırsat verdi. 
Çölde gün doğumu
Abu Simbel 01
Abu Simbel 02
  • Abu Simbel – Ramses & Nefertari Tapınakları
  • Tekneye yerleşme: Toplam üç gece kalacağımız ve Asuan’dan Luxor’a Nil üzerinde konforlu yolculuğumuz için odalarımıza yerleştik. Yolculuk gece başlayacağı için bu bize biraz Asuan’ı görme fırsatı verdi. 
  • Fila Tapınağı: Aslında Roma hakimiyeti altında yapılan ama antik Mısır geleneğini takip eden bir tapınak burası. Hem nispeten daha yakın zamanda yapıldığı hem de Nil üzerinde adada yer aldığı için daha çok korunmuş. Asuan kıyısından tekneyle geçmek de başlı başına keyifli bir deneyim ayrıca. Asuan’daki rehberimiz gezi boyunca en sevdiğimiz oldu… Nereem bizi hem güldürdü hem bilgilendirdi; üstelik ufaktan hiyeroglif karakterleri okumaya başlamamıza vesile oldu. 
Fila tapınağı
  • Büyük Baraj Gölü: Bu dünyanın en uzun nehri üzerinde yapılmış en büyük barajlardan biri (şu anda en büyük ikinci baraj gölüymüş) olduğundan tüm turların ziyaret ettiği bir nokta. Antik değil modern tarihin bir parçası olduğu için kısa bir panoramik mola için ideal. 
  • Nübye Köyü Ziyareti: Mısır’da olup da başka bir ülkedeymiş gibi hissetmenize sebep olacak, gerçek bir Afrika deneyimi yaşatacak eğlenceli bir Nil kıyısı köyü. Burada yerel halk tamamen turistik amaçlı bir ziyaret için misafir evleri, timsahlı develi şovlar, çay ve hibiskus ikramları ile duvarları rengarenk yapıların arasında otantik eşyalar, el işleri ve bilimum hediyelik satıyorlar. Biz alışverişten bezdiğimiz için gittiğimiz tatlı misafir evinde çay içip bahşiş bıraktık sadece. Asuan’da gezilecek yerleri bitirip gün sonunda gitmek mantıklı; hem renk ve desen cümbüşünü hem de ışıklı tezgahları görebilirsiniz böylece. 
Nübye köyü 01
Nübye köyü 02
Nübye köyü 03
Nil gemisi kamara
  • Teknede yemek ve yol: Rehberimiz Mira’yı alkışladığımız konulardan biri tekne seçimi oldu. Gerçekten konforlu olduğu kadar şık bir gemide 3 gün boyunca harika vakit geçirdik. Hem buraya gelene kadar yaşadığımız koşuşturmadan sonra Nil boyunca manzara eşliğinde yayarak seyahat enfesti. Yemekler şahaneydi, personel güler yüzlü olduğu kadar zarif ve yeterince mesafeliydi ki bunun Mısır’da kaldığımız kısa sürede bile ihtiyacını hissetmiştik. Üstelik gemideki iki dükkan hem fiyatlarıyla (rehberlere komisyon vermedikleri için uygun olduğunu söylediler) 
Nil gemisi havlular 01
Nil gemisi manzara
Nil gemisi havlular 02
  1. Gün – Perşembe:
  • Kom-Ombo Tapınağı: Yine Ptolemaios dönemde yapılan bu tapınağın kuzey ve güney Mısır’ın birleştiği noktada her iki bölgenin de tanrılarını bir araya getirmek gibi bir misyonu varmış. Bu nedenle ikiz tapınak modelinde; yani yan yana iki giriş, iki koidordan iki kutsal odaya uzanan bir ikileme var. Bir taraf Horus diğer taraf timsah şekilli yerel tanrıya itaf edilmiş. Bununla da kalmamışlar; tapınak duvarlarında tanrılar birbirleriyle eş değiştirmiş olarak nakşedilmiş… Bir nevi swinger tapınak! Duvarlarındaki kabartmalardan başka öğrendiklerimiz de tanrı rolünde halka seslenen firavunların kullandığı, özel akustiği olan gizli oda ve Mısır festival tarihlerini gösteren bir kabartma ile onun sayesinde hiyeroglif yazıdaki rakamlar. Yan taraftaki minik müzedeki mumyalanmış timsahlar kadar ilgi çekici ufak idoller ve kabartmalar da var. Yerel rehberimizin de katkısıyla çok keyifli bir ziyaret oldu. 
Kom Ombo 01
Kom Ombo 02
Kom Ombo 03
  • Edfu – Horus Tapınağı: Burası da Nil turlarınn çoğunda yer alan klasik bir durak. Ayrıca Edfu bölgedeki büyük yerleşimlerden biri. Bizi yerel rehberimiz teknenin yanaştığı limandan at arabasıyla tapınağa götürdü. Yoldaki manzaralar maalesef pek sevimli değildi; daha kapalı kadınlar, daha kaotik sokaklar. Tercih şansım olsaydı tuk tuk motorları seçerdim. Ama tapınak hakikaten etkileyici. Bir kere yıllar boyunca kum altında kaldığı için geç keşfedilmiş; dolayısıyla en korunmuş tapınaklardan. Üstelik çok büyük ve heybetli. Özellikle tamamen ayaktaki ön holü ve arka surların arasındaki koridorlar nefis. 
Edfu 01
Edfu kutsal oda
Edfu kabartma prova
  • Gemide Luxor’a seyahat: Yine konforlu gemimizde olmaktan çok mutu yola devam etikk.. Çay, kokteyl ve yemekle Nil’de seyrederken hem karınlarımızı hem ruhlarımızı doyurduk. 
  1. Gün – Cuma:
Krallar Vadisi Dolunay
Krallar Vadisi dua
Krallar Vadisi merdiven
  • Luxor Krallar Vadisi: Piramitlerden çok sonra, ama yine de çok çok eskilerde, firavunların tahta geçer geçmez çöldeki dağların altına kazmaya başladıkları mezar sarayları işte burada; Luxor’un batı yakasında. O zamanlar Nil’in doğusu yaşam, batısı ölüm için meskenmiş. Pek çok yer gibi yıllardır kitaplardan okudum bu vadiyi gezmeyi merakla bekliyordum. Hem kalabalığı atlatmak hem de Aralık ayı bile olsa çöl sıcağından biraz olsun kurtarmak için sabah erkenden vadiye yol aldık. Vadi girişinde biletlerimizi aldık. Biletler diyorum çünkü birden fazla bilet almanız, bunun için de ya rehberinizin sizi yönlendirmesi ya da önceden araştırıp çalışmanız lazım. Zira vadide çok fazla mezar var; ana giriş bileti bunlardan sadece üçünü gezmenize izin veriyor ve de bazı mezarlar özel bilete tabi. Biz her ikisini birden yaptık… Yani hem önden okuyup ekstra bilete tabi SETI I (en pahalısı bu ve de hak ediyor en güzeli de bu), RAMSES V & VI mezarlarına girmeyi istedğimizi söyledik. Hem de rehberimizin tavsiyesine uyup genel bilete dahil 3 mezarı RAMSES I, MERENPTAH (meşhur Ramses II’nin oğlu) ve RAMSES IX olarak seçtik. Seçimlerimizden de çok memnun kaldık; hem birbirlerine yakın hem de çeşit ve zenginlik açısından en güzellerini görmüş olduk. En ünlü firavun Ramses II’yi isterdim ama restorasyon için kapalıydı. Sonuçta başta SETI I olmak üzere, her birinden ayrı ayrı büyülendik! Hükmettikleri süreye ve güçlerine bağlı çeşit çeşit duvar süsleri, hiyeroglifler, resimlerle rengarenk ve altın bezeli bambaşka bir yeraltı dünyası burası. Etkileyicilik sıralaması yapsam piramitlerle yarışır; öylesine muhteşem. Giza piramitleri hem mimari şimdiye hepsi kalmasa da hem bezeme açısından çok zengin ve çok çok daha eski; bu yüzden yine de birinci olurlar. Ama burası benim Mısır listemde ikinci sırada. Mutlaka görün ve en az 1-2 saat ayırın; önceden gireceğiniz mezarları seçin ve Aralık ayında bile askılı ile dolaştığımızı düşünerek sıcağa hazırlıklı olun derim. 
Krallar Vadisi 01
Krallar Vadisi 02
Krallar Vadisi 03
Krallar Vadisi 04
Krallar Vadisi 05
Krallar Vadisi 06
  • Hatshepsut Tapınağı: Gördüğümüz tapınaklar içinde ne yapısal ne de bezeme açısından en etkileyicisi diyemem ama tarihi, yapılış şekli ve mimarlık / sanat tarihi açısından önemi burayı Mısır listesinde vazgeçilmez kılıyor. Bir kere tapınağı antik Mısır’ın tek kadın firavunu Hatshepsut yaptırmış. Bu özelliği yüzünden de hem kendisi hem yapıları çok çekmiş. Biraz inceleme fırsatınız olursa bu kadın firavunun Mısır tarihindeki önemi ve yarattığı etkiyi çok net görebilirsiniz. Ama ondan sonra gelen firavun Tutmosis III hem üvey annesi hem teyzesi hem de kayınvalidesi olan (evet biraz karışık ama özetle erkek varis veremeyince kardeşiyle evlenen kocasından doğan oğlanı kendi kızıyla evlendiriyor) Hatshepsut’a öylesine öfkeleniyor ki onu tarihten silmeye çalışıyor. Bir miktar haklı da olabilir; sanırım kadın oğlanı genç yaşta savaşa göndererek öldürmeyi denemiş. Ama olmamış ve zaferle dönen Tutmosis III tahta geçince Hatshepsut’u ortadan kaldırmış. Bununla da kalmamış, gördüğü her yerde kadının resimlerini, kabartmalarını, kartuşlarını (firavun isimlerinin yazdığı mühürler) hatta bazen eserlerini yok etmeye çalışmış. Fakat talih ondan yana değilmiş sanki; o nefretini kustukça kadın firavun daha da ünlü olmuş. Bu tapınağın bir başka önemi de dağın içine dağdan oyularak yapılması ile kolonat sistemi. Mısır’ı ziyaret eden Helenler buradaki stilden esinlenerek dorik kolon dediğimiz şekli geliştirip mimarlık tarihinde dev bir iz yaratmışlar. 
Memnon Heykelleri
  • Memnon Heykelleri: Aslında burada daha önceleri yer alan tapınağın girişindeki dev heykellere sonradan gelen Romalı komutanlarca bu isim verilmiş. Geldiklerinde deprem ve taşkınlardan zarar gören yekpare taştan heykellerin içindeki çatlaklardan rüzgar acayip sesler çıkarıyormuş. Kral Memnon’a ithaf ettikleri hikayelereden ismi böyle kalmış. Ama sağolsunlar güzelce restore etmişler. Tapınak ayakta olmadığı için kısa bir mola ile ziyaret edilebilir. Zaten Krallar Vadisinden Karnak Tapınağı yolu üzerinde. 
Karnak Tapınağı 01
Karnak Tapınağı 02
Karnak Tapınağı 03
  • Karnak Tapınağı: Burası beni Giza Piramitleri ve Krallar Vadisi’nden de çok etkiledi aslında. Hatta Mısır sıralamasında en üste koymayı uzun uzun düşündüm ama sonunda objektif olmaya karar verip üçüncülüğe yerleştirdim. Çünkü yarattığı etki ne Giza gibi mimari, ölçek, gizem içeriyor ne de Vadi gibi zerafetli bir zenginlik. Beni büyüleyen, sütunların arasında dolaşırken tüylerimi diken diken eden, hatta gözlerimi dolduran, nefesimi kesen buradaki hikaye. Binlerce yılda yapılan, binlerce yıl tapınılan, binlerce insanın kalplerinde yatan tüm duyguları ve dualarını nakşettiği bu devasa tapınak kompleksi bu yüzden yüreğimin derinliklerini titretti. Tarihini, mimari ve gözle görülebilecek tüm özelliklerini pek çok yerden öğrenebilirsiniz. Ama o salonlarda yürümenin hissini ancak tüm duyularınızla aynı anda mekanı kucakladığınızda hissedebilirsiniz. Geçerken Hatshepsut’un dikili taşına selam vermeden geçmeyin… Tutmosis III onu da yok etmeyi deneyip gömerek sakladığından, zamanın içinden ilk günkü gibi sapasağlam çıkmış; tapınağa tepeden bakıyor. 
Karnak Tapınağı 04
Karnak Tapınağı 05
Karnak Tapınağı 06
  • Luxor Tapınağı: Karnak’a uzun ve iki yanında binlerce sfenks ile döşeli Sfenks Bulvarı isimli antik bir yolla bağlı bu dev tapınak da çok etkileyici. Beni en çok yaşadığı dönemlerin izleri katman katman görebilmek etkiledi. Hatshepsut tarafından yapılan kadın zerafetinde kolonlardan Ramses II’nin devasa heykellerine, kutsal odanın etrafındaki kabartmalardan güneşin yaptığı ışık ve gölge oyunlarına kadar en az bir saatlik bir turu hak ediyor. Nil taşkını nedeniyle uzun süre çamur altında kalan tapınağın içinde, avlunun tam orta yerinde bu yüzden zemini bu seviyeden başlayan bir de cami var. 
Luxor Tapınağı 01
Luxor Tapınağı 02
  • Gemide geceleme
  1. Gün – Cumartesi:
Luxor Balon 01
Luxor Balon 02
  • Luxor Balon Turu: Bizi sabah 4.30’da tekneden alıp önce motorla Nil üzerinden sonra minibüslerle batı yakasında, Memnon Heykelleri’nin arkasındaki düzlüğe taşıdılar. Orada uçuş izni verilir verilmez kalabalık bir telaşla balonlar şişirildi. Her biri azami 4 kişilik 8 gözlü büyük sepetimize toplam 30 kadar kişi toplaştık ve gün ağarırken havalandık. Çok uzaklara gitmesek de Nil nehrini, Krallar Vadisi ve Hatshepsut Tapınağı’nın yer aldığı kahverengi çölün yemyeşil tarlalar, bahçeler ile sınırını, kutu kutu pense evleri, kimi yıkıntı kimi ayakta tapınakların kuşbakışı izlerini ve balonların rengarenk, ışıl ışıl bezediği gün doğumunu izlemek muhteşemdi. 2000 metreye kadar çıkıp alçaklardan süzülerek yolculuğumuzu yan düzlükte tamamladık. Aynı yoldan tekneye dönerken zıp zıp çocuklar gibi şendik. 
Luxor Balon 03
Luxor Balon 04
Luxor Balon 05
  • Hurghada transferi: Tüm transferlerimiz gibi bunuda Mısır’a gitmeden tavsiye üzerine anlaştığımız rehberimiz önceden organize etti. Kendimiz uğraşmak zorunda olmadığımız için minnettar bir şekilde eşyaları yükleyip geniş minibüste yayıldık. Yaklaşık 4.5 saatlik yol boyunca uyuma imkanımız oldu. 
  • Otele yerleşme: Booking üzerinden seçtiğimiz otelden çok memnun kaldık. Yeni yapılmış gibi gözüken binada her yer tertemiz ve konforlu, çalışanlar hem güleryüzlü hem de bu ülkede gördüğümüz en kibar, en yol yordam bilen, belli ki turist görmüş, alışmış insanlardı. Bu otelin kendi plajı yoktu ama 150 EGP (yaklaşık 100 TL / kişi) ücretle girilen bir plaj tam karşısındaydı. Üstelik çok da ekonomik; şiddetle tavsiye ediyorum: TK Royal Spa & Hotel
  • Plaj Sefası: Otelden havlu alıp şıpıdık terliklerle karşıdan karşıya geçtik ve az bir miktar yürüdük. Antalya kıvamında saz şemsiyeleri ve tahta şezlongları ile tatlı minik bir plaja vardık. Önce temkinli adımlarla suyun sıcaklığına baktık; girilebilir olduğuna karar verip kendimizi maviliğe bıraktık. Aralık ayında denize girmek ve Kızıldeniz’in tadına bakmak şahaneydi. Üstüne birer Mısır birası ve patates kızartması enfes oldu. 
Hurghada
  • Otelde yemek ve dinlenme: Çılgın tempolu gezimizden sonra son gecemizde otelde yemeğe karar verdik. Terastaki Hurghada manzaralı İtalyan lokantasının tadını çıkardık. hacı baba resimli etiketi ile şaşırtan yerel bir şişe beyaz şarap da cilası oldu. 
  • Havalimanı transferi & eve dönüş: Otelimiz havalimanına yakın; transfer sorunsuzdu. Tahmin ettiğimiz, bize anlatılan ve kısmen öğrendiğimiz gibi havalimanı geçişi tempoluydu. En az 5-6 kez pasaportlarımıza bakıldı, 3-4 kez bacaklar kaldırıldı. Duty Free dükkanlarında bol alkol olması ve hatta Türkiye girişinden ucuz olması bizi şaşırttı. Kasadaki görevlinin burada bile rafta yazan fiyatlara 3-5 Dolar eklemeye çalışması maalesef şaşırtmadı. Ucuza aldığımız Antalya aktarmalı uçuşumuz rötarsız kalktı. Transfer çıkışı nedeniyle Türkiye girişinde Duty Free tarafına uğrama imkanı olmuyor; bilginize. Ayrıca bizi iç hatlar bagaj alımında bir saat beklettikten sonra valizlerimizin dış hatlar tarafında olduğunu öğrenmemiz, havalimanda oradan oraya koşuşturmamız, Pegasus ve gümrük elemanlarının basiretsizliği sonuçta zamanından inen uçuşa rağmen limandan çıkışımızı çok uzattı. Yine de masal gibi bir yolculuk da olsa eve dönmek güzeldi.
Krallar Vadisinden
Krallar Vadisinden
Krallar Vadisinden

Bütçe & Fiyatlar…

Gezi için yaptığımız harcamaları şöyle kategorize edebilirim:

Ulaşım  / uçuşlar:

  • 9 ay önceden alınmış kampanyalı Pegasus uçak biletleri ( İST – HURG direkt uçuş, dönüş Antalya üzerinden aktarmalı) yaklaşık 200 USD
  • Hurghada – Kahire ve Kahire – Asuan arası Egypt Airways uçuşları 170 USD

Toplam kişi başı 370 USD

Konaklama:

  • Kahire Airbnb – merkezi konuma yeterince temiz (bina pis ama bunu göze almıştık) büyük ve manzaralı bir daire 200 USD
  • Asuan’da tek gece temiz daire 50 USD
  • Hurghada’da tek gece temiz yepyeni otel (2 kişilik 2 apart oda) 90 USD

4 Kişi için toplam 340 $ – Kişi başı 85 USD eder

Rehberlik Hizmetleri:

Kahire için 4 kişilik özel rehber ve tüm lojistik masraflar (havalimanı transferleri dahil): 

Günlük bedel 4 kişi için 250 USD yani kişi başı yaklaşık 62.5 USD

Müze ve Ören Yeri Giriş Ücretleri: 

  • GEM 25 usd/ kişi, 
  • 11 usd national müze, 
  • 17.5 usd piramitler sakkara, 
  • 12.5 usd giza piramitler 
  • 10 usd civilization müzesi = 

Kahire ara toplam 76 $

  • Abu Simbel 15 usd giriş 
  • Asuan Fila giriş 550 ep = 11 usd
  • Asuan Barajı giriş 62.5 ep = 1.25 usd
  • Asuan Nübye çay 200 ep = 4 usd
  • Kom-Ombo giriş 500 ep = 10 usd
  • Edfu giriş giriş 550  ep = 11 usd
  • Krallar vadisi: genel giriş (3 mezar) 750 ep, Seti I 2000 ep, Ramses V&VI 220 ep = 2970 ep toplam = 59.4 usd
  • Hatshepsut Tapınağı 450 ep = 9 usd
  • Karnak Tapınağı 12.5 usd
  • Luxor Tapınağı 500 ep = 10 usd

Kişi başı toplam 218,5 USD 

+ araç transferleri (bazı ören yerlerinde giriş ile gezilecek yer arasında mesafe servislerle alınıyor ki bunlar ayrıca ücretli) + bahşişler 

Bu ekstarların hepsi ve aldığımız sular, kahveler yaklaşık kişi başı 50 USD tuttu

Nil’de Gemi & Yerel Rehberlik: 

  • Nil Nehri üzerinde tam pansiyon (3 öğün açık büfe ile lezzetli bir yemek menüsü vardı) konforlu bir gemide 2 kişilik odalarda, 4 kişi, 3 gün ve gece 
  • Abu Simbel transferi (yaklaşık 3 saat x gidiş geliş) 
  • Abu Simbel, Asuan, Kom-Ombo, Edfu ve Luxor’da yerel rehberlik hizmetleri
  • Luxor’da Hurghada’ya transfer (yaklaşık 4.5 saat) 
  • Asuan’da ve Hurghada’da havalimanı – otel transferleri (toplam 2 kez) 
  • Luxor’da gün doğumunda balon turu

4 Kişi Toplam 4900 USD – Kişi başı 1225 USD eder

Kahire Çarşı Kapı 01
Kahire Çarşı Kapı 02
Kahire Çarşı Kapı 03

Hazırlık Şart…

Mısır’a turla gitmememize rağmen şanslıydık…Birimiz arkeoloji, birmiz tarih, birimiz de sanat ve mitoloji okuyan üç meraklı tip ile bizi dinlemeye hevesli bir dördüncü ile önceden çalışıp gittik. Zaten konunun büyük bir kısmında kendi dallarımızda donanımlıydık; üstüne gitmeden ayrıca mesai harcadık. Nerelere gideceğimizi, neleri atlamadan dönmeyeceğimizi biraz biliyorduk. Buna rağmen tavsiyelere uyup gezimizin hepsini organize edecek ve rotamızda bize eşlik edecek bir rehber tuttuk. 

Size de aynısını tavsiye ederim… Gerek planlama, lojistik, transferler; gerek mihmandarlık ve bilgilendirme; gerek Mısır’ın tatsız ve yorucu tarafına minimum maruz kalmak açısından değer. Üstelik gruba özel rehberlik de çok pahalı değil. Sadece götürüldüğünüz yerlerde alışveriş yaparken dikkatli olun derim. Turla gitmeyi de tercih edebilirsiniz tabi. Ama bizim görmek istediğimiz yer bol, detaylı incelemek için zaman ayırmak istediğimiz yerler özetle önceliklerimiz farklıydı. Bunlara karşılık gelecek turlar ise çok pahalı! 

Nil manzara

Asıl şansımız Mısır’da yaşayan bir dostum olmasıydı tabi. 2019 Yılında organizasyonunda yer alarak TEDxReset konuşması vesilesiyle tanıştığım Lydia Bassaly ABD’den ailesinin yanına Kahire’ye geri göçmüştü. Ve kendisi dokuz aylık hamile haliyle seyahatimizden önce bize yol göstermekle kalmadı; güzeller güzeli rehberimiz Mira’yı bizimle tanıştırdı. Yeni doğan bebeğini eşine emanet edip bir gece bize eşlik de etti. O koca altın kalbini ve sıcacık gülümsemesini benimle olduğu kadar yoldaşlarımla da paylaşarak yorgunluğumuzu hafifletti. 

Nihayetinde biz; dört kadın olarak bağımsız bir geziyi biraz emek, biraz şans ve herşeye güzel tarafından bakmaya çalışarak hem çok keyifle hem de ekonomik bir bütçeyle kotardık. En büyük şansımız ise uyumlu ve neşeli bir ekip olmamızdı. Yoksa sabah 4’lerde yola düşmeler, günlük ortalama 20 bin adımla ve sürekli kazıklanma endişesiyle bile gece karşımıza çıkan UFO danslı zenneye kahkahalarla gülmek kolay iş değil! 

Halı tezgahı
Deve turu
NMEC araba

Mısır Yorulması…

Gezerken yoldaşlarım ve uzun sohbet imkanı bulduğumuz birkaç Mısırlı dostla aralıklı olarak ama tekrar tekrar bu ahlaki,kültürel ve ekonomik yozlaşmanın sebeplerini konuştuk. Bunların arasında çok haşin ve uzun bir din baskısı ve Arap etkisi altında kalmaları, eski medeniyette bile bağımsızlık dürtüsünün eksikliği, antik çağlardan itibaren sömürge olarak farklı güçlerce ezilmeleri gibi tarihsel başlıklar ön plandaydı. Dillerini kaybetmiş olmaları ise neon harflerle en baştaydı. 

Ülkenin şimdiki haline üzülürken kendi karanlıklarını kendilerinin yarattıkları ihtimalini düşünürken buldum kendimi. Mısır’ı ziyaret eden başkalarından da benzer şeyler duymuştum ama bu kadarını konduramamıştım. Hele yıllardır hayranlıkla anlı şanlı dönemlerini, tarihini, mitolojisini okurken. 

Krallar Vadisi kabartma
Krallar Vadisi kabartma
Krallar Vadisi kabartma

Kendilerini kötücül bir kısır döngüye hapsetmişler sanki. Bu kadar çok insana bunca tilkilik, tekinsizlik, dolandırma, kazıklama, kandırma vb bizim şahsen tanıklık etmediğimiz ama duyduğumuz hikayelerden çokça ah biriktirmemiş olmaları imkansız gözüktü. 

Dünyanın 7 antik harikasından tek ayakta kalana, dolayısıyla eşsiz ve sürekli bir turizm kaynağına sahip bu memlekete gelen insanlara kötü niyetle yaklaşarak yarattıkları karma / enerji / beddua; artıka adına her ne diyorsanız… Bu yozlaşmış, kaotik, yoksul ve yolsuz düzenin çıkmazı burası bence. Ahlaki / etik yozlaşma herşeyin onunla birlikte çökmesine sebep oluyor. Haşmetli ve kadim bir medeniyetten sömürülmüş ve yoksullaşmış bir moloz kalıyor geriye.

Bu anlamda Mısır’dayken hem sık sık ve çokça Atatürk’ü andık; minnetle, iyi ki diyerek. Hem de kendi memleketimizin geleceği için endişelendik. Şimdilik bu kadarını söylemek yeterli. 

Krallar Vadisi tavan

Nihayetinde Mısır, kalbi ile zihni arasında sıkışmış bir ülke gibi. Zengin, bilge, heybetli, kadim bir medeniyetin büyülü izini sürüyorsunuz bu çöl diyarında. Kumu, tozu, koyu bir çamur tabakasını eşeleyip bakınca alttan parıl parıl parlayan geçmişi, kimi zaman yüzeye yakın kimi yerde fersah fersah gömülü. Ama bugün acıklı bir sis var üzerinde bu toprakların. Binlerce yıl parlamış bir yıldızın kara deliğe dönüşmesi gibi; şimdi aydınlığı içine çeken bir gölge sanki. 

Sokakları, şehri, insanları dahi karanlık bir kaos hissi uyandırıyor. Yakından bakabildiğimiz bazı hikayeler kalbimize nakış gibi işlenip umut veriyor. Ama koca bir uğultu içinde sesleri cılız bir fısıltı gibi yankılanıyor. Aynı anda hem tüyleri diken diken eden bir sihiri hem de korkutucu bir zehri var sanki. Belki de hep böyleydi de bizim yüzyıllar öteden izlediğimiz sadece beyaz büyücülerin hikayesi. 

Krallar vadisi köşe detay

KERTERİZ PORTEKİZ

İzmir – Lizbon – Porto Üçgeni

İzmir’de yaşayan bir arkadaşım Pegasus havayollarının İzmir – Lizbon uçuşlarının başlaması ile açılan kampanyada ucuz bilet bulmuş. Yazın başında beni aradı ve Kasım’da Lizbon’a gelir misin dedi. Gelmem mi? Atladım tabi… Hem yakın arkadaşlarımdan biri Porto’da yaşıyor; nicedir ona gitmek istiyorum. Hemen birleştirdim konuyu; 2 gün de Lizbon’dan Porto yapar dönerizi kurdum. İzmir’e ne zaman nasıl giderim konusunu sonra hallederim dedim. 

Kasım yaklaştıkça planlar netleşti; ben İzmir’den Portekiz seyahatimi bir Ege çıkartması haline getirdim ve arabamla geze geze İzmir’e vardım. Bu sırada Porto ziyaretinin lojistik ve tarih detaylarını netleştirdim. Nihayetinde iner inmez havalimanından terminale transfer olup otobüs ile Porto yapmaya, 2 gece kalıp kalan vaktimizi Lizbon’a blok olarak ayırmaya karar verdik. 

Çok da isabetli kararlar vermişiz… Bir kere İzmir havalimanı uluslararası terminali çok çok rahat! İstanbul’un kalabalık ve karmaşasından eser yok. Ulaşımından otoparkına, havalimanındaki güvenliğinden terminal erişimine kadar her şey sorunsuz kaymak gibiydi. Öyle ki buradan yurt dışı planı daha sık yapmaya karar verdim! 

Ayrıca sabah erken uçuş ile Lizbon’a gitmek de çok verimli oldu. Havalimanı içinden metro ile otobüs terminaline kolayca geçtik (sadece 2 durak). Porto’ya trenle de gelebilirdik ama otobüslerin hem tarifeleri sık sık hem de çok daha ekonomik idi. Terminalde ilk sefere değil bir saat sonrakine bilet alıp soluklandık, kahvemizi içip bir iki lokma yemeye fırsat bulduk. Üç saatlik bir yolculukla otobüsümüz Porto otobüs terminaline dakikası dakikasına zamanında vardı. Böylelikle hava kararmadan şehre inmiş olduk. 

Porto…

Burada 1.5 gün 2 gece kaldık; yetmedi ve hemen tekrar gelmeye karar verdik. Ama ilk önce Porto yapmak akıllıca imiş çünkü çok daha sakin bir şehir. Lizbon’dan sonra yorgun gitmek yerine Portekiz’e buradan alışmak daha keyifli oldu. 

Porto durakları:

  • Luís I Bridge – Eyfel Kulesi mimarının eseri endüstriyel dönem İncisi bir köprü.  Yükseklik korkunuz izin verirse üstünde yürümeyi kesinlikle tavsiye ederim; muhteşem bir manzara ve harika bir his.
  • Porto Sao Bento – Şehrin merkezindeki tren garı; ama gar deyip geçmeyin. Muhteşem hikayeler anlatan mavili duvar süsleri efsane. 
  • Chapel of Souls – Mavili beyazlı masal gibi kiliselerin en zariflerinden. 
  • Mercado do Bolhão – Hem mimarisi hem içindeki tatlı marketi mutlaka ziyareti hak ediyor. 
  • Church of Saint İldefonso – Yine bir Mavili klise
  • Torre dos Clérigos – Şehrin sembollerinden bir kule
  • Majestic Café – Sofistike bir cafe diyince sözlük karşılığı bu olmalı. İnce işçilikli dekorasyonundan zarif servisine kadar özgün bir mekan.  Avrupa’nın ilk cafesi diyorlar; ilk olmasa da farz diyelim. 
  • Livraria Lello – Harry Potter romanlarına ilham olan, yazarın Porto’da yaşadığı sürede sık sık geldiği efsane kitapçı. Aman dikkat, giriş ücretli be sıra oluyor. 
  • Mercado Ferreira Borges – Bir başka endüstriyel dönem yapısı market. Biz gittiğimizde Noel için ikinci el kıyafet ve aksesuarlar vardı. 
  • Cais da Ribeira – Nehir kenarında biraz dolaşıp keyif yapmak şart. 
  • R. das Flores – Porto’nun eski zenginlerinin malikanelerini barındıran İstiklal caddesi. Etrafında çok güzel tasarım dükkanlar da var.
  • Foz de Douro – Eski Porto zenginlerinin sayfiyesi; şimdinin şık, keyifli ve sakin okyanus kenarı mahallesi. Sadece muhteşem evlerin cephelerini görmek ve okyanusu koklamak, duymak ve hatta dokunmak için gidilir. 

Zaman kalmadı, bir dahaki sefere:

Lizbon…

Lizbon durakları:

Şehirde ihtişamlı çok kilise var. Biz gezi rotasını olmazsa olmaz noktaları işaretleyip oluşturduk. Yol üstünde karşımıza çıkanlardan kimine girdik çıktık. İz bırakan ve önemli sandıklarımızı not düşüyorum; ama çoğu epey etkileyici. 

  • Church of Saint Dominic – Depremler ve yangın atlatmış, bu faciaların izlerini duvarlarında taşıyan çok özel bir mekan. Sadece tarihin izlerini görmek için bile gidilmeli. 
  • Carmo Rahibe Manastırı – Artık yerinde olmayan tavanından gökyüzünü bakmaya, devrinin ihtişamlı mimarisini izlemeye, ve müze tarafındaki küçük ama etkileyici sergiyi gezmeye mutlaka gidin.
  • Padrão Dos Descobrimentos – Portekiz denizci kaşifler anıtı. Modern bir eser ama Belem bölgesi gerisine başlamak için ideal nokta. Harika bir manzara da cabası. 
  • Belém Kulesi – Sehir merkezinden yarım saat mesafede, dantel gibi işlenmiş bir savunma binası. Lizbon hac noktalarından.
  • Jerónimos Manastırı ve Arkeoloji müzesi – Belem dönüşü Lizbon hac noktalarından. Ama Arkeoloji müzesi 2025’e kadar 1 yıl kapalı imiş; gezemedik. Ben tekrar burası için geleceğim. 
  • Museu Calouste Gulbenkian & Centro de Arte Moderna Gulbenkian (CAM) – İstanbul doğumlu, Osmanlı vatandaşı Ermeni çift Gulbenkian ailesinin vakfına ait özel koleksiyonu ve modern sanat müzesi. Dönemin petrol zengini, sonradan İngiliz vatandaşı, Bay %5 diye anılan varlığın izleri bu efsane ozel koleksiyonda görülüyor. Binası, inanılmaz huzurlu zen bahçeleri ve harika sergi mekanları da parçaların kendileri de çok güzel. Kesinlikle gidilmeli, hatta modern sanat sevgileriyle yarım gün ideal. 

Alışveriş:

  • Feira da Ladra (Campo de Santa Clara) – bit pazarı (salı & cumartesi)
  • Mercado de Santa Clara – sabit bir pazar yeri, biz varken plak ve müzik pazarı idi
  • LxMarket – tasarımcı, zanaat ve ikinci el dükkanların olduğu; bol cafe & restoran seçenekli geniş bir alana yayılmış eski sanayi binalarında harika bir ortam. Her yerden yaratıcılık fışkırıyor ve canlı müzik de vardı hafta sonu. 
  • R. Augusta – Bizim İstiklal caddesi misali her tür mağaza, yeme içme bulunan, trafiğe kapalı, şehrin en hareketli caddesi. 
  • Praça de Figueira & Praça de Rossio – Şehir merkezinde, Taksim gibi kocaman ve yancısı iki meydan. Kasım sonundan itibaren Noel pazarları hem gözü hem iştahı doyuruyor.  
  • Espaço Oikos-Plataforma De Encontro E Cooperação – Eski bir kadınlar hapishanesinin çamaşırlık binasında (mutfak da olabilir emin değilim), çok özgün, nefis bir ortamda, tasarımcı ve el sanatları ürünleri satılan bir kooperatif yeri. Sırf gezmek için bile girilir.
  • Miradouro de São Pedro de Alcântara – Şehre tepeden, kalenin karşı yakasından bakan keyifli, manzaralı bir meydan. Yine ortada minik bir Noel pazarı kuruluyor. 

Diğer:

  • Tram 28 – Şehri indi bindi gezmelik nostaljik bir tramvay rotası
  • ELEVADOR da BICA – Tepelere çıkan tramvaylardan biri. Aslında her tepede var ama bu epey popüler.  Mesafe uzun değil ama dik; tramvay saatleri ise 12 dk gibi uzun aralıklarla. En azından bir kere binmek keyifli. 
  • Lisboa Oriente İstasyonu – Hem tren, hem otobüs, hem de metronun ana durağı. Porto’ya gidip gelirken otobüse buradan inip bindik. Mimar idollerimizden Santiago Calatrava’ya da saygı duruşu yaptık.  

Yeme içme & eğlence:

  • Pastéis de Belém – Nata denilince akla ilk gelen, yiyince de ağızda eriyen enfes lezzetin mekanı. Belem turunun ünlem! 
  • A Ginjinha – Ünlü kiraz / vişne likörü mekanlarından. Burayı özellikle çok merkezi  lokasyonu ve yerellerin ayaküstü bir bardak atıp gittikleri özgün bir yer olduğu için sevdim. 
  • Tasca do Jaime d’Alfama – Biz tavsiye üzerine Fado gecesine buraya gittik. 5-6 masalı, ufacık bir mekan ama müziği de yemeği de özgün ve lezzetli. En çok hoşumuza giden solistlerin birkaç şarkıda bir değişmesi; renk renk, çeşit çeşit sesi dinleme fırsatı sunması oldu. Üstelik sonunda güzeller güzeli fado solisti Sonya ile tanışma, kaynaşma imkanımız gecenin süsü oldu. 

Gitmedik ama bir dahaki sefere için listede:

İkinci Portekiz Seferi Şart! 

Neden Portekiz’i çok sevdim; 

Bir kere havası çok güzel; oradan başlayalım… Her daim ılıman bir iklim olduğunu sonradan öğrendim. Sonbahar renklerini görmeyi beklerken iner inmez her yerin yemyeşil hatta çiçekli böcekli olmasından kıllanmıştık zaten. Anladık ki okyanus kıyısındaki ismini de “Ilıman Liman” anlamındaki kelimelerden alan memlekette havalar her daim bahar gibi. Kışı sonbaha yazı ilkbahar tadında anladığım. Kasım sonu, Aralık başı biz çoğunlukla tişört, bazen uzun kollu bir kat ve ceketle dolaştık. Bu ılıman iklim bitki örtüsünü de etkiliyor tabi; çok derinlere dalamasam da yol manzarasında yemyeşil doğa ve yaprakları kızarmış dizi dizi üzüm bağlarından bir fikir edindik. 

Okyanus başka bir şey… Porto’da daha iyi hissettik çünkü Kıyısında dolaşma, suyuna dokunma fırsatımız oldu. İster yumuşak ister heybetli zamanına denk gelin; o dalgaların gücü karşısında biraz soluğunuz kesiliyor. Öyle açık deniz falan gibi de değil, başka türlü bir enerjisi var. Sanki bu gezegenin sahibi benim der gibi egemen; bir yandan da hayat bende başladı benle devam ediyor dercesine bile. Ama asla yumuşak başlı değil; gereksiz tevazuya yer yok. 

Havası suyu iyi de, asıl yaşam şehirlerde derseniz… İşte bu denizci milletin okyanusa açılan dev nehir limanlarında kurduğu şehirlere de, buradaki hayatın tatlı akışına da bayıldım. Aynı okyanusun güçlü dinamizmi ile nehrin akışkan dinginliğinin birleşmesi gibi. Şehir yaşamının içinde tatlı sürprizler, zıp zıp eğlenceler de var; avare molalar, anın tadını çıkaran bir ahestelik de. Sanırım hem daha az insan olduğundan hem de daha kuzeyde olmasından, Porto bir tık daha sakin. Lizbon ise daha kalabalık ve dinamik. 

Ama her iki şehirde de mimar damarımı yakalayıp bırakmayan bir estetik var. Zorlama olmayan, gösteriş meraklısı sonradan görme bir zenginlik değil de; yıllar boyunca ince ince işlenmiş aristokrat bir zerafet gibi. Azulejo dedikleri binaların cephelerini süsleyen seramiklerin renk renk, desen desen şenlendirdiği dev bir kanvas gibi Portekiz’in tepeli şehirleri sayısız açıdan eşsiz manzaralar sunuyor. Süsü de eksik değil; yanlış anlaşılmasın. Şatafat barok da burada, güzel sanatların klasik eserleri de tüm azametleriyle yerlerinde. Calatrava, Koolhaas gibi dünyaca ünlü veya yerel modern mimarların da eserlerinin iz bıraktığı şehirler bunlar. Ama hiç biri birbiri ile yarışmıyor, birbirine kabadayılık etmiyor. 

Zanaatı sanata çevirmiş bir kültürün izini seramiklerden başlayıp başka tasarım ürünlerde de izleyebiliyorsunuz. Porto’daki yerel tasarımcıların ürünlerinin satıldığı mağazadan tutun da Lizbon’daki kooperatif dükkanına, küçük butiklerden tatlı köşe başı cafelerine, hatta şiir ve anlatı salonuna kadar. Ben tasarımın bu abartısız ama vakur duruşundan, burada hayatın temel varoluş payandalarından biri olmasını çok sevdim. 

İşte bu süssüz ama zengin dünyaya daha derin dalmak, müziğinden sanatına kültürünü daha çok sindirmek, Portekiz’de yaşama turist değil dahil olmak için tekrar gitmek ve uzun kalmak istiyorum. Üstelik henüz görmediğim kimi mimari kimi doğa harikası pek çok yer var!

Doğu’nun İncisi Van

Neden ve Nereden?

Türkiye’nin en büyük gölünü ilk coğrafya derslerinden hatırlamayan var mı? Ben o zaman merak etmiştim ilk Van’ı. Ama sonra unuttum tabii; benim dünyama çok uzaktı. Sonra ortaokul yıllarımda halamın kocası, ailenin en büyük Enişte’sinin Van’lı olduğunu öğrendim. O gazla biraz sorguladım ama ne dedi hatırlamıyorum. Konu yine uzun süre rafa kalktı; taa ki annem emekli olup memleketi ve dünyayı gezmeye başladıktan sonra Enişte’nin mihmandarlığında Van’a gidene kadar. Zamanla memleketin zenginliklerini keşfetme merakım arttıkça hedef listemde yukarıya doğru tırmandı. Hele bir de Rezan Has Müzesi için Urartu sergisinin dijital içeriklerini hazırlarken ağzım iyice sulandı. Ama iş güç, tatil kıtlığı ve öncelikler Van’ın yolunu hep tıkadı. 

Zamanımın daha büyük bir kısmını gezi, keşif ve deneyimlere ayırdıkça destinasyonlar sadece hedef koyup planlama yaparak değil, spontane kararlardan da oluşmaya başladı. Ve Van, piyangoyu ucuz bilet kampanyasından kazandı! Gezgin arkadaşlarla indirimleri takip ederken yurt içi uçuşlarında Ekim sonu nereye gidilir sorusunun tam karşısındaydı. Dolayısıyla çok önceden alınmış biletlerimizle İstanbul havalimanından Van’a yaklaşık 2 saat süren bir yolculukla vardık.  

Van’da Görülecek Yerler

Üç gece üç buçuk günlük gezide bu kadar çok yerin hepsini birden gezebileceğimizi sanmıyordum. Hele bir de Ekim sonunda ve ülkenin epey doğusunda havalar iyice erkenden kararmaya başlamışken. Ama seyahat etmeyi hayatlarının ortasında tekrar öğrenci olmayı göze alacak kadar çok seven tarih ve arkeoloji tutkunu arkadaşlarımla mükemmel bir ekip oluşturduk. Erken kalkan yol aldı; hem dolu dolu gezildi, hem göl tavaf edildi, hem de yerel lezzetler kapasitemizin sınırlarını zorlayacak miktarda tüketildi. 

Gezi rotamızın başlıklarını kronolojik sırada veriyorum. Biz zamanı çok verimli kullandık; belki tekrarlamak istersiniz… 

  • Van Müzesi: Geziye buradan başlamak harika bir karar oldu… Bölgenin tamamından çıkarılan eşsiz kalıntıları görmekle kalmadık; Van’ın heybetli atası Urartular başta olmak üzere tarihi, coğrafyası ve kültüründe sırılsıklam ıslandık. Böylece gezimizin geri kalanını kolaylıkla sıraya koyup gittiğimiz yerlerde gördüklerimizi çok daha iyi anlamlandırdık. 
van müzesi 1
van müzesi 2
  • Tuşpa Kalesi: Urartu krallığının MÖ 9. yüzyıldan yıkılışına kadar başkenti Tuşpa, yeni Van’ın atası. Merkezin hemen yanı başındaki Kale de bölgenin tümüne hakim, heybetli bir tepeden şehri, gölü ve etrafını saran dağları izlemekte. Kale girişi pek çok ören yeri gibi Müzekart ile ücretsiz; üstelik fiziksel karta gerek yok, telefonlarımızdaki aplikasyondan barkod oluşturup kolayca girdik. Surların eteklerindeki kapıdan girdiğinizde yukarı tırmanan yolu çıkmak sadece manzara için bile değer. Maalesef kale içinde çok fazla gezecek kalıntı yok. Ama asıl cevheri dönüş yolunda suyu takip ederken bulduk. Üst üste binen tüm medeniyetlerde olduğu gibi burada da Urartu duvarlarının üzerine Selçuklu ve Osmanlı dahil pek çok ekleme yapılmıştı. Hangi duvarın en eski olduğunu tartışırken kafeteryanın yanındaki yoldan şahane bir köşe keşfettik. Hem Urartu sur duvarlarından sağlam kalan koca bir kütlenin kenarındaki çivi yazıları hem yanındaki muhteşem salkım söğütler hem de içeri doğru süzülen yolun masalsı güzelliği ile büyülendik. Üstelik fotoğraf çekmek için de harika bir noktaydı. 
van kalesi 1
van kalesi 2
  • Çavuştepe: Urartu’nun mühim kalıntılarından biri Çavuştepe’ye hem zamanına göre olağanüstü hassaslıkla inşa edilen taşlarındaki çivi yazılarıyla büyüleyici tapınak kalıntısını görmek hem de onun kadar ünlü Mehmet Kuşman ile tanışmak için gittik. Van’a vardığımız gün müze ve kaleden sonra vakit kalınca soluğu burada aldık. Muradımıza da erdik… Van’ın bir başka yüzü olan bozkırlarla, çıplak dağlar ve yeşil vadilerle çevrili bu muazzam tepeden doğanın ve tarihin nefesini içimize çektik. Çivi yazılarının üzerinde parmaklarımızı gezdirdik. Halen devam eden kazı çalışmalarında daha kim bilir neler çıkacağının spekülasyonunu yaptık. Ve en sonunda Mehmet Amca ile tanıştık. Aslında ören yerinin bekçiliğini de yapan meşhur Urartulu ile girişte selamlaşmıştık; ama hele bir gezin gelin öyle konuşuruz demişti. Biz de dönüşte kalıntıların eteğindeki taş binada, Mehmet Amca’nın atölyesini gezip hikayesinden kupleler dinleme fırsatını kaçırmadık. Merak edenler araştırabilir veya baş kahramanlarından biri olduğu Enver Şengül’ün kitabı Kayıp Zamanın Bekçisi kitabını okuyabilir. Zira kendi kendine Urartuca öğrenen, bu kayıp dili dünyada bilen az sayıda kişiden biri olmakla kalmayıp, konuşabilen nadide bir cevher Mehmet Kuşman. Sohbet etmekten gururlu; atölyesinden aldığımız kitapların içine Urartuca isimlerimizi yazınca ayrı bir heyecan duyduk. Sırf bu çakır gözlü, siyah çivi yazılı madalyonlu aydınlık ruhu tanımak için bile gidilir. Ama sezon dışı orada olmayabilir, dikkat edin. Zira kendisi ulusal ve uluslararası kongrelere, etkinliklere çağrılıyor sürekli. 
çavuştepe 1
çavuştepe 2
çavuştepe 3
çavuştepe 4 mehmet amca
  • Van Gölü Rotası: Kaba bir hesapla gölün etrafında arabayla toplamda 5-6 saat sürebilecek bir yolu, gezi rotaları ve molaları ile bir günde tamamlayabilmek için yola sabah 6.30’da çıktık. Muhteşem güzellikle manzaralar eşliğinde kah dağ eteklerinden kah su kenarından giderek Tatvan’a vardık. Rotamızın mühim noktalarından biri Nemrut Krateri’ne (bu o ünlü Nemrut Dağımız değil ikincisi) Tatvan çıkışından saptık. Krater yolundan Tatvan’a geri dönüp oradan Ahlat, Adilcevaz, Sodalı Göl ve Eriş üzerinden Van’a geri döndük. Gün boyu içimizi ısıtan güneş suyun üzerinde kıpkızıl bir gökte kaybolunca hava birden soğudu ve yemek yemeye içeri kaçtık. 
van nemrut krateri
  • Nemrut Krater Gölü: Türkiye’nin değil dünyanın en büyük volkanık krater göllerinden biri olan bu eşsiz yeri görmek zorundayız dedik. Hakikaten de tırmanışa değdi… Taş döşeli yolu çıkarkenki göl manzarasından başlayıp kraterin içine girdiğimiz anda kar kaplı yamaçlardan yeşil vadilere, taşlık kıyılardan mavi göl ve göletlere kadar bütünüyle nefes kesici bir güzellikte. Su kenarında birkaç noktaya kadar giden yoldan araçla ilerleyebileceğimiz kadar gittik. Yıllar önce burada doğaya salınan ayıların ününden ve kışa girerken saldırgan olabileceklerinden korkarak yayan dolaşmakta çok da ısrar etmedik. Ama ayna gibi gökyüzünü yansıtan berrak sularından kraterin kenarındaki kartopu savaşına kadar harika bir deneyimdi. 
van nemrut krater gölü
  • Ahlat: Göl kıyısında sevimli bir yerleşke olan Ahlat, en çok Selçuklu dönemi kalıntıları ile meşhur. Üstelik yeni yapılarda bile yöreye özgü taşlarla kaplama yapıldığı için özgün görüntüsü bozulmamış. Van’da pek çok yere örnek olabilecek bir koruma ve imar çalışması.
    • Arkeoloji Müzesi: Küçük ama sevimli müze kısa bir ziyareti hak ediyor. Zaten mezarlıkların hemen yanı başında. 
    • Selçuklu Mezarlığı: Dünyanın en büyük eski Müslüman mezarlığı imiş burası. Ama kapladığı alanın devasa boyutu kadar, hatta ondan çok daha fazla etkileyici Selçuklu mezar taşları. Hepsi ince ince dantel gibi işlenmiş, kimi azamatli kimi sempatik boyutlarda dikdörtgen taş blokların her biri kendine has bir hikaye anlatıyor gibi. 
    • Kümbetler: Bölgenin en büyük ve en etkileyici kümbetleri  burada. En az birine gitmenizi öneririm; zaten gezmesi çok kısa sürüyor. Geometrisinden ışığa, toprakla dans eden renklerinden huzur dolu havasına kadar ziyarete değer. 
ahlat selçuklu mezarı
ahlat mezar
ahlat kümbet
  • Adilcevaz: Buradaki kalıntıları gezmeye vakit ayıramadık; ama muhteşem bir kahvaltı ettik. 
van süphan sodalı
  • Sodalı Göl & Süphan Dağı: Gölün güney kıyılarındayken tepesindeki bulutlarla daima bizi tepeden gözetliyor gibi duran Süphan Dağı, kuzeye gittikçe daha dost canlısı gözükmeye başladı. Karlı doruklarına yaklaştıkça, evin bir köşesindeki sessiz ama sağlam duran, az biraz korku ile karışık saygı duyduğum enişteme benzettim Süphan’ı… Hem çok yakın hem çok uzak, koruyan kollayan ama sırnaşmayan bir dev. Van Gölü’nün kenarında yancılık yapan bir gölet, Sodalı Gölün kıyısından baktığımızda biraz yıpranmış bir görkemle dalmış uzaklara bakıyor gibiydi. 
van süphan dağı
sodalı göl van
  • Ahtamar Adası: Van’ın en meşhur gözdesini en sona bıraktık. Üçüncü gün, şafakla birlikte olmasa da 8.30’da başlayan Ahtamar feribotlarına yetişmek için yine sabah erken yola çıktık. Güneş sırtımızı sıvazlarken virajları aheste aheste alıp Gevaş’ın az ilerisindeki iskeleye vardık. Saat 9 gibi bindik; yarım saate kalmadan adadaydık. Birlikte geldiğimiz tur grubu vesilesiyle teknenin 1.5 saat sonra dönmesine önce itiraz ettik. Ama uzun görünmesine rağmen o kadar zaman anca yetti. Gerçi yavaş yavaş, tadını çıkararak gezdik ama bıraksalar biraz daha bile kalabilirdik. Klisenin kendisi, yapısal olarak ve kabartmaları ile zaten çok etkileyici. Biraz da meraklıysanız ya da adadan eksik olmayan tur gruplarından birine kulak kabartırsanız hikayeleri de çok ilginç. İçerisi de etkileyici; özellikle orantılar ve küçük pencerelerden süzülen muhteşem ışık. Biraz Kars’taki Ani harabelerini andırıyor. Ama ada ile birlikte bütünüyle korunmuş olan bu nadide mücevher bir ayrı parlıyor. Kesinlikle yarım gün ayırmaya değer. 
ahtamar 1 tekne
ahtamar 2
ahtamar 3
ahtamar 4
ahtamar 5
ahtamar 6
  • Van Çarşı: Maalesef Van’da eski şehir diye bir şey kalmamış.. Ne eski bir çarşı ne korunmuş bir mahalle hatta yapı adası bile yok. Çok araştırıp soruşturduktan sonra “Van kilimi ya da hediyelik eşya nereden buluruz” sorusundan hareketle Rus Pazarını bulduk. Şehir merkezindeki bu birkaç sokaktan oluşan şimdiki adıyla Avrupa Halk Pazarı sayesinde eve elimiz boş dönmedik. Hatta aradığımızdan fazlasını bulduk; çünkü sadece incik boncuk satıyor gibi görünen birkaç dükkanda antika hazineler vardı. Arkadaşlarım en çok burada vakit geçirirken ben çoktan gözümü köşedeki kilimciye dikmiştim. Az bir pazarlıkla bavula sığdırabileceğim en büyük boyda harika bir kilimi uygun bir fiyata aldım. Bakırcılardan da birkaç hediyelik ve bir bilezik ile kotayı doldurdum. 

Gidemediklerimiz

Listemizde olmasına rağmen zaman kalmadığı veya biraz uzun mesafede oldukları için bir dahaki sefere bıraktığımız Van ve civarındaki diğer yerler de bunlar: 

  • Ahlat Harabe Şehir
  • Ahlat Madavans Vadisi
  • Kef Kalesi
  • Hoşap Kalesi
  • Muradiye Şelalesi
  • Dönemeç Şelalesi
  • Yedi Kilise & Yoncatepe Nekropolü
  • Süphan Dağı Trekking Rotası
  • Vanadokya Peri Bacaları
  • Van Başkale Akçalı Travertenleri
  • Bahçesaray
  • Hizan

Van’da Nerede Ne Yemeli?

Daha önce Van’a gidenler, orada yaşamış dostlar ile internet ve Google abinin desteğini aldık bu konuda. Hepsini deneyemedik ve denediklerimiz hepsi harika değildi. Ama Van gezisinin parlayan gastronomi yıldızları bunlar: 

  • Urartu Han: İlk geceki yemek o kadar lezzetliydi iki ikinci gece de buraya gittik. İlkinde yerel lezzetlerden tadımlık bir asorti olan Han Sofrası menüsüne soğan dolması ekledik; muhteşemdi. İkinci kez başka lezzetler denedik; hepsi leziz hepsi özel tatlardı. Kahvaltı konusunda başka bir yerde kötü bir deneyim yaşadıktan sonra son sabah kahvaltısına da buraya geldik. Gerçek Van kahvaltısını burada yedik; birkaç gün yetecek dolulukta midelerimizle uçağa binip eve döndük. 
urartu han sofra
  • Kuşhane: İkinci gecemizde kapalı gününe denk gelince son gece gittik… Çok aç değiliz, tatlı yiyelim diye sofraya oturup kalan yöresel yemeklerden en varsa götürdük. Küçük ama sevimli, özgün dekorasyonu ve zarif hizmeti ile kalbimizi kazanan harika lezzetlerle bizi mutlu eden özel bir yer. 
kuşhane sofra
  • Ahlat Sofrası: Ahlat’tan çıkıp gölün kuzeyine doğru yol alırken açlıktan ölmek üzereyken Adilcevaz’da görüp durduk. Kahvaltı saatini kaçırdığımız ve elektrikler de kesik olduğundan ne varsa onu yedik. Ama olanlar görünümde mütevazı ama çok çok lezzetliydi. Kavurmalı yumurta efsaneydi, ceviz ve ahlat reçelleri ise daha sonra bir daha yakalayamadığımız lezzetler oldu. 

Göl İncisi

Daha uçak gölün kenarındaki havalimanına inerken engin maviliği göz kamaştırıyor Van Gölü’nün. Kaleye tırmandığımız andan itibaren etrafı heybetli dağlarla çevrili bu mavi dev ruhumuzu sarmaladı. Kendimizi sürekli deniz kıyısında gibi hissediyorduk ama tam da değil. İkinci gün merak edip Van’ın rakımına bakınca jeton düştü; ortalama 1700 metre rakımda bir denizdi bu! Aynı zamanda hem yumuşak hem haşin hem sevimli hem biraz ürkütücü olmasının sırrı buradaydı. 

Okuduğumuza göre yazın bile çok sıcak olmayan gölün kıyıları hakikaten bölgenin sayfiyesi görevini görüyor. Bir de sıcak mevsimde gelip göle girmeye; hatta Adilcevaz tarafındaki kumsal sahillerden birinde keyif yapmaya karar verdik. Zaten gitmeye fırsat bulamadığımız pek çok doğal ve tarihi nokta kalmıştı. Serin şelaleler başta olmak üzere Van’ın bir de ıslak tarafına dokunmaya tekrar gideceğiz. Hem bu kez ünlü inci kefalini ne taze ne de çarşıda gördüğümüz etkileyici kurutulmuş haliyle tatma fırsatımız olmadı. Henüz kabukların ardındayken sessizce parlayacağı anı bekleyen Doğu Anadolu incisi Van’a tekrar daha uzun soluklu gelmek niyetiyle…

van çarşı
inci kefali kuru
Nemrut krater gölü kar

Sicilya Kazan Ben Kepçe

Sicilya zemin yatay

Yunan Kolonilerinin İzinde

İtalyan ana karasını çok çok eskilerde eni konu gezmişliğimden ileri, Sicilya’ya vakit kalmamasından beri içimde ukteydi bu Akdeniz adası. Yeni bir dostun daveti vesile oldu; bu yaz uzun soluklu bir programla Sicilya’daydım. Hem adanın altını üstüne getirdim hem de ana karada çizmenin topuğuna sıktım, burnunu deldim. 

Yunan kolonilerinin ilk kurulduğu uzak diyarlardan biri Sicilya. O yüzden Avrupa’nın en eski Helenistik kalıntılarına ev sahibi. Üstelik Akdeniz havzasının ortasında, güç ve göçlerin oyun alanı bu koca ada. Bu yüzden yüzyıllardır medeniyetlerin kaynadığı bir kazan olmuş; bizim Anadolu’ya göz kırpıyor. Dolayısıyla hemen kanımız kaynıyor, ısınıyoruz Sicilya’ya… hem ruhen hem de fiziken; zira sıcak ülke burası da! 

İstanbul’dan Sicilya’ya direkt uçuş benim gittiğim zamanda sadece Katanya üzerinden vardı; ben de oradan konuya girdim. Ama Palermo ile adanın en büyük şehirlerinden olan bu kenti gezmedim. Direkt olarak en eski ve en ünlü yerleşimlerden Siraküza’ya geçtim. Zaten davet edildiğim programın merkez üssü de burasıydı. Programın amacı ABD’li tasarım öğrencilerine Avrupa ve kültür aşısı yapmak amacıyla tasarım akademisi MADE ile bir yaz okuluydu. Ben de ev sahibim tasarımcı ve eğitmen Carey Watters davetiyle gözlemci rolünde ekibin Sicilya macerasına eşlik etme fırsatı buldum. 

Siraküza gece

Siraküza’da Yaşamak

Sicilya’daki en uzun konaklamayı Siraküza’da yapınca burası bir nevi evim gibi oldu. Kimi zaman adanın çeşitli yerlerine buradan günübirlik yolculuklar yaptık. Kimi zaman da bu aheste kentin ritmine kendimizi bıraktık. Bunun için de geçmiş zamanın patinasını sokaklarında, binaların cephelerinde taşıyan eski merkezde kaldık. Adanın ucundaki ada Ortigia bizim İstanbul’un tarihi yarımadası gibi. 

Karaya iki yan yana köprüyle bağlanan minik bölgede tamamen yaya dolaşmak mümkün. Hatta tavsiye edilir; çünkü araba problem. Hem Sicilya’nın deşifre etmesi zor park kuralları hem de kimi tek yön dar sokaklarıyla Sultanahmet’i aratmıyor. Biz de öyle yaptık… Katanyadan Siraküza’ya sık tarifeli bir otobüsle geldikten sonra kendimizi taksiyle dairemize atıp gerisini yayan yaşadık. Zaten her yer yürüme mesafesinde. Ekipçe organize edilen gezintilere de adanın kenarındaki duraktan topluca otobüslerle gittik. Sadece özel olarak gezmek istediğimiz yerlere giderken birkaç günlük araba kiraladık. 

Sicilya planı yapanlara hangi rotayı takip ederseniz edin bir yeri baz alıp oranın sokaklarına aşina olun, insanını tanıyın, yemeklerini tadın derim. Yani birbiri ardına boncuk gibi dizilmiş turistik yerleri sıraya koymaktansa bir merkez seçip beş duyunuzu oraya senkronize etmenizi tavsiye ediyorum. Ben öyle yaptım; sonuçtan çok da mutluyum. Üstelik adanın en ünlü yerlerinden çoğunu da görmeyi başardım. 

Sirküza sahil 2
Sirküza sahil  gece
Sirküza sahil 3

Önemli not: Sicilya’da zaman yavaş akıyor. Aceleniz varsa gitmeyin diyecek kadar sabır zorlayabilir. O yüzden hayatın ritmini onlara göre ayarlamakta fayda var. Aslında biz Türkler ile çok benziyor çalışma şekilleri. Hem ahestelikte, hem plansızlıkta hem de boşverme kapasitesinde. Ne de olsa Akdeniz ruhu; aynı iklimin çocuklarıyız. 

Bütün Sicilya ve güney İtalya rotamı yazının sonuna harita bağlantıları ile koyuyorum. Seç beğen al modeli yapabilirsiniz… Ama beni en çok etkileyenleri burada ayroca not düşmek istiyorum: 

  • Arkeolojik Park: İlk Yunan kolonilerinden biri olan eski şehrin kalıntıları yanında Roma döneminden de izler var. Ama en etkileyici tarafı aynı zamanda bölgenin inşasına kaynak sağlayan taş ocakları ile bu alanda yerleştirilmiş dev heykeller. Polonya asıllı İgor Mitoraj Koleksiyonun büyük kısmı Siraküza Arkeolojik alanında yer alıyor ve gerçekten çok etkileyici. Mitolojiden esinlenen ve özellikle İkarus’un başrolde olduğu eserler göz kamaştırıcı. Sicilya’da başka tarihi yerlerde de görülebilen Igor Mitoraj eserleri tarihin ve doğanın içinde ona ait, günümüze bırakılan izler gibi.  
Arkeolojik Park 1
Arkeolojik Park 2
Arkeolojik Park 3
  • Arkeoloji Müzesi: Çok ama çok eser var… Sadece bu şehrin değil adanın pek çok kalıntısı burada. Eserleri seçip öne çıkartmak yerine yığınlar halinde sergilemeleri beni çok etkilemedi açıkçası. Ama meraklısına tam gün mesai eder. Özellikle tarihin en güzel sikkelerinin teşhir edildiği özel salon görmeye değer. 
Ortigia Adası Sokakları 1
Ortigia Adası Sokakları 2
Ortigia Adası Sokakları 3
  • Ortigia Adası Sokakları: En az bir gün ayırın derim, ama ideali birkaç gün farklı rotaları deneyimlemek. Üstelik şehrin kenarında kayalıkların arasından Akdeniz’e dalabileceğiniz merdivenle inilen minicik plajlar var. 
  • Apollon Tapınağı: Zaten adanın girişinde, en turistik mekan; kaçırmaya imkan yok. İki dua bir niyet ediverin; ne de olsa kahin tanrının meskeni. 
  • Balık pazarı: Her güney İtalya ve Sicilya temalı gezinin olmazsa olmazı deniz ürünleri burada sahnede. İster hepsinden azar azar ister sırayla tadın. Ben külahta karışık kızartmalardan şarküteri tabağına kadar hepsini denedim; üzüldüğüm olmadı. Bir tarafı da turistik eşyalar satılan standlarla dolu. Fiyatlar normal; zaten aşağı yukarı her yerde aynı. Yalnız pazar her gün sabah erken kurulup öğleden sonra toplanıyor; akşama kalmayın. 
  • Kukla Müzesi: Mini minnacık bir özel müze. Siraküza’ya özel kukla modellerinin tarihçesi ve en güzel örneklerini görmek için ideal. Bir de gösterisi var ama ben ona gitmedim. 
Siraküza kuklaları
  • Kale: Uzaktan bir kale daha, gördüm içini gezmeye gerek yok izlenimi bırakıyor. Birkaç gün de o yüzden sıra gelmedi gitmeye; ama girince iyi ki dedim. Hem adaya harika bir bakış hem de yüksek tavanlı ana holdeki tonozlarda volkanik taşları görmek etkileyici. Burada da sanat eserleri serpiştirilmiş; bir iki saatini ayırmaya kesinlikle değer. 
Siraküza Kalesi
Siraküza sahil 1
San Giovanni Yeraltı Mezarlığı
  • San Giovanni Yeraltı Mezarlığı: Aynı kafayla bir başka yer altı mezarlığı daha, gördüm bunları deyip geçme potansiyelimi ucundan sıyırdı. O kadar büyük o kadar etkileyici ki iyi ki kafaya kaskı takıp yarım saatlik turlardan birine dalmışız dedik. 
  • Piazza Santa Lucia bit pazarı: Annemin izinden bit pazarı delisi oldum; her gittiğim şehirde kovalıyorum. Ama bu başka güzel! Öyle ki iki pazar üst üste gittim. Sadece pazar sabahları kurulup öğleden sonra yine seyrelerek kapanıyor. Eskiler, antikalar, döküntülerle birlikte keşfi bekleyen nadide parçalar burada. Ben eski çizgi romanlardan İtalyan orijinaller, birkaç eski takı ile bir iki de yeni elbise aldım. Zira eski eşyalar bir yanda, yiyecekler bir yanda, bir köşede de bizim pazarlar gibi yeni malzemeler var. 
  • Madonna delle Lacrime Katedrali: Bu nispeten yeni, modern katedrali biraz da mesleki meraktan ziyaret ettim. Faşist İtalya’nın modern zamana geçişinin devasa bir anıtı gibi. İçindekilerden çok binanın kendisi ve o piramidal yapının altında hissettirdikleri etkiledi. Zevk meselesi, isteyene değişik bir atmosfer. Altındaki minik müzede Katolik mucizelerinden birinin hikayesi ve anılarını da görebilirsiniz. 
Madonna delle Lacrime Katedrali 1
Madonna delle Lacrime Katedrali: 2

Gördüklerin Senin Olsun Yediklerini Anlat 

  • Eski bir avluda geleneksel Sicilya sofrası,  ekonomik menü sıcak esnaf

Il Cortile di Archimede-Bistrot Ristorante in Ortigia Siracusa 

https://maps.app.goo.gl/pBUPLgsrHvZSwZjE7

Bir şarküteri tabağı bu kadar lezzetli ve estetik olabilir… Herşeyden biraz ve hepsi enfes! Yediklerimizin en iyisi. Yerel şarap ve biralar da hem uygun hem lezzetli 🤌🏼 Biz o kadar sevdik ki ertesi gece de gittik. Mürekkep balığı mürekkebi ve kalamarlı arancino Sicilya’da yediklerimin en iyisi. Göz ve karın doyurucu büyük şarküteri tabağında da var.

https://maps.app.goo.gl/8cyfJ9oku2ovcYdNA

İnce detaylarına kadar düşünülmüş nefis mekan, lezzetli yemekler ve sofra şarabı.  Biraz pahalı diğerlerine göre.  

https://maps.app.goo.gl/hpKzoja3tuvxb4GK6

  • Sicilya sokak lezeeti Arancino için burası:

Antica Giudecca – Pizzeria, Biscotti, Arancini, Take Away

Fırın gibi düşünün ,  iki masasi var ama slip elde yemelik aslında.  

https://maps.app.goo.gl/W5f6yzhNCw1kP8Md8

Dondurmacılar:

https://maps.app.goo.gl/wCh6Y5EnKfMuqLgt5

https://maps.app.goo.gl/9encpDhUxbFZvoo27

Sicilya’nın Mücevherleri

Adanın en kozmopolit, en fıkır fıkır kaynayan şehri Palermo’yu rotada da yaptığımız gibi sona bırakıyorum. Onun dışında bir kısmını kalabalık bir grupla topluca gezdiğimiz en turistik noktalardan kendi başımıza arabayla keşfettiğimiz güzellikler bunlar: 

Taormina 

Çok dik bir yamaçta inşa edilen kent Sicilya’nın en turistik yerlerinden. Hem düzgün restore edilmiş Yunan / Roma Tiyatrosu ve etrafındaki kalıntıları hem dokusu korunmuş sokakları hakikaten etkileyici. Ama ne o lüks markaların donattığı yayan cadde Corso Umberto ne de görmemiş turistlerin heyecanla kameralarını uzattığı cephelerdeki balkonlar kendimden geçmeye yeterli değildi. Evet, gidip görmeli ama bir gün yeter. Özellikle yaya trafiğinin sıcak güneşle kaynadığı kısmı bana itici bile geldi. Tam bu karmaşadan kaçmaya çalışırken sığındığımız Villa Comunale di Taormina bahçeleri cennet gibi bir esinti oldu. Hem Roma kalıntıları ile bezeli hem de harika yeşillikler içinde; üstelik manzara da şahane. 

Özellikle araştırıp gittiğimiz fırınımsı kafe bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Arancinolarımızı burada yedik; en çok ıspanaklı peynirliyi sevdik: Rosticceria Da Cristina 2https://maps.app.goo.gl/AdqrKJGLmDWdgR1H6 

Taormina tepelerinden sahile teleferik de varmış. Biz arabayla yılan kavisli yolları inip de deniz kıyısına varınca gördük. Ama ünlü birkaç plajından birinin karşısında yürünebilir bir ada var: Isola Bella adasında bir de şapel var. Suyu serin ve taşlık, halk plajı da var denize sıfır tesisler de ama bunlar biraz cüzdan yakan cinsten. 

Taormina 1
Taormina 2
Villa Comunale di Taormina

Agrigento – Valley of Temples 

Bu Tapınaklar Vadisini görmeden Sicilya’dan dönmeyin; nokta. Dönemin Yunan kolonileri arasında en zengini olan Agrigento, bir tepenin üzerine şu anda yedi tanesi ziyaret edilebilir ölçüde restore edilmiş heybetli tapınaklar yapmışlar. Yine bir Igor Mitoraj eseri olan düşmüş İkarus ile renklenen antik yolda ilerlerken etkilenmemek mümkün değil. Anadolu mirasımızın ne kadar ihtişamlı, zengin, derin ve kadim olduğunu fark ediyorsunuz ayrıca. Her Avrupa gezimde olduğu gibi burada da yine memleketin kültür ve doğa mirasının hak ettiği önemi, dikkati, ilgiyi görmemesi yüreğimi cız ettirdi. 

Agrigento - Valley of Temples 1
Agrigento - Valley of Temples 2

Villa Romana del Casale

Heyelan nedeniyle toprak altında kaldığı için bütünsel olarak korunmuş bir Romalı malikanesi Villa Romana del Casale ve çok da güzel restore edilmiş. Bizde tillahı var bunların, demeyin, gezin görün. Zeugma gibi tarihin penceresine göz kırpan nitelikte mozaikler var. Özellikle bikinili kızlar çok popüler ve ünlü. Ama ben mitolojik hikayelerin ve egzantrik hayvanların sergilendiği büyük salonu daha çok sevdim. 

Villa Romana del Casale

Etna National Park 

Başka ne zaman aktif bir yanardağa bu kadar yakın çıkabilirsiniz? Nadide bir doğa parçası ve Etna Milli Parkı’nın çok bilinçli, donanımlı rehberler eşliğinde yürüyüş yapabileceğiniz nefis parkurları var. Hem manzara efsane hem de farklı dönemlerde patlayan Etna’nın püskürttüğü taş parçalarının toprağı kaplayan farklı tonlarda örtüsü büyüleyici. Kendine has bir iklimi var, tedarikli gitmeyi öneririm. Turistik malzemelerin, volkanik taşlardan süs eşyalarının satıldığı minik ahşap binalardan bazılarında kafeteryalar da var. Bizim durduğumuz yerde Etna likörleri de satılıyordu. Kırmızı %70 alkol oranlı şişeden daha fazla almadığıma pişmanım; o ne lezzet yahu! 

Etna 1
Etna 2
Etna 3

Noto

Bir başka zengin şehir daha… Ama bu daha yenice. Barok mimarinin mücevher gibi binaları, malikaneleri ile süslü bu küçük şehirde sokakları dolaşmak, birkaç binanın içini gezmek için birgün ayırmanızı tavsiye ederim. Bizim gittiğimiz gün tesadüfen klasik arabaların turu buradan geçiyordu! Aman ne keyif ne şamata bu filmlerden çıkma araçların içine kurulan teyzeleri amcaları izlemek el sallamak! Şansımız hem zamanlama hem de lezzet durağı bulma konusunda on ikiden vurdu… 

Noto araba
Noto 1
Noto 2
Noto 3

Efsane arancinolar burada: Fıstıklı ve peynirliye bayıldım… Rosticceria Palermitana Arancina Planet – https://maps.app.goo.gl/Gv99U1e6jV2nx7FP6

Hayatımda yediğim en güzel dondurma buradaydı: Rikottalı ve fıstıklı deneyin… Caffè Sicilia – https://maps.app.goo.gl/bax5kVj3sKRDEokv6

Dondurma Noto

Modica

Bu küçük şehir ise adanın içlerine doğru üç derin vadinin birleştiği bir kavşakta kurulmuş. Dik yokuşlardan ziyade merdivenli sokaklardan tırmanıp yine barok mimaride güzellikleri ve vadinin manzarasını içinize çekebilirsiniz. İtalya’nın en eski soğuk pres çikolata imalatçısı ve çikolata müzesine ev sahipliği de yapıyor. Her ne kadar yediğim en güzel çikolata diyemesem de buradaki kaliteli lezzetlerden alışveriş yapabiliyorsunuz: Antica Dolceria Bonajuto – https://maps.app.goo.gl/KyXWCRmxsvNeLmEY8 Bence şehre yarım gün yeter; ama ince ince gezerseniz ve tepelerin hepsini tırmanırsanız bir gün anca. 

Modica

Marzamemi

Burası aslında küçük bir balıkçı kasabasıymış; ama eski dokusu korunmuş minnacık meydanın etrafındaki balık lokantaları ile ün salmış. Bize tavsiye edilen restoranda mükemmel balıklar, karidesler ve kalamarlı makarna yedik: Al Boccone – https://maps.app.goo.gl/cJbZX7dMA7JKcnEJ8 

Ortaya Karışık Palermo

Adanın en kozmopolit, en fıkır fıkır kaynayan şehri demiştim… Palermo’nun göbeğinde, o ünlü pazar yerinin tam ortasında kalmamız da kaosu dolu dizgin yaşamaya vesile oldu. Yol arkadaşımın daha önce pek çok kez yaptığı bir yöntemle ekonomik ve temel ihtiyaçları karşılayan, temiz bir konaklama ümidiyle Chiesa del Carmine Maggiore Manastırı misafirhanesine geldik. Manastır Konaklamaları Avrupa’da, özellikle İtalya’da oldukça kullanılan bir yöntem. 

Chiesa del Carmine Maggiore Manastırı 1
Chiesa del Carmine Maggiore

Genellikle misafiri üzmeyen, ama konfor seviyesi düşük ortamlar olurmuş ama bu kez biz biraz tufaya düştük. Çünkü bina eski, çarşaflar tül gibi ince, temizlik vasat, konfor seviyesi ortalamadan da aşağıda idi. Üstelik sabah 6 sularında başlayan pazar kurulumu tantanası akşama kadar bağırış çağırışlarla, kimi zaman müzik ve danslarla devam ediyordu. O yüzden tavsiye ederim diyemiyorum ama değişik bir tecrübe oldu. Çünkü odadan çıkıp wifi internet çeken tek alan avluya geçince ortamın pitoresk güzelliği ve dinginliği doğal bir aydınlanma hissini taşıyordu. Kiliseye ve çan kulesine direkt bağlantı ile bu ulvi hisleri daha da güçlendirmek mümkündü. Kruvasan, reçel, yoğurt ve kahveden ibaret kahvaltı yakalayabileni belki doyurabilir ama Sicilya lezzetlerinin dört bir yanı sardığı bölgede tatmin etmesi pek zordu. O yüzden kahveyi içip pazardaki satıcılardan ve dükkanlardan yemeyi tercih ettik. 

Palermo’nun sokak lezzetleri ile ünlü bölgesi aynı zamanda eski kentin yahudi mahallesiyle birleşiyor. Biz de ilk günü Sokak Yemekleri Turu alıp yöreye has tatları rehber eşliğinde gezip yedik. Yarım günlük yürüyüşte ara ara sofralara ara ara da ayakta atıştırmalıkları yuttuk. Kalan zamanımızı da pazardan alışveriş yaparak geçirdik. Burada belirtmeden geçemeyeceğim; çeşit çeşit ricotta peynirleri efsane!

Elbette Palermo’nun baş tacı turistik noktalarının çoğunu gezdik. Bunları lokasyon listesinde de ayrıca paylaşıyorum. Ama şunu söylemeliyim ki Norman Sarayı ve içindeki ünlü şapel beni büyüledi… Böylesine güzel ve şahşahalı mozaikler görmemiştim gerçekten. Üstelik tavanı mukarnas süslemenin şov yaptığı bir işçilikle ziyaretçileri büyülüyor. Ayrıca sarayın kendisi ve içindeki koleksiyonlar da çok iyi, gezmeye değer. 

Norman Sarayı 1
Norman Sarayı 2

Arkeoloji müzesi ve özel koleksiyon müzeleri de güzel, Siraküza’dakinden daha iyi sergileme ortamı. Binanın kendisi de çok keyifli, antik kentlerde yaşamı da daha iyi hissedebiliyorsunuz. Dev Palermo Katedralini özellikle barok mimari görmekten sıkılan gezginlere gece görmenizi tavsiye ederim; ışıklandırılmış çatısına çıkıp şehri de izleyebilirsiniz. Listede bir de No Mafya müzesi diye ücretsiz özel bir sergi var; mafya tarihini ve kurbanlarını görebiliyorsunuz… Meraklısına güzel. 

Palermo Katedrali

Özetle beni görsel olarak ve ruhen adanın diğer yerleri kadar etkilemese de, İstanbul’a benzeyen kaotik enerjisi biraz yorsa da Palermo’ya tekrar gitmek isterim. Eksik kalan yerleri görmek, sokaklarını – maalesef çöpten geçilmiyor, şehir çok pis – daha sakin dolaşak şehrin tadını çıkarmaya giderim. İstanbul’da yaşamayı değil onu ziyaret etmeyi tercih ettiğim gibi Palermo da Sicilya’da etkileyici bir durak. Üstelik artık direkt uçuş var! 

Kazan ve Kepçe Konusu

Aslında üç haftalık rotanın son haftasında Palermo öncesinde çizmenin güney taraflarında da birkaç gün dolaştık. Burası da şahane ve kendine has özellikleri bulunan bölgelerden oluşuyor. Saatler içinde kuzey kıyılarından güney Akdeniz sularına, batıdan doğunun dağlarına geçmek mümkün. Her birinin atmosferi, enerjisi farklı. Bolca hayalet kasaba da var; hani şu 5/10 Euroya ev alma efsanelerinin dolaştığı. Ama seyahatin bu kısmının detayına girmiyorum; hem hakkını vermiş hissetmediğimden hem de o ayrı bir yazı olur hakikaten. Ama rotamızı paylaşıyorum. Her birini kesinlikle tavsiye ederim; zaten seçip hedef koyup gittik. 

Sicilya’nın kepçesine gelirsek… Özetle Akdeniz’in medeniyet kazanı görevini görmüş bu nadide kara parçası zaman ayırmayı hak ediyor. İster tarih, ister lezzet, ister doğa peşinde olun, doyurucu bir destinasyon ve kültürün her türlü çeşitliliği sizi sarmalıyor. Madem böyle bir fırsat çıktı karşıma, uzun kalıp adayı bitireyim dedim; tam başaramadım. Ama bu deneyim kazanından tadan kepçe olmak şahaneydi. Yine giderim yani o kadar! 

Sicilya Mayıs 2024 Rotası

Sirakuza

Taormina 

Noto

Modica

Marzamemi

Agrigento – Valley of Temples 

https://maps.app.goo.gl/LPGY5Ku35jZyEPgQ6

Villa Romana del Casale

https://maps.app.goo.gl/uKwB3YjQt2RuYSFGA

Etna National Park 

https://maps.app.goo.gl/wmDCA6NGMci7VGTH7

Palermo 

Palermo Arkeoloji müzesi
Palermo katedral tavan

Yemek: 

Il Cambisone – https://maps.app.goo.gl/cSsxaTX65gVSzRsp9

Cefalu

Cefalu

Ana kara: 

Cosenza

https://maps.app.goo.gl/1aNijYWHCd7j3Ewy5

Cosenza 1
Cosenza 2

Lago Arvo – Dağ Gölü & Lorica

https://maps.app.goo.gl/YNM3NmmBKZ5uAwkQ9

Rocceletta – Basilica di Santa Maria della Roccella

https://maps.app.goo.gl/dFt5okADEhiRp8Gb8

Basilica di Santa Maria della Roccella

Stilo – Cattolica di Stilo (Bizans kalıntısı ve bergamut dondurması)

https://maps.app.goo.gl/JkQV1dcszvj2EmS59

Cattolica di Stilo

Tropea – Capo Vaticano 

https://maps.app.goo.gl/Uu2oFb8Q4uMUfiDk8

Capo Vaticano  1
Capo Vaticano  2

Pentedattilo (hayalet kasaba)

https://maps.app.goo.gl/VAvz5cKLDXQw5STU8

Gitmedik ama aklımızda kaldı:

  • Ragusa
  • Agrigento Museo archeologico regionale Pietro Griffo
  • Selinunte
  • Sciacca
  • Lido Scala dei Turchi
  • Capo Bianco
  • Trapani
  • San Vito Lo Copo
  • Scopello
  • Terrasini
  • Reggio Calabria – Museo Archeologico Nazionale di Reggio Calabria