KERTERİZ PORTEKİZ

İzmir – Lizbon – Porto Üçgeni

İzmir’de yaşayan bir arkadaşım Pegasus havayollarının İzmir – Lizbon uçuşlarının başlaması ile açılan kampanyada ucuz bilet bulmuş. Yazın başında beni aradı ve Kasım’da Lizbon’a gelir misin dedi. Gelmem mi? Atladım tabi… Hem yakın arkadaşlarımdan biri Porto’da yaşıyor; nicedir ona gitmek istiyorum. Hemen birleştirdim konuyu; 2 gün de Lizbon’dan Porto yapar dönerizi kurdum. İzmir’e ne zaman nasıl giderim konusunu sonra hallederim dedim. 

Kasım yaklaştıkça planlar netleşti; ben İzmir’den Portekiz seyahatimi bir Ege çıkartması haline getirdim ve arabamla geze geze İzmir’e vardım. Bu sırada Porto ziyaretinin lojistik ve tarih detaylarını netleştirdim. Nihayetinde iner inmez havalimanından terminale transfer olup otobüs ile Porto yapmaya, 2 gece kalıp kalan vaktimizi Lizbon’a blok olarak ayırmaya karar verdik. 

Çok da isabetli kararlar vermişiz… Bir kere İzmir havalimanı uluslararası terminali çok çok rahat! İstanbul’un kalabalık ve karmaşasından eser yok. Ulaşımından otoparkına, havalimanındaki güvenliğinden terminal erişimine kadar her şey sorunsuz kaymak gibiydi. Öyle ki buradan yurt dışı planı daha sık yapmaya karar verdim! 

Ayrıca sabah erken uçuş ile Lizbon’a gitmek de çok verimli oldu. Havalimanı içinden metro ile otobüs terminaline kolayca geçtik (sadece 2 durak). Porto’ya trenle de gelebilirdik ama otobüslerin hem tarifeleri sık sık hem de çok daha ekonomik idi. Terminalde ilk sefere değil bir saat sonrakine bilet alıp soluklandık, kahvemizi içip bir iki lokma yemeye fırsat bulduk. Üç saatlik bir yolculukla otobüsümüz Porto otobüs terminaline dakikası dakikasına zamanında vardı. Böylelikle hava kararmadan şehre inmiş olduk. 

Porto…

Burada 1.5 gün 2 gece kaldık; yetmedi ve hemen tekrar gelmeye karar verdik. Ama ilk önce Porto yapmak akıllıca imiş çünkü çok daha sakin bir şehir. Lizbon’dan sonra yorgun gitmek yerine Portekiz’e buradan alışmak daha keyifli oldu. 

Porto durakları:

  • Luís I Bridge – Eyfel Kulesi mimarının eseri endüstriyel dönem İncisi bir köprü.  Yükseklik korkunuz izin verirse üstünde yürümeyi kesinlikle tavsiye ederim; muhteşem bir manzara ve harika bir his.
  • Porto Sao Bento – Şehrin merkezindeki tren garı; ama gar deyip geçmeyin. Muhteşem hikayeler anlatan mavili duvar süsleri efsane. 
  • Chapel of Souls – Mavili beyazlı masal gibi kiliselerin en zariflerinden. 
  • Mercado do Bolhão – Hem mimarisi hem içindeki tatlı marketi mutlaka ziyareti hak ediyor. 
  • Church of Saint İldefonso – Yine bir Mavili klise
  • Torre dos Clérigos – Şehrin sembollerinden bir kule
  • Majestic Café – Sofistike bir cafe diyince sözlük karşılığı bu olmalı. İnce işçilikli dekorasyonundan zarif servisine kadar özgün bir mekan.  Avrupa’nın ilk cafesi diyorlar; ilk olmasa da farz diyelim. 
  • Livraria Lello – Harry Potter romanlarına ilham olan, yazarın Porto’da yaşadığı sürede sık sık geldiği efsane kitapçı. Aman dikkat, giriş ücretli be sıra oluyor. 
  • Mercado Ferreira Borges – Bir başka endüstriyel dönem yapısı market. Biz gittiğimizde Noel için ikinci el kıyafet ve aksesuarlar vardı. 
  • Cais da Ribeira – Nehir kenarında biraz dolaşıp keyif yapmak şart. 
  • R. das Flores – Porto’nun eski zenginlerinin malikanelerini barındıran İstiklal caddesi. Etrafında çok güzel tasarım dükkanlar da var.
  • Foz de Douro – Eski Porto zenginlerinin sayfiyesi; şimdinin şık, keyifli ve sakin okyanus kenarı mahallesi. Sadece muhteşem evlerin cephelerini görmek ve okyanusu koklamak, duymak ve hatta dokunmak için gidilir. 

Zaman kalmadı, bir dahaki sefere:

Lizbon…

Lizbon durakları:

Şehirde ihtişamlı çok kilise var. Biz gezi rotasını olmazsa olmaz noktaları işaretleyip oluşturduk. Yol üstünde karşımıza çıkanlardan kimine girdik çıktık. İz bırakan ve önemli sandıklarımızı not düşüyorum; ama çoğu epey etkileyici. 

  • Church of Saint Dominic – Depremler ve yangın atlatmış, bu faciaların izlerini duvarlarında taşıyan çok özel bir mekan. Sadece tarihin izlerini görmek için bile gidilmeli. 
  • Carmo Rahibe Manastırı – Artık yerinde olmayan tavanından gökyüzünü bakmaya, devrinin ihtişamlı mimarisini izlemeye, ve müze tarafındaki küçük ama etkileyici sergiyi gezmeye mutlaka gidin.
  • Padrão Dos Descobrimentos – Portekiz denizci kaşifler anıtı. Modern bir eser ama Belem bölgesi gerisine başlamak için ideal nokta. Harika bir manzara da cabası. 
  • Belém Kulesi – Sehir merkezinden yarım saat mesafede, dantel gibi işlenmiş bir savunma binası. Lizbon hac noktalarından.
  • Jerónimos Manastırı ve Arkeoloji müzesi – Belem dönüşü Lizbon hac noktalarından. Ama Arkeoloji müzesi 2025’e kadar 1 yıl kapalı imiş; gezemedik. Ben tekrar burası için geleceğim. 
  • Museu Calouste Gulbenkian & Centro de Arte Moderna Gulbenkian (CAM) – İstanbul doğumlu, Osmanlı vatandaşı Ermeni çift Gulbenkian ailesinin vakfına ait özel koleksiyonu ve modern sanat müzesi. Dönemin petrol zengini, sonradan İngiliz vatandaşı, Bay %5 diye anılan varlığın izleri bu efsane ozel koleksiyonda görülüyor. Binası, inanılmaz huzurlu zen bahçeleri ve harika sergi mekanları da parçaların kendileri de çok güzel. Kesinlikle gidilmeli, hatta modern sanat sevgileriyle yarım gün ideal. 

Alışveriş:

  • Feira da Ladra (Campo de Santa Clara) – bit pazarı (salı & cumartesi)
  • Mercado de Santa Clara – sabit bir pazar yeri, biz varken plak ve müzik pazarı idi
  • LxMarket – tasarımcı, zanaat ve ikinci el dükkanların olduğu; bol cafe & restoran seçenekli geniş bir alana yayılmış eski sanayi binalarında harika bir ortam. Her yerden yaratıcılık fışkırıyor ve canlı müzik de vardı hafta sonu. 
  • R. Augusta – Bizim İstiklal caddesi misali her tür mağaza, yeme içme bulunan, trafiğe kapalı, şehrin en hareketli caddesi. 
  • Praça de Figueira & Praça de Rossio – Şehir merkezinde, Taksim gibi kocaman ve yancısı iki meydan. Kasım sonundan itibaren Noel pazarları hem gözü hem iştahı doyuruyor.  
  • Espaço Oikos-Plataforma De Encontro E Cooperação – Eski bir kadınlar hapishanesinin çamaşırlık binasında (mutfak da olabilir emin değilim), çok özgün, nefis bir ortamda, tasarımcı ve el sanatları ürünleri satılan bir kooperatif yeri. Sırf gezmek için bile girilir.
  • Miradouro de São Pedro de Alcântara – Şehre tepeden, kalenin karşı yakasından bakan keyifli, manzaralı bir meydan. Yine ortada minik bir Noel pazarı kuruluyor. 

Diğer:

  • Tram 28 – Şehri indi bindi gezmelik nostaljik bir tramvay rotası
  • ELEVADOR da BICA – Tepelere çıkan tramvaylardan biri. Aslında her tepede var ama bu epey popüler.  Mesafe uzun değil ama dik; tramvay saatleri ise 12 dk gibi uzun aralıklarla. En azından bir kere binmek keyifli. 
  • Lisboa Oriente İstasyonu – Hem tren, hem otobüs, hem de metronun ana durağı. Porto’ya gidip gelirken otobüse buradan inip bindik. Mimar idollerimizden Santiago Calatrava’ya da saygı duruşu yaptık.  

Yeme içme & eğlence:

  • Pastéis de Belém – Nata denilince akla ilk gelen, yiyince de ağızda eriyen enfes lezzetin mekanı. Belem turunun ünlem! 
  • A Ginjinha – Ünlü kiraz / vişne likörü mekanlarından. Burayı özellikle çok merkezi  lokasyonu ve yerellerin ayaküstü bir bardak atıp gittikleri özgün bir yer olduğu için sevdim. 
  • Tasca do Jaime d’Alfama – Biz tavsiye üzerine Fado gecesine buraya gittik. 5-6 masalı, ufacık bir mekan ama müziği de yemeği de özgün ve lezzetli. En çok hoşumuza giden solistlerin birkaç şarkıda bir değişmesi; renk renk, çeşit çeşit sesi dinleme fırsatı sunması oldu. Üstelik sonunda güzeller güzeli fado solisti Sonya ile tanışma, kaynaşma imkanımız gecenin süsü oldu. 

Gitmedik ama bir dahaki sefere için listede:

İkinci Portekiz Seferi Şart! 

Neden Portekiz’i çok sevdim; 

Bir kere havası çok güzel; oradan başlayalım… Her daim ılıman bir iklim olduğunu sonradan öğrendim. Sonbahar renklerini görmeyi beklerken iner inmez her yerin yemyeşil hatta çiçekli böcekli olmasından kıllanmıştık zaten. Anladık ki okyanus kıyısındaki ismini de “Ilıman Liman” anlamındaki kelimelerden alan memlekette havalar her daim bahar gibi. Kışı sonbaha yazı ilkbahar tadında anladığım. Kasım sonu, Aralık başı biz çoğunlukla tişört, bazen uzun kollu bir kat ve ceketle dolaştık. Bu ılıman iklim bitki örtüsünü de etkiliyor tabi; çok derinlere dalamasam da yol manzarasında yemyeşil doğa ve yaprakları kızarmış dizi dizi üzüm bağlarından bir fikir edindik. 

Okyanus başka bir şey… Porto’da daha iyi hissettik çünkü Kıyısında dolaşma, suyuna dokunma fırsatımız oldu. İster yumuşak ister heybetli zamanına denk gelin; o dalgaların gücü karşısında biraz soluğunuz kesiliyor. Öyle açık deniz falan gibi de değil, başka türlü bir enerjisi var. Sanki bu gezegenin sahibi benim der gibi egemen; bir yandan da hayat bende başladı benle devam ediyor dercesine bile. Ama asla yumuşak başlı değil; gereksiz tevazuya yer yok. 

Havası suyu iyi de, asıl yaşam şehirlerde derseniz… İşte bu denizci milletin okyanusa açılan dev nehir limanlarında kurduğu şehirlere de, buradaki hayatın tatlı akışına da bayıldım. Aynı okyanusun güçlü dinamizmi ile nehrin akışkan dinginliğinin birleşmesi gibi. Şehir yaşamının içinde tatlı sürprizler, zıp zıp eğlenceler de var; avare molalar, anın tadını çıkaran bir ahestelik de. Sanırım hem daha az insan olduğundan hem de daha kuzeyde olmasından, Porto bir tık daha sakin. Lizbon ise daha kalabalık ve dinamik. 

Ama her iki şehirde de mimar damarımı yakalayıp bırakmayan bir estetik var. Zorlama olmayan, gösteriş meraklısı sonradan görme bir zenginlik değil de; yıllar boyunca ince ince işlenmiş aristokrat bir zerafet gibi. Azulejo dedikleri binaların cephelerini süsleyen seramiklerin renk renk, desen desen şenlendirdiği dev bir kanvas gibi Portekiz’in tepeli şehirleri sayısız açıdan eşsiz manzaralar sunuyor. Süsü de eksik değil; yanlış anlaşılmasın. Şatafat barok da burada, güzel sanatların klasik eserleri de tüm azametleriyle yerlerinde. Calatrava, Koolhaas gibi dünyaca ünlü veya yerel modern mimarların da eserlerinin iz bıraktığı şehirler bunlar. Ama hiç biri birbiri ile yarışmıyor, birbirine kabadayılık etmiyor. 

Zanaatı sanata çevirmiş bir kültürün izini seramiklerden başlayıp başka tasarım ürünlerde de izleyebiliyorsunuz. Porto’daki yerel tasarımcıların ürünlerinin satıldığı mağazadan tutun da Lizbon’daki kooperatif dükkanına, küçük butiklerden tatlı köşe başı cafelerine, hatta şiir ve anlatı salonuna kadar. Ben tasarımın bu abartısız ama vakur duruşundan, burada hayatın temel varoluş payandalarından biri olmasını çok sevdim. 

İşte bu süssüz ama zengin dünyaya daha derin dalmak, müziğinden sanatına kültürünü daha çok sindirmek, Portekiz’de yaşama turist değil dahil olmak için tekrar gitmek ve uzun kalmak istiyorum. Üstelik henüz görmediğim kimi mimari kimi doğa harikası pek çok yer var!

Doğu’nun İncisi Van

Neden ve Nereden?

Türkiye’nin en büyük gölünü ilk coğrafya derslerinden hatırlamayan var mı? Ben o zaman merak etmiştim ilk Van’ı. Ama sonra unuttum tabii; benim dünyama çok uzaktı. Sonra ortaokul yıllarımda halamın kocası, ailenin en büyük Enişte’sinin Van’lı olduğunu öğrendim. O gazla biraz sorguladım ama ne dedi hatırlamıyorum. Konu yine uzun süre rafa kalktı; taa ki annem emekli olup memleketi ve dünyayı gezmeye başladıktan sonra Enişte’nin mihmandarlığında Van’a gidene kadar. Zamanla memleketin zenginliklerini keşfetme merakım arttıkça hedef listemde yukarıya doğru tırmandı. Hele bir de Rezan Has Müzesi için Urartu sergisinin dijital içeriklerini hazırlarken ağzım iyice sulandı. Ama iş güç, tatil kıtlığı ve öncelikler Van’ın yolunu hep tıkadı. 

Zamanımın daha büyük bir kısmını gezi, keşif ve deneyimlere ayırdıkça destinasyonlar sadece hedef koyup planlama yaparak değil, spontane kararlardan da oluşmaya başladı. Ve Van, piyangoyu ucuz bilet kampanyasından kazandı! Gezgin arkadaşlarla indirimleri takip ederken yurt içi uçuşlarında Ekim sonu nereye gidilir sorusunun tam karşısındaydı. Dolayısıyla çok önceden alınmış biletlerimizle İstanbul havalimanından Van’a yaklaşık 2 saat süren bir yolculukla vardık.  

Van’da Görülecek Yerler

Üç gece üç buçuk günlük gezide bu kadar çok yerin hepsini birden gezebileceğimizi sanmıyordum. Hele bir de Ekim sonunda ve ülkenin epey doğusunda havalar iyice erkenden kararmaya başlamışken. Ama seyahat etmeyi hayatlarının ortasında tekrar öğrenci olmayı göze alacak kadar çok seven tarih ve arkeoloji tutkunu arkadaşlarımla mükemmel bir ekip oluşturduk. Erken kalkan yol aldı; hem dolu dolu gezildi, hem göl tavaf edildi, hem de yerel lezzetler kapasitemizin sınırlarını zorlayacak miktarda tüketildi. 

Gezi rotamızın başlıklarını kronolojik sırada veriyorum. Biz zamanı çok verimli kullandık; belki tekrarlamak istersiniz… 

  • Van Müzesi: Geziye buradan başlamak harika bir karar oldu… Bölgenin tamamından çıkarılan eşsiz kalıntıları görmekle kalmadık; Van’ın heybetli atası Urartular başta olmak üzere tarihi, coğrafyası ve kültüründe sırılsıklam ıslandık. Böylece gezimizin geri kalanını kolaylıkla sıraya koyup gittiğimiz yerlerde gördüklerimizi çok daha iyi anlamlandırdık. 
van müzesi 1
van müzesi 2
  • Tuşpa Kalesi: Urartu krallığının MÖ 9. yüzyıldan yıkılışına kadar başkenti Tuşpa, yeni Van’ın atası. Merkezin hemen yanı başındaki Kale de bölgenin tümüne hakim, heybetli bir tepeden şehri, gölü ve etrafını saran dağları izlemekte. Kale girişi pek çok ören yeri gibi Müzekart ile ücretsiz; üstelik fiziksel karta gerek yok, telefonlarımızdaki aplikasyondan barkod oluşturup kolayca girdik. Surların eteklerindeki kapıdan girdiğinizde yukarı tırmanan yolu çıkmak sadece manzara için bile değer. Maalesef kale içinde çok fazla gezecek kalıntı yok. Ama asıl cevheri dönüş yolunda suyu takip ederken bulduk. Üst üste binen tüm medeniyetlerde olduğu gibi burada da Urartu duvarlarının üzerine Selçuklu ve Osmanlı dahil pek çok ekleme yapılmıştı. Hangi duvarın en eski olduğunu tartışırken kafeteryanın yanındaki yoldan şahane bir köşe keşfettik. Hem Urartu sur duvarlarından sağlam kalan koca bir kütlenin kenarındaki çivi yazıları hem yanındaki muhteşem salkım söğütler hem de içeri doğru süzülen yolun masalsı güzelliği ile büyülendik. Üstelik fotoğraf çekmek için de harika bir noktaydı. 
van kalesi 1
van kalesi 2
  • Çavuştepe: Urartu’nun mühim kalıntılarından biri Çavuştepe’ye hem zamanına göre olağanüstü hassaslıkla inşa edilen taşlarındaki çivi yazılarıyla büyüleyici tapınak kalıntısını görmek hem de onun kadar ünlü Mehmet Kuşman ile tanışmak için gittik. Van’a vardığımız gün müze ve kaleden sonra vakit kalınca soluğu burada aldık. Muradımıza da erdik… Van’ın bir başka yüzü olan bozkırlarla, çıplak dağlar ve yeşil vadilerle çevrili bu muazzam tepeden doğanın ve tarihin nefesini içimize çektik. Çivi yazılarının üzerinde parmaklarımızı gezdirdik. Halen devam eden kazı çalışmalarında daha kim bilir neler çıkacağının spekülasyonunu yaptık. Ve en sonunda Mehmet Amca ile tanıştık. Aslında ören yerinin bekçiliğini de yapan meşhur Urartulu ile girişte selamlaşmıştık; ama hele bir gezin gelin öyle konuşuruz demişti. Biz de dönüşte kalıntıların eteğindeki taş binada, Mehmet Amca’nın atölyesini gezip hikayesinden kupleler dinleme fırsatını kaçırmadık. Merak edenler araştırabilir veya baş kahramanlarından biri olduğu Enver Şengül’ün kitabı Kayıp Zamanın Bekçisi kitabını okuyabilir. Zira kendi kendine Urartuca öğrenen, bu kayıp dili dünyada bilen az sayıda kişiden biri olmakla kalmayıp, konuşabilen nadide bir cevher Mehmet Kuşman. Sohbet etmekten gururlu; atölyesinden aldığımız kitapların içine Urartuca isimlerimizi yazınca ayrı bir heyecan duyduk. Sırf bu çakır gözlü, siyah çivi yazılı madalyonlu aydınlık ruhu tanımak için bile gidilir. Ama sezon dışı orada olmayabilir, dikkat edin. Zira kendisi ulusal ve uluslararası kongrelere, etkinliklere çağrılıyor sürekli. 
çavuştepe 1
çavuştepe 2
çavuştepe 3
çavuştepe 4 mehmet amca
  • Van Gölü Rotası: Kaba bir hesapla gölün etrafında arabayla toplamda 5-6 saat sürebilecek bir yolu, gezi rotaları ve molaları ile bir günde tamamlayabilmek için yola sabah 6.30’da çıktık. Muhteşem güzellikle manzaralar eşliğinde kah dağ eteklerinden kah su kenarından giderek Tatvan’a vardık. Rotamızın mühim noktalarından biri Nemrut Krateri’ne (bu o ünlü Nemrut Dağımız değil ikincisi) Tatvan çıkışından saptık. Krater yolundan Tatvan’a geri dönüp oradan Ahlat, Adilcevaz, Sodalı Göl ve Eriş üzerinden Van’a geri döndük. Gün boyu içimizi ısıtan güneş suyun üzerinde kıpkızıl bir gökte kaybolunca hava birden soğudu ve yemek yemeye içeri kaçtık. 
van nemrut krateri
  • Nemrut Krater Gölü: Türkiye’nin değil dünyanın en büyük volkanık krater göllerinden biri olan bu eşsiz yeri görmek zorundayız dedik. Hakikaten de tırmanışa değdi… Taş döşeli yolu çıkarkenki göl manzarasından başlayıp kraterin içine girdiğimiz anda kar kaplı yamaçlardan yeşil vadilere, taşlık kıyılardan mavi göl ve göletlere kadar bütünüyle nefes kesici bir güzellikte. Su kenarında birkaç noktaya kadar giden yoldan araçla ilerleyebileceğimiz kadar gittik. Yıllar önce burada doğaya salınan ayıların ününden ve kışa girerken saldırgan olabileceklerinden korkarak yayan dolaşmakta çok da ısrar etmedik. Ama ayna gibi gökyüzünü yansıtan berrak sularından kraterin kenarındaki kartopu savaşına kadar harika bir deneyimdi. 
van nemrut krater gölü
  • Ahlat: Göl kıyısında sevimli bir yerleşke olan Ahlat, en çok Selçuklu dönemi kalıntıları ile meşhur. Üstelik yeni yapılarda bile yöreye özgü taşlarla kaplama yapıldığı için özgün görüntüsü bozulmamış. Van’da pek çok yere örnek olabilecek bir koruma ve imar çalışması.
    • Arkeoloji Müzesi: Küçük ama sevimli müze kısa bir ziyareti hak ediyor. Zaten mezarlıkların hemen yanı başında. 
    • Selçuklu Mezarlığı: Dünyanın en büyük eski Müslüman mezarlığı imiş burası. Ama kapladığı alanın devasa boyutu kadar, hatta ondan çok daha fazla etkileyici Selçuklu mezar taşları. Hepsi ince ince dantel gibi işlenmiş, kimi azamatli kimi sempatik boyutlarda dikdörtgen taş blokların her biri kendine has bir hikaye anlatıyor gibi. 
    • Kümbetler: Bölgenin en büyük ve en etkileyici kümbetleri  burada. En az birine gitmenizi öneririm; zaten gezmesi çok kısa sürüyor. Geometrisinden ışığa, toprakla dans eden renklerinden huzur dolu havasına kadar ziyarete değer. 
ahlat selçuklu mezarı
ahlat mezar
ahlat kümbet
  • Adilcevaz: Buradaki kalıntıları gezmeye vakit ayıramadık; ama muhteşem bir kahvaltı ettik. 
van süphan sodalı
  • Sodalı Göl & Süphan Dağı: Gölün güney kıyılarındayken tepesindeki bulutlarla daima bizi tepeden gözetliyor gibi duran Süphan Dağı, kuzeye gittikçe daha dost canlısı gözükmeye başladı. Karlı doruklarına yaklaştıkça, evin bir köşesindeki sessiz ama sağlam duran, az biraz korku ile karışık saygı duyduğum enişteme benzettim Süphan’ı… Hem çok yakın hem çok uzak, koruyan kollayan ama sırnaşmayan bir dev. Van Gölü’nün kenarında yancılık yapan bir gölet, Sodalı Gölün kıyısından baktığımızda biraz yıpranmış bir görkemle dalmış uzaklara bakıyor gibiydi. 
van süphan dağı
sodalı göl van
  • Ahtamar Adası: Van’ın en meşhur gözdesini en sona bıraktık. Üçüncü gün, şafakla birlikte olmasa da 8.30’da başlayan Ahtamar feribotlarına yetişmek için yine sabah erken yola çıktık. Güneş sırtımızı sıvazlarken virajları aheste aheste alıp Gevaş’ın az ilerisindeki iskeleye vardık. Saat 9 gibi bindik; yarım saate kalmadan adadaydık. Birlikte geldiğimiz tur grubu vesilesiyle teknenin 1.5 saat sonra dönmesine önce itiraz ettik. Ama uzun görünmesine rağmen o kadar zaman anca yetti. Gerçi yavaş yavaş, tadını çıkararak gezdik ama bıraksalar biraz daha bile kalabilirdik. Klisenin kendisi, yapısal olarak ve kabartmaları ile zaten çok etkileyici. Biraz da meraklıysanız ya da adadan eksik olmayan tur gruplarından birine kulak kabartırsanız hikayeleri de çok ilginç. İçerisi de etkileyici; özellikle orantılar ve küçük pencerelerden süzülen muhteşem ışık. Biraz Kars’taki Ani harabelerini andırıyor. Ama ada ile birlikte bütünüyle korunmuş olan bu nadide mücevher bir ayrı parlıyor. Kesinlikle yarım gün ayırmaya değer. 
ahtamar 1 tekne
ahtamar 2
ahtamar 3
ahtamar 4
ahtamar 5
ahtamar 6
  • Van Çarşı: Maalesef Van’da eski şehir diye bir şey kalmamış.. Ne eski bir çarşı ne korunmuş bir mahalle hatta yapı adası bile yok. Çok araştırıp soruşturduktan sonra “Van kilimi ya da hediyelik eşya nereden buluruz” sorusundan hareketle Rus Pazarını bulduk. Şehir merkezindeki bu birkaç sokaktan oluşan şimdiki adıyla Avrupa Halk Pazarı sayesinde eve elimiz boş dönmedik. Hatta aradığımızdan fazlasını bulduk; çünkü sadece incik boncuk satıyor gibi görünen birkaç dükkanda antika hazineler vardı. Arkadaşlarım en çok burada vakit geçirirken ben çoktan gözümü köşedeki kilimciye dikmiştim. Az bir pazarlıkla bavula sığdırabileceğim en büyük boyda harika bir kilimi uygun bir fiyata aldım. Bakırcılardan da birkaç hediyelik ve bir bilezik ile kotayı doldurdum. 

Gidemediklerimiz

Listemizde olmasına rağmen zaman kalmadığı veya biraz uzun mesafede oldukları için bir dahaki sefere bıraktığımız Van ve civarındaki diğer yerler de bunlar: 

  • Ahlat Harabe Şehir
  • Ahlat Madavans Vadisi
  • Kef Kalesi
  • Hoşap Kalesi
  • Muradiye Şelalesi
  • Dönemeç Şelalesi
  • Yedi Kilise & Yoncatepe Nekropolü
  • Süphan Dağı Trekking Rotası
  • Vanadokya Peri Bacaları
  • Van Başkale Akçalı Travertenleri
  • Bahçesaray
  • Hizan

Van’da Nerede Ne Yemeli?

Daha önce Van’a gidenler, orada yaşamış dostlar ile internet ve Google abinin desteğini aldık bu konuda. Hepsini deneyemedik ve denediklerimiz hepsi harika değildi. Ama Van gezisinin parlayan gastronomi yıldızları bunlar: 

  • Urartu Han: İlk geceki yemek o kadar lezzetliydi iki ikinci gece de buraya gittik. İlkinde yerel lezzetlerden tadımlık bir asorti olan Han Sofrası menüsüne soğan dolması ekledik; muhteşemdi. İkinci kez başka lezzetler denedik; hepsi leziz hepsi özel tatlardı. Kahvaltı konusunda başka bir yerde kötü bir deneyim yaşadıktan sonra son sabah kahvaltısına da buraya geldik. Gerçek Van kahvaltısını burada yedik; birkaç gün yetecek dolulukta midelerimizle uçağa binip eve döndük. 
urartu han sofra
  • Kuşhane: İkinci gecemizde kapalı gününe denk gelince son gece gittik… Çok aç değiliz, tatlı yiyelim diye sofraya oturup kalan yöresel yemeklerden en varsa götürdük. Küçük ama sevimli, özgün dekorasyonu ve zarif hizmeti ile kalbimizi kazanan harika lezzetlerle bizi mutlu eden özel bir yer. 
kuşhane sofra
  • Ahlat Sofrası: Ahlat’tan çıkıp gölün kuzeyine doğru yol alırken açlıktan ölmek üzereyken Adilcevaz’da görüp durduk. Kahvaltı saatini kaçırdığımız ve elektrikler de kesik olduğundan ne varsa onu yedik. Ama olanlar görünümde mütevazı ama çok çok lezzetliydi. Kavurmalı yumurta efsaneydi, ceviz ve ahlat reçelleri ise daha sonra bir daha yakalayamadığımız lezzetler oldu. 

Göl İncisi

Daha uçak gölün kenarındaki havalimanına inerken engin maviliği göz kamaştırıyor Van Gölü’nün. Kaleye tırmandığımız andan itibaren etrafı heybetli dağlarla çevrili bu mavi dev ruhumuzu sarmaladı. Kendimizi sürekli deniz kıyısında gibi hissediyorduk ama tam da değil. İkinci gün merak edip Van’ın rakımına bakınca jeton düştü; ortalama 1700 metre rakımda bir denizdi bu! Aynı zamanda hem yumuşak hem haşin hem sevimli hem biraz ürkütücü olmasının sırrı buradaydı. 

Okuduğumuza göre yazın bile çok sıcak olmayan gölün kıyıları hakikaten bölgenin sayfiyesi görevini görüyor. Bir de sıcak mevsimde gelip göle girmeye; hatta Adilcevaz tarafındaki kumsal sahillerden birinde keyif yapmaya karar verdik. Zaten gitmeye fırsat bulamadığımız pek çok doğal ve tarihi nokta kalmıştı. Serin şelaleler başta olmak üzere Van’ın bir de ıslak tarafına dokunmaya tekrar gideceğiz. Hem bu kez ünlü inci kefalini ne taze ne de çarşıda gördüğümüz etkileyici kurutulmuş haliyle tatma fırsatımız olmadı. Henüz kabukların ardındayken sessizce parlayacağı anı bekleyen Doğu Anadolu incisi Van’a tekrar daha uzun soluklu gelmek niyetiyle…

van çarşı
inci kefali kuru
Nemrut krater gölü kar

Rodos Gerçekten bir Yunan Adası mı?

Popüler Destinasyon

Yunanistan’a bağlı en doğu topraklarından kocaman bir ada… Öyle ki ada demeye bin şahit ister. İlk adım attığınızda sizi şövalyelerin mirası heybetli kalesi ile karşılayan Rodos, hem ortamı, ambiyansı hem havası, suyu hem de hissiyatı ile diğer Yunan adalarından çok farklı.

Zaten ortaçağ stilinin hakim olduğu Rodos merkezin Yunan adası imajıyla yakından uzaktan alakası yok. Öyle mavi boyalı beyaz evler göreceğim diye boşuna aranmayın. Kartpostal tarzı evlere en yakın ortamı adanın güneydeki mücevheri Lindos’ta bulabilirsiniz belki ama burası bile aslında o standart resme cuk oturmuyor. 

Akdeniz’in en kadim ticaret rotalarının üzerine kurulu adanın yerel halkı da çeşit çeşit, dolayısıyla kültür çok renkli. Üstelik çokça tercih edilen, dev kruz gemilerinden vızır vızır hava trafiğine dünyanın dört bir yanından akın alan bir hedef olduğu için sokaklar her daim turist dolu.

Biz Fethiye’den feribot ile geçtik. Türkiye’den Bodrum, Marmaris ve Fethiye limanlarından geçiş var yerine göre 1,5-3 saat arası yolculuk. Fethiye limanı oldukça küçük, biraz sıra bekledik giderken ama hızlı ilerledi. Rodos limanının kendisi büyük ama oldukça sallapati bir sistemi var; yine de hızlı ilerledik genelde. Bence gidişte de dönüşte de  limana erken gitmeye pek gerek yok. Ama her iki yönde de biletten bağımsız 20 E kadar fazladan liman vergisi veriyorsunuz bilesiniz.

Nerede Konaklamalı?

Adanın her yerinde konaklama yapabilirsiniz; özellikle sahiller her yıldızdan otel kaynıyor. Rodos merkezinden az ötede kuzey sahilindeki havalimanından çıkış itibariyle tesisler, plajlar, su sporları merkezleri sıraya dizilmiş. Benzer bir durum güney sahillerinde, özellikle Lindos civarında da mevcut. 

Çeşit ve imkanın bol olduğu adada tercihler ön plana çıkıyor. Odadan çıkar çıkmaz denize cuplamak mı, kendini tarihte yolculuk eden bir seyyah gibi mi hissetmek istediğine bağlı. Ben şahsen gittiğim yerin kalbinde, herşeyden biraz ama en fazla sokak gezmesinden alışverişine, yemeğinden müzesine kadar yaşamın içinde sırılsıklam ıslanabildiğim merkezleri tercih ediyorum. Hele bir de uzun konaklama yapacaksak kendimize ait bir mutfağın da olduğu, yayılabileceğimiz evleri seçiyoruz. Dolayısıyla bir haftalık Rodos için kale içinde bir ev tuttuk. 

Adanın her yerini gezebilmek için her zamanki gibi araba kiraladık. Ama Rodos merkezin kale içine sadece orada sürekli yaşayanlar araçla girebiliyor. Evin kapısına kadar arabayla gelme hayaliniz varsa eski şehirde konaklamada bu mümkün değil. Yine de yakınlarda bir yerde park edip azıcık yürümek çok kolay. 

lindos kapı
lindos kapı 2
lindos kapı 3

Alternatif olarak plaja daha yakın ama yine de hareketli bir yerde kalmak için Lindos civarını deneyebilirsiniz. Bu bölgede çok güzel plajlar, deniz yaşamı ve kaymak gibi bir su var. Üstelik eski yerleşimin üzerine kurulu, akropolün hemen dibindeki Lindos merkez de eski Bodrum’u hatırlatan beyaz boyalı evleri ve daracık sokakları ile keyifli bir ortam. 

Lindos akropol manzara

Seç Beğen Gez

Rodos’a kültür & tarih / doğa & deniz / gastronomi / alışveriş seçeneklerinden istediğiniz kombinasyon için gidebilirsiniz. Ya da benim gibi D şıkkı yani hepsi diyorsanız  buna göre sıralayalım:… 

  • Kültür & Tarih:
    • Rodos Kalesi ve Ortaçağ Kenti: İster etrafından dolanın ister sokaklarını arşınlayın; her türlü en az bir gün burada vakit geçirin derim. Arada avlulu mekanlardan birinde kafeinli veya gayrimeşrubat içeceğinizi yudumlamak şart. 
  • Rodos Dörtlüsü: Bu dörtlünün her birine aynı zamanı ayırmanız gerekmez ama biletleri ortak satılıyor, kombine almanız iyi olur. Zaten hepsi dip dibe: Şato, Arkeoloji Müzesi, Katedral ve Dekoratif Sanatlar Müzesi
müze dörtlüsü
  • Rodos Şövalyeleri Şatosu: Bir saatten yarım güne kadar gezilesi mümkün, Çok etkileyici bir mekan; teşhirler de başarılı. 
  • Arkeoloji Müzesi: Ortam zaten şahane, içindekiler de öyle. Biz yarım günde anca bitirdik ama isteyen tam gün bile geçirir. Üstelik şirin mi şirin bahçeleri ile tatlı bir cafesi var. Anne elinden portakolapita yenir. 
  • Rodos Katedrali: kısa bir ziyaret yeterli ama etkileyici mekan. Bileti ayrı satılmıyor. 
rodos katedral
  • Rodos Akropolü Arkeolojik Parkı: Haccımızı tamamlamış olmak için gittik ama çok etkileyici değil. Tapınak pek ayakta sayılmaz, yapılan diğer restorasyonlar ise vasat. Bir saatte taraf edip çıkabilirsiniz. 
  • Lindos Akropolü ve Yerleşkesi: Adanın en etkileyici akropolü; yapılar kısmen ayakta ve restorasyon yine vasat olsa da doğal konumu ile nefes kesiyor. Üstelik dolambaçlı yol, surların üzerindeki antik gemi rölyefi, tapınağın enfes manzarası hepsi tırmanışa bin bedel. Gerçi meydandan eşeklerle de yolun bir kısmını çıkabilirsiniz ama bence yürümeye değer. Tepeden bir tarafta turkuaz suları ötekinde antik yerleşimin üzerinde hala yaşayan sokakları izlemesi bonus. 
Lindos kızlar
Lindos Sokak
Lindos kale kapısı
  • Kamiros Antik Şehri: Mitolojide Rodos’un sembolü de olan titan tanrı Helios ile karısı Rodos’un üç oğlu üç ayrı şehir kurmuş adaya. Bu üçüncüsü kuzey kıyılarından kısa bir tırmanışla eteklerine vardığınız, merkeze 1 saat kadar uzaklıkta arkeolojik bir park. Ne Lindos gibi hala yaşayan yüksek bir enerjisi ne de Rodos akropolü gibi sönük bir pısırıklığı var; ikisinin arasında bir yerde… Mutlaka gitmeli de diyemiyorum, gitmezden çok şey kaçırırsın da, vakit varsa birkaç saat ayırabilir ya da kuzey rotasında bir durak yapabilirsiniz. 
kamiros meditasyonu
kamiros yan göz
rodos kuzey kıyıları
  • Manastırlar: Her Yunan adasında olduğu gibi tepelerde manzaraya hakim konumlarda bir sürü manastır var. Özellikle tarihi veya yapısal bir özelliği olana rastlamadığımız için yolumuzun üzerinde rastgele birini seçtik. Ama ne seçmişiz! Park ettiğimiz yerden uzun dik bir yokuş çıkıp üstüne bir de dolana dolana 300 basamaklı merdivenleri tırmandık. O kadar emeğe beğenmezsen olmaz! Meryem Ana Şapeli’nde iki mum diktik, panaromaya ıslık çalıp geri indik. 
rodos geyik
  • Doğa & Deniz:
    • Rodos Şehir Plajları: Yürüyerek bile rahatça ulaşabildiğiniz şehir plajları hem pratik hem de keyifli. Biz hafta içi çok rahat yer bulduk; hatta denize sıfır yayıldık. Su da harikaydı; şehirde gezdikten sonra günün kalanında keyif yapmak için şahane. Kuzey tarafı gününe göre biraz da a rüzgarlı ve dalgalı olabilir ama o minik burnu dönünce deniz sütliman oluveriyor. 
    • Anthony Quinn Koyu: Ben böyle bir akvaryumda daha önce yüzmedim! Kayalık koyun plajı dar ve dik yamaçlardan dolayı çabuk gölge oluyor. Ama her daim popüler olmayı kesinlikle hak ediyor. Dev çupra sürülerinin arasında yüzüp çeşit çeşit su canlısını izlemek için şahane. Adanın tümündeki en pahalı şezlong ve şemsiye fiyatı burada; ama dibine havlu sermek bedava.  
  • Tsambika Plajı: Uzun kumsal bir plajda birden fazla tesis var. Baştaki su sporları kısmı da en dipteki nü plaj bölümü de seçenekler arasında. Kayalık Anthony Quinn koyu kadar olmasa da yine deniz hayatı canlı. Ama asıl kaymak gibi bir su var ki bu deniz midir şifalı bir su mudur dedirtti. Aslında Rodos’un tüm suları başka bir güzel ama burası apayrı. 
  • Prasonisi Plajı: Burası adanın en güney ucu. Kuzeyi gibi birbirinden farklı iki tarafı var; ama burada kontrast daha fazla. Kuzey efil efil eserken sörfün envai çeşidi ve rüzgarlı sporlar yapılıyor. Güney yakası ise daha sakin ve huzurlu ama yine de yumuşak sudaki sörfçüler keyifli bir göz banyosu da sunuyor. 
  • Lindos Plajı: Lindos gezmeye gelenlerin bir taşla iki kuş vurma yeri burası… Biz gitmedik ama uzaktan gördük, keyifli gözüküyordu. Sadece biraz kalabalık olma ihtimali var; akşam üstleri daha sakin. 

Vedat Milor’un Askerleriyiz

Gittiğim her yerde çeşitli kaynaklardan yerel lezzet avına çıkmayı seviyorum. Ama en güvendiğim ve coşkuyla takip ettiğim Vedat Milor tavsiyeleri. Rodos’a giderken de onun bahsettiği noktaları denemeye özen gösterdik. Kendi keşiflerimizi de ekleyerek listeliyorum… 

  • Tamam Restaurant: Burası hedefi tam on ikiden vuran şahane bir lezzet noktası. Vedat Bey’den duyduğumuz beklentileri karşılamakla kalmayıp üstüne de çıktı Tamam. Yeşil salata, peynirli salata, beyaz şaraplı mantar, portakal soslu ahtapot,  kuzu ve domuz etleri… hepsi mükemmel lezzetlerdi.  Üstüne mekan sahibi Mr.Andreas’ın vegan dostlarımıza ve yemek sonrası ikramları masayı çok etkiledi. O ev yapımı portakal likörü hayatımda tattığım en şahane likördü! Mekandan tek yıldız azaltma sebebim plastik yeşillikler; uzaktan belli olmuyor ama keşke gerçek olsa Yine de adada kısıtlı zamanda dahi ikinci kez gittiğimiz tek yer! 
tamam restaurant domuz
tamam restaurant likör
  • Stegna Kozas: Vedat Bey kalitesinde efsane lezzetleri burada da bulduk. Mesela ben hayatımda böyle tarama tatmadım! Mürekkeb soslu kalamar da “orgazm” isimli kabuklu deniz mahsülü tabağı da mükemmel lezzetlerdi. Balık hem miktar hem de paha olarak biraz fazla geldi açıkçası; burada mezelerden yürümek daha mantıklı. Gittiğimiz en pahalı yerdi; kişi başı 60 E verdik ama çok yedik açıkçası. 
stegna kozas tarama
stegna kozas balık
stegna kozas sebze
stegna kozas sofra
  • Mageirotechneio Taverna Paraga: Burası adanın tam ortasında, kalbindeki dağlarda bir mücevher. Vedat  Bey’in izinden hedefleyip plajda fazla vakit geçirince biraz geciktik. Keşke daha erken gitseydik de o muhteşem manzaraların daha çok tadını çıkarsaydık dedirtti. Üstelik yolda bir geyik ile karşılaşıp göz göze geldik, bir ceylan önümüze çıktı! Yol uzundu ama lezzet kesinlikle değer. Hayatımda tattığım en güzel kuzu kol tandır buradaydı; lokum gibiydi. Ama özellikle kendi tarifleri özel ekmekler başta, her şey çok lezzetliydi. Ev sahibimiz çok zarif ve içtendi. Sadece buraya bir daha gelmek için tekrar Rodos’a gelirim.
paraga bardak
paraga kuzu kol
paraga sofra
  • Peskesi Greek Cuisine: Şehrin kuzey kıyısında hem gün batımını keyifle izleyebileceğiniz hem de mütevazı ama leziz bir işletme. Ben soslu midyesine hayran kaldim 
rodos kuzey gün batımı
  • Zebrano Cafe Restaurant Bar: Müzelerin dibinde, hatta katedralin duvarına yapışık muhteşem bir mekan. Yapıların detaylarını inceleyerek onları saran enfes sarmaşıkların, çiçeklerin gölgesinde oturmak huzur veriyor. İlkinde yemek yeme fırsatımız olmadı ama avlu o kadar cezbediciydi ki tekrar gittik ama yer bulamadık. Bir içecek için bile olsa uğrayın derim. 

Ada Konusu

Rodos çekici bir destinasyon olmayı hak ediyor… Hem kültür hem doğa ve deniz turizmi için biçilmiş kaftan. Ama tam da bu yüzden biraz aşırı turistik. Yine de kalabalıklardan kaçmak ve özel deneyimler yaşamaya fırsat var. Bunun için yaz değil de sezon sonunu tavsiye ederim; Ekim başında bile sıcaktan üflediğimiz zamanlar oldu. Ayrıca adanın yapısı kalabalık bölgelerde bile ana caddelerden sıkça ara sokaklara kaçarak kendi keşiflerinizi yapmaya da imkan veriyor. 

Biz bir kız grubuyla seyahat ettik ve Rodos eksiksiz her birimizi en çok suyuyla etkiledi! Denizi de nehri de duştan akan suyu da… Nasıl olduğunu bilmiyoruz ama suyun hissi o kadar yumuşak ve rahatlatıcı ki hepimizi hayrete düşürdü. Adada bir hafta sonunda saçlarımız, tenimiz öylesine güzeldi ki sanki spa deneyimi yaşamış gibiydik. Hatta birimiz sırf suyu için buraya yerleşirim dedi! 

Ama farklı farklı tipte farklı farklı yerleşimleri ile Yunan adası klasik imajına uymadığı gibi bütünsel bir mimari doku olarak da Rodos’un etkileyici olduğunu söyleyemem. Yani aklınızı başınızdan alan bir moda kreasyonu ya da ıslıklarla bağıra bağıra eşlik ettiğiniz dev bir konser gibi değil. Daha ziyade içinde tam üstünüze oturan şık parçalar bulduğunuz kocaman bir mağaza sanki. Veya aralarında hayran olduğunuz idollerin de birkaç parça seslendirdiği ünlüler geçidi festival sahnesi gibi. Tabi konaklamamız sırasında hafta sonunda denk geldiğimiz ortaçağ festivali maceramızın heyecanını artırdı… Ekim’in ilk haftasında Rodos’ta olmak bu açıdan güzel; bunu özellikle not edin bence. 

Sonuçta Rodos diğer Yunan adalarından o kadar farklı ki kendisini onlarla bir tutmak doğru değil bence. Ayak basar basmaz sizi güçlü eril enerjisiyle karşılayan kalesinden başlayarak, yolculuğumuz boyunca mavi beyaz boyalı minik sevimli evleriyle Yunan Adası fantazisinden çok başka bir ana karada ülkede gibiydik. Tam tur etrafında dolaşma fırsatını bulsak da her noktasını derinlemesine deneyimlemek mümkün olmadı elbette. Yine de tadımlık değil doyumluk bir tatil olduğunu söyleyebilirim. 

rodos ve ay

Sicilya Kazan Ben Kepçe

Sicilya zemin yatay

Yunan Kolonilerinin İzinde

İtalyan ana karasını çok çok eskilerde eni konu gezmişliğimden ileri, Sicilya’ya vakit kalmamasından beri içimde ukteydi bu Akdeniz adası. Yeni bir dostun daveti vesile oldu; bu yaz uzun soluklu bir programla Sicilya’daydım. Hem adanın altını üstüne getirdim hem de ana karada çizmenin topuğuna sıktım, burnunu deldim. 

Yunan kolonilerinin ilk kurulduğu uzak diyarlardan biri Sicilya. O yüzden Avrupa’nın en eski Helenistik kalıntılarına ev sahibi. Üstelik Akdeniz havzasının ortasında, güç ve göçlerin oyun alanı bu koca ada. Bu yüzden yüzyıllardır medeniyetlerin kaynadığı bir kazan olmuş; bizim Anadolu’ya göz kırpıyor. Dolayısıyla hemen kanımız kaynıyor, ısınıyoruz Sicilya’ya… hem ruhen hem de fiziken; zira sıcak ülke burası da! 

İstanbul’dan Sicilya’ya direkt uçuş benim gittiğim zamanda sadece Katanya üzerinden vardı; ben de oradan konuya girdim. Ama Palermo ile adanın en büyük şehirlerinden olan bu kenti gezmedim. Direkt olarak en eski ve en ünlü yerleşimlerden Siraküza’ya geçtim. Zaten davet edildiğim programın merkez üssü de burasıydı. Programın amacı ABD’li tasarım öğrencilerine Avrupa ve kültür aşısı yapmak amacıyla tasarım akademisi MADE ile bir yaz okuluydu. Ben de ev sahibim tasarımcı ve eğitmen Carey Watters davetiyle gözlemci rolünde ekibin Sicilya macerasına eşlik etme fırsatı buldum. 

Siraküza gece

Siraküza’da Yaşamak

Sicilya’daki en uzun konaklamayı Siraküza’da yapınca burası bir nevi evim gibi oldu. Kimi zaman adanın çeşitli yerlerine buradan günübirlik yolculuklar yaptık. Kimi zaman da bu aheste kentin ritmine kendimizi bıraktık. Bunun için de geçmiş zamanın patinasını sokaklarında, binaların cephelerinde taşıyan eski merkezde kaldık. Adanın ucundaki ada Ortigia bizim İstanbul’un tarihi yarımadası gibi. 

Karaya iki yan yana köprüyle bağlanan minik bölgede tamamen yaya dolaşmak mümkün. Hatta tavsiye edilir; çünkü araba problem. Hem Sicilya’nın deşifre etmesi zor park kuralları hem de kimi tek yön dar sokaklarıyla Sultanahmet’i aratmıyor. Biz de öyle yaptık… Katanyadan Siraküza’ya sık tarifeli bir otobüsle geldikten sonra kendimizi taksiyle dairemize atıp gerisini yayan yaşadık. Zaten her yer yürüme mesafesinde. Ekipçe organize edilen gezintilere de adanın kenarındaki duraktan topluca otobüslerle gittik. Sadece özel olarak gezmek istediğimiz yerlere giderken birkaç günlük araba kiraladık. 

Sicilya planı yapanlara hangi rotayı takip ederseniz edin bir yeri baz alıp oranın sokaklarına aşina olun, insanını tanıyın, yemeklerini tadın derim. Yani birbiri ardına boncuk gibi dizilmiş turistik yerleri sıraya koymaktansa bir merkez seçip beş duyunuzu oraya senkronize etmenizi tavsiye ediyorum. Ben öyle yaptım; sonuçtan çok da mutluyum. Üstelik adanın en ünlü yerlerinden çoğunu da görmeyi başardım. 

Sirküza sahil 2
Sirküza sahil  gece
Sirküza sahil 3

Önemli not: Sicilya’da zaman yavaş akıyor. Aceleniz varsa gitmeyin diyecek kadar sabır zorlayabilir. O yüzden hayatın ritmini onlara göre ayarlamakta fayda var. Aslında biz Türkler ile çok benziyor çalışma şekilleri. Hem ahestelikte, hem plansızlıkta hem de boşverme kapasitesinde. Ne de olsa Akdeniz ruhu; aynı iklimin çocuklarıyız. 

Bütün Sicilya ve güney İtalya rotamı yazının sonuna harita bağlantıları ile koyuyorum. Seç beğen al modeli yapabilirsiniz… Ama beni en çok etkileyenleri burada ayroca not düşmek istiyorum: 

  • Arkeolojik Park: İlk Yunan kolonilerinden biri olan eski şehrin kalıntıları yanında Roma döneminden de izler var. Ama en etkileyici tarafı aynı zamanda bölgenin inşasına kaynak sağlayan taş ocakları ile bu alanda yerleştirilmiş dev heykeller. Polonya asıllı İgor Mitoraj Koleksiyonun büyük kısmı Siraküza Arkeolojik alanında yer alıyor ve gerçekten çok etkileyici. Mitolojiden esinlenen ve özellikle İkarus’un başrolde olduğu eserler göz kamaştırıcı. Sicilya’da başka tarihi yerlerde de görülebilen Igor Mitoraj eserleri tarihin ve doğanın içinde ona ait, günümüze bırakılan izler gibi.  
Arkeolojik Park 1
Arkeolojik Park 2
Arkeolojik Park 3
  • Arkeoloji Müzesi: Çok ama çok eser var… Sadece bu şehrin değil adanın pek çok kalıntısı burada. Eserleri seçip öne çıkartmak yerine yığınlar halinde sergilemeleri beni çok etkilemedi açıkçası. Ama meraklısına tam gün mesai eder. Özellikle tarihin en güzel sikkelerinin teşhir edildiği özel salon görmeye değer. 
Ortigia Adası Sokakları 1
Ortigia Adası Sokakları 2
Ortigia Adası Sokakları 3
  • Ortigia Adası Sokakları: En az bir gün ayırın derim, ama ideali birkaç gün farklı rotaları deneyimlemek. Üstelik şehrin kenarında kayalıkların arasından Akdeniz’e dalabileceğiniz merdivenle inilen minicik plajlar var. 
  • Apollon Tapınağı: Zaten adanın girişinde, en turistik mekan; kaçırmaya imkan yok. İki dua bir niyet ediverin; ne de olsa kahin tanrının meskeni. 
  • Balık pazarı: Her güney İtalya ve Sicilya temalı gezinin olmazsa olmazı deniz ürünleri burada sahnede. İster hepsinden azar azar ister sırayla tadın. Ben külahta karışık kızartmalardan şarküteri tabağına kadar hepsini denedim; üzüldüğüm olmadı. Bir tarafı da turistik eşyalar satılan standlarla dolu. Fiyatlar normal; zaten aşağı yukarı her yerde aynı. Yalnız pazar her gün sabah erken kurulup öğleden sonra toplanıyor; akşama kalmayın. 
  • Kukla Müzesi: Mini minnacık bir özel müze. Siraküza’ya özel kukla modellerinin tarihçesi ve en güzel örneklerini görmek için ideal. Bir de gösterisi var ama ben ona gitmedim. 
Siraküza kuklaları
  • Kale: Uzaktan bir kale daha, gördüm içini gezmeye gerek yok izlenimi bırakıyor. Birkaç gün de o yüzden sıra gelmedi gitmeye; ama girince iyi ki dedim. Hem adaya harika bir bakış hem de yüksek tavanlı ana holdeki tonozlarda volkanik taşları görmek etkileyici. Burada da sanat eserleri serpiştirilmiş; bir iki saatini ayırmaya kesinlikle değer. 
Siraküza Kalesi
Siraküza sahil 1
San Giovanni Yeraltı Mezarlığı
  • San Giovanni Yeraltı Mezarlığı: Aynı kafayla bir başka yer altı mezarlığı daha, gördüm bunları deyip geçme potansiyelimi ucundan sıyırdı. O kadar büyük o kadar etkileyici ki iyi ki kafaya kaskı takıp yarım saatlik turlardan birine dalmışız dedik. 
  • Piazza Santa Lucia bit pazarı: Annemin izinden bit pazarı delisi oldum; her gittiğim şehirde kovalıyorum. Ama bu başka güzel! Öyle ki iki pazar üst üste gittim. Sadece pazar sabahları kurulup öğleden sonra yine seyrelerek kapanıyor. Eskiler, antikalar, döküntülerle birlikte keşfi bekleyen nadide parçalar burada. Ben eski çizgi romanlardan İtalyan orijinaller, birkaç eski takı ile bir iki de yeni elbise aldım. Zira eski eşyalar bir yanda, yiyecekler bir yanda, bir köşede de bizim pazarlar gibi yeni malzemeler var. 
  • Madonna delle Lacrime Katedrali: Bu nispeten yeni, modern katedrali biraz da mesleki meraktan ziyaret ettim. Faşist İtalya’nın modern zamana geçişinin devasa bir anıtı gibi. İçindekilerden çok binanın kendisi ve o piramidal yapının altında hissettirdikleri etkiledi. Zevk meselesi, isteyene değişik bir atmosfer. Altındaki minik müzede Katolik mucizelerinden birinin hikayesi ve anılarını da görebilirsiniz. 
Madonna delle Lacrime Katedrali 1
Madonna delle Lacrime Katedrali: 2

Gördüklerin Senin Olsun Yediklerini Anlat 

  • Eski bir avluda geleneksel Sicilya sofrası,  ekonomik menü sıcak esnaf

Il Cortile di Archimede-Bistrot Ristorante in Ortigia Siracusa 

https://maps.app.goo.gl/pBUPLgsrHvZSwZjE7

Bir şarküteri tabağı bu kadar lezzetli ve estetik olabilir… Herşeyden biraz ve hepsi enfes! Yediklerimizin en iyisi. Yerel şarap ve biralar da hem uygun hem lezzetli 🤌🏼 Biz o kadar sevdik ki ertesi gece de gittik. Mürekkep balığı mürekkebi ve kalamarlı arancino Sicilya’da yediklerimin en iyisi. Göz ve karın doyurucu büyük şarküteri tabağında da var.

https://maps.app.goo.gl/8cyfJ9oku2ovcYdNA

İnce detaylarına kadar düşünülmüş nefis mekan, lezzetli yemekler ve sofra şarabı.  Biraz pahalı diğerlerine göre.  

https://maps.app.goo.gl/hpKzoja3tuvxb4GK6

  • Sicilya sokak lezeeti Arancino için burası:

Antica Giudecca – Pizzeria, Biscotti, Arancini, Take Away

Fırın gibi düşünün ,  iki masasi var ama slip elde yemelik aslında.  

https://maps.app.goo.gl/W5f6yzhNCw1kP8Md8

Dondurmacılar:

https://maps.app.goo.gl/wCh6Y5EnKfMuqLgt5

https://maps.app.goo.gl/9encpDhUxbFZvoo27

Sicilya’nın Mücevherleri

Adanın en kozmopolit, en fıkır fıkır kaynayan şehri Palermo’yu rotada da yaptığımız gibi sona bırakıyorum. Onun dışında bir kısmını kalabalık bir grupla topluca gezdiğimiz en turistik noktalardan kendi başımıza arabayla keşfettiğimiz güzellikler bunlar: 

Taormina 

Çok dik bir yamaçta inşa edilen kent Sicilya’nın en turistik yerlerinden. Hem düzgün restore edilmiş Yunan / Roma Tiyatrosu ve etrafındaki kalıntıları hem dokusu korunmuş sokakları hakikaten etkileyici. Ama ne o lüks markaların donattığı yayan cadde Corso Umberto ne de görmemiş turistlerin heyecanla kameralarını uzattığı cephelerdeki balkonlar kendimden geçmeye yeterli değildi. Evet, gidip görmeli ama bir gün yeter. Özellikle yaya trafiğinin sıcak güneşle kaynadığı kısmı bana itici bile geldi. Tam bu karmaşadan kaçmaya çalışırken sığındığımız Villa Comunale di Taormina bahçeleri cennet gibi bir esinti oldu. Hem Roma kalıntıları ile bezeli hem de harika yeşillikler içinde; üstelik manzara da şahane. 

Özellikle araştırıp gittiğimiz fırınımsı kafe bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Arancinolarımızı burada yedik; en çok ıspanaklı peynirliyi sevdik: Rosticceria Da Cristina 2https://maps.app.goo.gl/AdqrKJGLmDWdgR1H6 

Taormina tepelerinden sahile teleferik de varmış. Biz arabayla yılan kavisli yolları inip de deniz kıyısına varınca gördük. Ama ünlü birkaç plajından birinin karşısında yürünebilir bir ada var: Isola Bella adasında bir de şapel var. Suyu serin ve taşlık, halk plajı da var denize sıfır tesisler de ama bunlar biraz cüzdan yakan cinsten. 

Taormina 1
Taormina 2
Villa Comunale di Taormina

Agrigento – Valley of Temples 

Bu Tapınaklar Vadisini görmeden Sicilya’dan dönmeyin; nokta. Dönemin Yunan kolonileri arasında en zengini olan Agrigento, bir tepenin üzerine şu anda yedi tanesi ziyaret edilebilir ölçüde restore edilmiş heybetli tapınaklar yapmışlar. Yine bir Igor Mitoraj eseri olan düşmüş İkarus ile renklenen antik yolda ilerlerken etkilenmemek mümkün değil. Anadolu mirasımızın ne kadar ihtişamlı, zengin, derin ve kadim olduğunu fark ediyorsunuz ayrıca. Her Avrupa gezimde olduğu gibi burada da yine memleketin kültür ve doğa mirasının hak ettiği önemi, dikkati, ilgiyi görmemesi yüreğimi cız ettirdi. 

Agrigento - Valley of Temples 1
Agrigento - Valley of Temples 2

Villa Romana del Casale

Heyelan nedeniyle toprak altında kaldığı için bütünsel olarak korunmuş bir Romalı malikanesi Villa Romana del Casale ve çok da güzel restore edilmiş. Bizde tillahı var bunların, demeyin, gezin görün. Zeugma gibi tarihin penceresine göz kırpan nitelikte mozaikler var. Özellikle bikinili kızlar çok popüler ve ünlü. Ama ben mitolojik hikayelerin ve egzantrik hayvanların sergilendiği büyük salonu daha çok sevdim. 

Villa Romana del Casale

Etna National Park 

Başka ne zaman aktif bir yanardağa bu kadar yakın çıkabilirsiniz? Nadide bir doğa parçası ve Etna Milli Parkı’nın çok bilinçli, donanımlı rehberler eşliğinde yürüyüş yapabileceğiniz nefis parkurları var. Hem manzara efsane hem de farklı dönemlerde patlayan Etna’nın püskürttüğü taş parçalarının toprağı kaplayan farklı tonlarda örtüsü büyüleyici. Kendine has bir iklimi var, tedarikli gitmeyi öneririm. Turistik malzemelerin, volkanik taşlardan süs eşyalarının satıldığı minik ahşap binalardan bazılarında kafeteryalar da var. Bizim durduğumuz yerde Etna likörleri de satılıyordu. Kırmızı %70 alkol oranlı şişeden daha fazla almadığıma pişmanım; o ne lezzet yahu! 

Etna 1
Etna 2
Etna 3

Noto

Bir başka zengin şehir daha… Ama bu daha yenice. Barok mimarinin mücevher gibi binaları, malikaneleri ile süslü bu küçük şehirde sokakları dolaşmak, birkaç binanın içini gezmek için birgün ayırmanızı tavsiye ederim. Bizim gittiğimiz gün tesadüfen klasik arabaların turu buradan geçiyordu! Aman ne keyif ne şamata bu filmlerden çıkma araçların içine kurulan teyzeleri amcaları izlemek el sallamak! Şansımız hem zamanlama hem de lezzet durağı bulma konusunda on ikiden vurdu… 

Noto araba
Noto 1
Noto 2
Noto 3

Efsane arancinolar burada: Fıstıklı ve peynirliye bayıldım… Rosticceria Palermitana Arancina Planet – https://maps.app.goo.gl/Gv99U1e6jV2nx7FP6

Hayatımda yediğim en güzel dondurma buradaydı: Rikottalı ve fıstıklı deneyin… Caffè Sicilia – https://maps.app.goo.gl/bax5kVj3sKRDEokv6

Dondurma Noto

Modica

Bu küçük şehir ise adanın içlerine doğru üç derin vadinin birleştiği bir kavşakta kurulmuş. Dik yokuşlardan ziyade merdivenli sokaklardan tırmanıp yine barok mimaride güzellikleri ve vadinin manzarasını içinize çekebilirsiniz. İtalya’nın en eski soğuk pres çikolata imalatçısı ve çikolata müzesine ev sahipliği de yapıyor. Her ne kadar yediğim en güzel çikolata diyemesem de buradaki kaliteli lezzetlerden alışveriş yapabiliyorsunuz: Antica Dolceria Bonajuto – https://maps.app.goo.gl/KyXWCRmxsvNeLmEY8 Bence şehre yarım gün yeter; ama ince ince gezerseniz ve tepelerin hepsini tırmanırsanız bir gün anca. 

Modica

Marzamemi

Burası aslında küçük bir balıkçı kasabasıymış; ama eski dokusu korunmuş minnacık meydanın etrafındaki balık lokantaları ile ün salmış. Bize tavsiye edilen restoranda mükemmel balıklar, karidesler ve kalamarlı makarna yedik: Al Boccone – https://maps.app.goo.gl/cJbZX7dMA7JKcnEJ8 

Ortaya Karışık Palermo

Adanın en kozmopolit, en fıkır fıkır kaynayan şehri demiştim… Palermo’nun göbeğinde, o ünlü pazar yerinin tam ortasında kalmamız da kaosu dolu dizgin yaşamaya vesile oldu. Yol arkadaşımın daha önce pek çok kez yaptığı bir yöntemle ekonomik ve temel ihtiyaçları karşılayan, temiz bir konaklama ümidiyle Chiesa del Carmine Maggiore Manastırı misafirhanesine geldik. Manastır Konaklamaları Avrupa’da, özellikle İtalya’da oldukça kullanılan bir yöntem. 

Chiesa del Carmine Maggiore Manastırı 1
Chiesa del Carmine Maggiore

Genellikle misafiri üzmeyen, ama konfor seviyesi düşük ortamlar olurmuş ama bu kez biz biraz tufaya düştük. Çünkü bina eski, çarşaflar tül gibi ince, temizlik vasat, konfor seviyesi ortalamadan da aşağıda idi. Üstelik sabah 6 sularında başlayan pazar kurulumu tantanası akşama kadar bağırış çağırışlarla, kimi zaman müzik ve danslarla devam ediyordu. O yüzden tavsiye ederim diyemiyorum ama değişik bir tecrübe oldu. Çünkü odadan çıkıp wifi internet çeken tek alan avluya geçince ortamın pitoresk güzelliği ve dinginliği doğal bir aydınlanma hissini taşıyordu. Kiliseye ve çan kulesine direkt bağlantı ile bu ulvi hisleri daha da güçlendirmek mümkündü. Kruvasan, reçel, yoğurt ve kahveden ibaret kahvaltı yakalayabileni belki doyurabilir ama Sicilya lezzetlerinin dört bir yanı sardığı bölgede tatmin etmesi pek zordu. O yüzden kahveyi içip pazardaki satıcılardan ve dükkanlardan yemeyi tercih ettik. 

Palermo’nun sokak lezzetleri ile ünlü bölgesi aynı zamanda eski kentin yahudi mahallesiyle birleşiyor. Biz de ilk günü Sokak Yemekleri Turu alıp yöreye has tatları rehber eşliğinde gezip yedik. Yarım günlük yürüyüşte ara ara sofralara ara ara da ayakta atıştırmalıkları yuttuk. Kalan zamanımızı da pazardan alışveriş yaparak geçirdik. Burada belirtmeden geçemeyeceğim; çeşit çeşit ricotta peynirleri efsane!

Elbette Palermo’nun baş tacı turistik noktalarının çoğunu gezdik. Bunları lokasyon listesinde de ayrıca paylaşıyorum. Ama şunu söylemeliyim ki Norman Sarayı ve içindeki ünlü şapel beni büyüledi… Böylesine güzel ve şahşahalı mozaikler görmemiştim gerçekten. Üstelik tavanı mukarnas süslemenin şov yaptığı bir işçilikle ziyaretçileri büyülüyor. Ayrıca sarayın kendisi ve içindeki koleksiyonlar da çok iyi, gezmeye değer. 

Norman Sarayı 1
Norman Sarayı 2

Arkeoloji müzesi ve özel koleksiyon müzeleri de güzel, Siraküza’dakinden daha iyi sergileme ortamı. Binanın kendisi de çok keyifli, antik kentlerde yaşamı da daha iyi hissedebiliyorsunuz. Dev Palermo Katedralini özellikle barok mimari görmekten sıkılan gezginlere gece görmenizi tavsiye ederim; ışıklandırılmış çatısına çıkıp şehri de izleyebilirsiniz. Listede bir de No Mafya müzesi diye ücretsiz özel bir sergi var; mafya tarihini ve kurbanlarını görebiliyorsunuz… Meraklısına güzel. 

Palermo Katedrali

Özetle beni görsel olarak ve ruhen adanın diğer yerleri kadar etkilemese de, İstanbul’a benzeyen kaotik enerjisi biraz yorsa da Palermo’ya tekrar gitmek isterim. Eksik kalan yerleri görmek, sokaklarını – maalesef çöpten geçilmiyor, şehir çok pis – daha sakin dolaşak şehrin tadını çıkarmaya giderim. İstanbul’da yaşamayı değil onu ziyaret etmeyi tercih ettiğim gibi Palermo da Sicilya’da etkileyici bir durak. Üstelik artık direkt uçuş var! 

Kazan ve Kepçe Konusu

Aslında üç haftalık rotanın son haftasında Palermo öncesinde çizmenin güney taraflarında da birkaç gün dolaştık. Burası da şahane ve kendine has özellikleri bulunan bölgelerden oluşuyor. Saatler içinde kuzey kıyılarından güney Akdeniz sularına, batıdan doğunun dağlarına geçmek mümkün. Her birinin atmosferi, enerjisi farklı. Bolca hayalet kasaba da var; hani şu 5/10 Euroya ev alma efsanelerinin dolaştığı. Ama seyahatin bu kısmının detayına girmiyorum; hem hakkını vermiş hissetmediğimden hem de o ayrı bir yazı olur hakikaten. Ama rotamızı paylaşıyorum. Her birini kesinlikle tavsiye ederim; zaten seçip hedef koyup gittik. 

Sicilya’nın kepçesine gelirsek… Özetle Akdeniz’in medeniyet kazanı görevini görmüş bu nadide kara parçası zaman ayırmayı hak ediyor. İster tarih, ister lezzet, ister doğa peşinde olun, doyurucu bir destinasyon ve kültürün her türlü çeşitliliği sizi sarmalıyor. Madem böyle bir fırsat çıktı karşıma, uzun kalıp adayı bitireyim dedim; tam başaramadım. Ama bu deneyim kazanından tadan kepçe olmak şahaneydi. Yine giderim yani o kadar! 

Sicilya Mayıs 2024 Rotası

Sirakuza

Taormina 

Noto

Modica

Marzamemi

Agrigento – Valley of Temples 

https://maps.app.goo.gl/LPGY5Ku35jZyEPgQ6

Villa Romana del Casale

https://maps.app.goo.gl/uKwB3YjQt2RuYSFGA

Etna National Park 

https://maps.app.goo.gl/wmDCA6NGMci7VGTH7

Palermo 

Palermo Arkeoloji müzesi
Palermo katedral tavan

Yemek: 

Il Cambisone – https://maps.app.goo.gl/cSsxaTX65gVSzRsp9

Cefalu

Cefalu

Ana kara: 

Cosenza

https://maps.app.goo.gl/1aNijYWHCd7j3Ewy5

Cosenza 1
Cosenza 2

Lago Arvo – Dağ Gölü & Lorica

https://maps.app.goo.gl/YNM3NmmBKZ5uAwkQ9

Rocceletta – Basilica di Santa Maria della Roccella

https://maps.app.goo.gl/dFt5okADEhiRp8Gb8

Basilica di Santa Maria della Roccella

Stilo – Cattolica di Stilo (Bizans kalıntısı ve bergamut dondurması)

https://maps.app.goo.gl/JkQV1dcszvj2EmS59

Cattolica di Stilo

Tropea – Capo Vaticano 

https://maps.app.goo.gl/Uu2oFb8Q4uMUfiDk8

Capo Vaticano  1
Capo Vaticano  2

Pentedattilo (hayalet kasaba)

https://maps.app.goo.gl/VAvz5cKLDXQw5STU8

Gitmedik ama aklımızda kaldı:

  • Ragusa
  • Agrigento Museo archeologico regionale Pietro Griffo
  • Selinunte
  • Sciacca
  • Lido Scala dei Turchi
  • Capo Bianco
  • Trapani
  • San Vito Lo Copo
  • Scopello
  • Terrasini
  • Reggio Calabria – Museo Archeologico Nazionale di Reggio Calabria

Ye Kürküm Ye: Viyana & Budapeşte

Bir Yılbaşı Fantezisi…

Bizim neslin çocukluk anılarında önemli bir yer kaplar Hikmet Şimşek yönetimindeki pazar konserleri. Aynı dönemin renkli anıları içinde bana ve yaşıtlarıma biraz olsun klasik müziğin tadını veren Danny Kaye yönetimindeki komik filarmoni konserleri de yer alıyor. Her ne kadar gerçek bir klasik müzik hayranı olmasam da ucundan sevenlerdenim yani. Dolayısıyla gezgin arkadaşım Melike, Viyana’da Yılbaşı Konseri hayalini benimle paylaştığında “hadi” dedim! 

Tabi demekle olmuyor… Viyana hem gitmesi hem kalması, yemesi içmesi yani her açıdan pahalı bir destinasyon. Ama Melike benden de çalışkan ve azimli bir kadın! Yazın ortasında, Temmuz sıcağında havayolları promosyon yapmaya karar verdiğinde kendisi hemen beni aradı! Bir önceki kampanya döneminde yurt dışı biletleri satışa çıkmamış, biz de kendimizi Antalya ve Konya biletleri ile teskin etmiştik. Bu seferki lokma büyük olunca ilk dakikada iki koldan saldırdık. Melike yine başarılı oldu; Viyana biletleri ulaşılamazdı ama iki ekonomik Budapeşte gidiş dönüş bileti elimizdeydi. Ve kendisi aynı zamanda Budapeşte – Viyana tren seferlerine de hakimdi. Dolayısıyla yaz sıcağının doruğunda yaklaşık 6 ay sonrasına planımız hazırdı. Budapeşte’ye uçup trenle Viyana’ya geçecek, burada kısa bir konaklama ile ünlü yılbaşı filarmoni konserini izleyecek ve yılın ilk günü Budapeşte’ye geri dönüp iki üç gün kalarak bir uçuşla iki şehir vuracaktık. 

Zaman su gibi aktı tabii… Aralık başı geldiğinde nasılsa daha çok var diye konaklamaları önceden rezerve etmediğimiz için biraz üzüldük. Zira yerler dolmuş, fiyatlar katlanmıştı; hem de Euro bazında! Neyse ki gezimize katılmaya sonradan karar veren kardeşi ile birlikte üç koldan saldırınca bütçemize uygun yerler bulduk. Üstelik geçen zaman içinde havayolunun uçuş saatlerinde yaptığı revizyon bizim promosyon biletlerine ücretsiz tarih değişikliği hakkı vermişti. Böylece seyahatin hem ekibi hem süresi genişledi; 3 gün Viyana 3 gün Budapeşte olarak finalize edildi. 

Soğuk Diyarlara Gitmeden Önce …

Bizim memleketin de kışı çetin olabilir elbette ama orta ve kuzey Avrupa şehirlerindeki keskin soğuk kimimizin canını daha önce yakmıştı. Hele bir de kışın ortasında buralarda sokaklarda dolaşmak, şehrin altını üstüne getirmek niyetindeyseniz! Bir de aldığınız promosyon uçuşta valiz hakkınız yoksa ve sadece kabin çantasıyla yola gidecekseniz dikkatli planlama şart.

Böylesine şartlarda kompakt ve verimli bir seyahat valizinde olması ve olmaması gerekenleri dikkatlice düşünüp karşılıklı mütalaa ettik; sonradan da doğruluğu kanıtlanan şu kararla hareket ettik: 

  • Her türlü soğuk ve yağışa dirençli, hafif ve uzun (dizaltı kesin) pofufuk bir mont giyilmeli – Ben uzun, yandan yırtmaçlı, dışı siyah içi fotoğraflarda güzel gözükecek parlak turuncu bir mont aldım
  • Hem sıcak tutacak hem uzun yürüyüşlerde rahat edilecek hem de gece eğlencelerinde şık duracak veya en azından sırıtmayacak bir bot giyilecek (önemli nokta: fazladan ayakkabı taşınmayacak) – Ben fermuratlı orta boy kar botu tercih ettim
  • En kalın kıyafetler yolda giyilecek – Ben kot pantolon ve pofuduk polarımı giydim
  • Yünlü bir şal – Ben montun renklerine uygun battaniye tipi bir yün şal sardım
  • Lahana modeli her güne bir ince içlik ile yedek 1-2 kazak alınacak – Ben 2 kazak götürdüm ama polarla birlikte tek de yetermiş.
  • Yılbaşı gecesi için şık bir seçenek – Ben karar veremeyip iki alternatif götürmüştüm, sonuçta rahat olanı seçtim. Yani ikinciye gerek yok; önden karar verin. 
  • Çantalarda da kabin tipi çekçek valiz, kol çantası yerine rahat dolaşmalık ama şık orta boy bir sırt çantası ile içinde bir ufak omuzdan kese çanta.
  • Önemli not: Özellikle belirlediğiniz bir alışveriş hedefi yoksa “oradan alırım lazım olursa” fikrine kapılmayın; hem Viyana hem Budapeşte alışveriş için pahalı! 

Yılbaşı Konseri…

Hayallerimizi (özellikle Melike’nin) süsleyen Viyana Filarmoni Yılbaşı Konseri biletlerinin çok pahalı olduğunu duymuştuk. Ama konserin dev ekranlardan şehir meydanında canlı yayınlandığını ve sokakların çok şenlikli olduğunu de öğrenmiştik. O yüzden bileti ilk aldığımızda konser biletine kasmadık. Ama tarih yaklaştıkça acaba uygun bilet bulabilir miyiz merakı bizi sardı. Yine arkadaşımın azmi ve çabasıyla nefis bir fırsat bulduk ve hemen atladık… O yüzden önce bu konuyu değerlendirelim. 

Viyana şehir merkezindeki küçük saray binalarından birini konser ve davetler için etkinlik alanına çevirmişler. Ve içi de dışı kadar şatafatlı görünen salonlarda küçük filarmoni konserleri düzenleniyormuş. Şehir sakinleri ve turistler de bu etkinliklere şıkır şıkır giyinip erişilebilir bu şaha şahanın tadını çıkarıyormuş. Mekanın adı Kursalon Hübner; ve biz de yılbaşı gecesi için kişi başı yaklaşık 90’ar Euro karşılığında saat 22.00-23.30 arasında konser & gece yarısı bir kadeh şampanya eşliğinde saray terasından havai fişek gösterisi paketi aldık. 

Hakikaten de etkinlik alanına yaklaşık 21.00 sularında vardığımızda misafirlerin bir kısmının kırmızı halılara yakışır abiyeler ve smokinlerle geldiğini hayretle gözlemledik. Tabi ortamı iplemeyip bakkaldan ekmek almaya çıkmış kıyafetleriyle gelenler de vardı ki bir kısmı turist idi. Çoğunluk ise bizim gibi sıradan denilemeyecek özende ama bir düğünde “işte gelinin ablası” da dedirtmeyecek şıklıktaydı. Hem abiye hem de “smart” şıklar içinde çoğunluğun keyifli bir yılbaşı geçirmeye gelen her yaştan Viyanalı olması çok hoştu. 

Konser salonu maalesef resimlerdeki kadar kocaman ve şatafatlı değildi. Büyük ihtimalle büyük etkinliklerde kullanılan alan bölünerek konser, yemek ve dans alanı olarak parçalanmıştı. Bunu daha sonra sarayın diğer bölümlerini de görme fırsatı olunca konfirme ettik. Yine de sahne ve önündeki alan 9-10 kişilik bir müzisyen grup ile 2 dansçı veya solistin performansı için yeterliydi. Misafirlere ayrılan oturma bölümü pek de konforlu olmayan sandalyelerden oluşuyordu ama çekilmez değildi. Salona giriş ise uzunca bir bekleyişle tek kapıdan zarif ama acelesi olmayan yer göstericilerin mihmandarlığında yapıldı. 

Konser programı tam bir popüler klasik müzik potporisi niteliğinde planlanmıştı. Viyana’nın gururu Mozart ve  Strauss’un başrolde olduğu, her tür kulağa hitap edebilecek parçalardan derlenmişti. Üstelik yer yer sahneye çıkan eşlikçiler nefisti… Bir tenör ve bir soprano opera solisti zaman zaman ayrı ayrı zaman zaman birlikte kısa aryalar seslendirdi. Bir genç balerin ve hafif göbeklenmiş kıdemli eşlikçisi valsten baleye ufak porsiyonlardan görsel şenlikler sundular. Eğlenceli ve ritmik parçaların bolluğu da seyirciyi yormadı. Sonuçta kulaklarımızın pası silindi mi silindi. Arada seyircileri izlerken keyfe gelip anı paylaşmak isteyen ama cep telefonlarıyla performanstan ziyade önündeki enseleri çeken amcalara teyzelere güldük mü güldük. Salonun arka tarafında olmayı avantaj belleyip abiyelerin değerlendirmesini yapıp puan verdik mi verdik. 

Yeni yıla yarım saat kala biten konserden sonra misafirler Orta Avrupa kültürüne yakışır, nizami bir şekilde salonun önündeki terasa alındı. Tek akıllı biz olmadığımız için sıfıra yakın derecedeki geceye adım atmadan önce vestiyer sırasında epey beklemek zorunda kaldık. Ama saat 12 olmadan önce terasta kuytu bir köşede elimizde şampanya kadehlerimiz ile yerimizi almıştık. Şehrin ortasında büyük bir parka bakan manzaramız sayesinde gece yarısından önce birkaç havai fişek gösterisini arda arda izleme fırsatımız oldu. Şahsının nerede olduğunu göremediğimiz sunucumuzun geri seri sayımını takiben de tam önümüzde kısa ama parıltılı bir gösteri vuku buldu. 

Yeni yıla girince teras hafiflerken misafirlerin yavaş yavaş dağıldığını zannettik. Meğer yan tarafta dans pisti ve minik bir sahnenin yer aldığı, disko aydınlatmalı bir salon daha varmış. Her yaştan anın tadını çıkaranların müziğe kendini az çok kaptırması bizi de gaza getirdi. Birkaç ufak hareketle abiyelere eşlik ettik. Ama en tatlısı kolkola girmiş parıldayan teyzeler amcaların yanak yanağa dansını izlemekti. 

Viyana İzlenimleri & Uyarıları…

Şehir gezerken, özellikle Avrupa’da, her yiğidin yoğurt yiyişi ayrı olur… Kimi müzecidir, kimi gurme; kimi sokakları arşınlar kimi dükkanları didikler. Kimi de her telden çalıp şehrin en ünlü mekanlarını sıraya dizer. Zaten artık her yere dair bloglar, gezi rehberleri, tur programları ibadullah. O yüzden Viyana’da şunu görün bu kaçırmayın demeyeceğim. Biraz internette araştırma yapıp seç beğen git modelini yapmak çok kolay.

Zira biz de öyle yaptık… Ama üç günlük kısa programımızda bize kolaylık sağlayan birkaç ipucunu paylaşabilirim:

  • Kısa bir araştırma yaptıktan sonra gitmek istediğiniz yerleri haritada işaretleyebilirsiniz. Böylece hem zaman kazanırsınız hem de size en yakın rotayı spontane belirlemek kolay olur. 
  • İşaretlediğiniz yerleri, konaklama ve transfer noktalarını içeren haritanızı offline yani internet erişimi yokken de kullanabilmek için cep telefonunuza indirebilirsiniz. Böylece istediğiniz zaman data ihtiyacı olmadan erişebilirsiniz. 
  • Bizim gibi aranızdan birini kurban ederek sanal sim alabilir, böylece uygun bir bütçe ile internet hizmetini grupta paylaşabilirsiniz. Tek dikkat etmeniz gereken bu data paylaşımının biraz şarj tüketici olması. 
  • Kesin gitmek istediğiniz müze varsa biletlerinizi önceden almaya çalışın. Artık Avrupa’nın pek çok ünlü müzesinde biletler hızla tükeniyor; sırada bekleyip 3 gün sonrasına bile bulamadıklarınız oluyor. 
  • Biz memleketimizin kültür mirasının izlerini sıkı takip ettiğimiz için ve de Melike’nin ihtiraslı merakı sayesinde özellikle Efes kalıntılarının sergilendiği müzeyi hedeflemiştik. Popülerlik listelerinde baş sıralarda olmayabilir ama merkezi bir konumda ve bilet kapıdan almak kolay. Maalesef muhteşem Efes Artemis’lerinden birini layık olmadığı bir şekilde sergiliyorlar. Kapı ağzında, merdiven dibinde, düzgün bir aydınlatma olmadan ya da kocamak taş salonlarda, tılsımını ortaya çıkaramayan bir ortamda Efes hazineleri görmek biraz yürek burktu. Ama Osmanlı döneminde izinli çıkan eserler bunlar. En azından nefis bir maket ve kazı fotoğrafları ile konuyu toparlamışlar. 
  • Özellikle yılbaşı gibi özel zamanlarda veya uzun hafta sonlarında şehir epey kalabalık; her yerde çok sıra olabiliyor. Restoran ve kafelerde ya beklemeyi ya da daha az popüler bir yere gitmeyi göze alarak hareket edin. 
  • Bazı mekanlarda servis yapan personeller kendileri saray aristokrasisinden ve size lütfediyormuşçasına davranabilir; kızmayın ya da içinize atın. Zaten çoğunlukla servis bedeli hesaba ekleniyor; bahşiş bırakmadığınızı hayal ederek oradan yavaşça uzaklaşın. 
  • Evet elmalı turtalar ve şinitzeller muhteşem; yemeden dönmeyin. Şehrin en ünlü şinitzel lokantasının iki şubesi var. Biri daha büyük ve burada rezervasyon yapmadan sırada bekleyerek masa kapma ihtimaliniz daha fazla. Biz 31 Aralık günü açılmadan 15 dakika önce yani 11.15’te gittik; yaklaşık 20 dakika bekleyip harika bir masada yedik. Viyana usulü şinitzelin burada domuz ve dana seçeneği var; domuz olanı daha ünlü ve lezzetli. Porsiyonlar çok doyurucu; hatta iki porsiyonla üç kişi bile doyabilir veya masayı çeşitlendirebilirsiniz. Yanına tavsiye edilen patates salatasını eksik etmeyin; çok şey kaçırırsınız. Ama kızılcık sosu herkese hitap etmeyebilir; ben beğendim. 

https://maps.app.goo.gl/K36fZC3TYGFkkCUUA

  • Yılbaşı kutlamaları için sokaklar şahane düzenlenmişti… Işıklar, yeme içme büfeleri, güvenlik koridorları, müzik noktaları; her şey çok güzel planlanmıştı. Konser öncesinde de sonrasında da sokaklarda vakit geçirmek çok keyifli oldu. Tüm noktalardan Viyana anısı logolu mantar şekilli kupalarda sıcak şarap, panç ve çeşitli içecekler satılıyordu. İster geri verip depozitosunu alıyor ister anı diye saklıyorsunuz; ben bir tanesini eve kadar taşıdım. 

Sonuçta Viyana izlenimim şudur: Bir kere görmek lazım; ama kalbi dolduran heyecanlı bir destinasyon mu; hayır. Öncelikle havası kadar stili de soğuk bir şehir; bunun bence en önemli nedeni ölçek. İnsan ölçeğinden çok kopuk, şatafat ve gösteriş adına her şey kocaman… Yollar, binalar, saraylar, kolonlar, tavanlar, Binalar ve şehir planı çoğunlukla neoklasik tarzda yapılmış. Bu tarz bana hep çok samimiyetsiz, yüzeysel gelmiştir. Uzaktan baktığında görkemli gözüken ama asıl yüceliği barındıran medeniyetlerin – yani Mısır, Grek, Mezopotamya ve Anadolu gibi kadim uygarlıkların mirasının suyunun suyunun suyu gibi biraz. Özellikle 18. ve 19. Yüzyıl sanatına, zanaatına ve mimarisine meraklıysanız sizi tam anlamıyla doyurur. Ama bu çakma korint kolonların, duvar kabartmalarının gerçek memleketinden geliyorsanız o kadar da etkilemiyor. 

Ama resim ve modern sanatın başka dallarına meraklıysanız tam bir müze cenneti. Elbette Berlin, Londra, Paris gibi kültür başkentleri kadar sanatseverin ağzının suyunu akıtmıyor. Ama Klimt’ler, Renoir’ler, Picasso’lar damak tadınıza uygunsa tatmin edici bir koleksiyonu var. Yani bir daha oralara yolum düşerse bir iki gece daha kalıp müze gezerek sanatsever iştahımı besleyebilirim. 

Peki Ya Budapeşte…

Yine önceden çalışılan ve haritada işaretlenen hedeflerle Budapeşte gezmek çok kolay oldu. Zaten illa gidilmesi lazım diyebileceğiniz önemli turistik lokasyonlar birbirine çok uzak değil. İpucu ve yorumlu önerileri yine sıralıyorum:

  • Merkezi bir konumda kalmanızı öneririm; her yere yaya ulaşabileceğiniz seçenekler var. Biz burada kaldık; şifreli anahtar kutusu ve kolay talimatları, şehrin en popüler noktasındaki sessiz konumu ve yeterli konforu tatmin edici idi:

https://maps.app.goo.gl/GerBb7wkv6UWgYHu9

  • Toplu ulaşım da oldukça kolay. Biz birkaç kez otobüs kullandık; neredeyse her durakta İngilizce menüsü de bulunan bilet otomatları var. Havalimanı merkez arası expres hatta ise direkt kredi kartı ile ödeme yapılabiliyor. 
  • Yine büyük ve popüler müzelere biletlerinizi önceden alın bence, ünlü ressamların takipçisi çok. 
  • Ulusal Macar Müzesi gözden kaçabilecek bir hazine… Önceden bilet almadan sabahın erken saatlerinde gittik; yine de sıra vardı ama rahat girdik. Hazine bölümü özellikle etkileyici. Müzeyi barındıran sarayın kütüphane kısmında yer aldığı için yapının içi de barındırdığı nadide eserler kadar etkileyici. Bir de Macar göçlerini anlatan bölümlerde “bunlar kesin Türk” tartışması kaçınılmaz. 

https://maps.app.goo.gl/ZFBaU6bXXVsE7aHM7

  • Opera Binası dünyaca ünlü ve nefis gösteriler var. Biletler çok kolay tükeniyor; biz bulamadık. Her gece saat 18:00’de ayakta sınırlı sayıda bilet de satıyorlar ama o da jet hızıyla bitiyor; erken gidip sıra beklerseniz şahane akustiği ve heybetli salonu deneyimlemek için değer:

https://maps.app.goo.gl/acgVY36YmdqtsiSF7

  • Ünlü zincirli köprüsüne gidecekseniz gün batımını tavsiye ederim. Güneş tepelerin ardından batıyor ama şanslıysanız harika renkler ve Tuna nehri size kıyak geçiyor. Üstelik tam bu sırada köprüyü yürüyerek Buda tarafına geçerseniz şehrin ve parlamento binasının ışıklandırılmış harika manzarasını görebilirsiniz. Daha iyisini teleferikle çıkıp tepeden izlemek mümkün; beklemeye kesinlikle değer. 
  • Viyana’nın ateş pahasından sonra Budapeşte’den daha rahat hatıra alışverişi yaparız zannettik. Yanılmışız! Macar işi işlemeler ve her türlü turistik eşya bence ederinden çok daha pahalı. Bazı işlemelerin makine işi olduğu uzaktan belli zaten. Hem bizim memlekette o kadar her şey var, hem de bizim Euro karşısındaki hezimetimiz o kadar ağır ki… Budapeşte’nin en büyük marketi olan koca binada bile alacak şey bulmakta zorlandık. Ama yine de hepsi bir arada hem hediyelik hem şarküteri hem diğer lezzetleri görmek isterseniz:

https://maps.app.goo.gl/2HHB7ww6jfHw29Wu8

  • Budapeşte’nin damga lezzetlerinden Paprika dedikleri kırmızı biber sosları çok popüler. Her yerde satılıyor; illa turistik bir yerden değil marketten daha uygun rakama alabilirsiniz. Bizim için çok sıradışı bir tat değil ama güzel bir nüansı var damakta kalan. Üstelik güzel bir hediyelik de olabilir. 
  • Alışveriş seviyorsanız ya da özellikle vintage merakınız varsa o zaman şehrin gizli cevherleri sizi mutlu edecektir. Merkezde birden fazla şık vintage ve ikinci el mağaza var. Üstelik koleksiyonları da çok zengin; kullanılmış kaliteli kıyafetlerden eğlenceli çoraplara, deri çantalardan kürk ceketlere kadar çeşitli ürünler var. Biz birinden özellikle mutlu ayrıldık:

https://maps.app.goo.gl/9FzABTRJEyayjBt6A

  • Şehrin merkezinde özgün Macar işi ürünler satan bir yer bulduk… İşte burası bizi çok mutlu etti! Boynuzdan kupalar ve süs eşyaları, işlemeli takılar ve kıyafetler, deri çantalar ve başka süslemeli eşyalar hem güzel tasarımları hem de ateş pahası olmayan rakamları ile son dakikada güzel hediyelere vesile oldu. Haritada tam işaretli değil ama buralarda:

https://maps.app.goo.gl/stN5kCrjnzaJQSGEA

  • Sokak lezzetlerinin neredeyse tüm çeşitlerini sunan bir yer var… Bence denemelisiniz:

https://maps.app.goo.gl/PDpUzLnivHtGCLXK8

  • Yediğimiz en güzel tatlardan biri Artizan Bakery diye kendi ekmekleri dahil herşeyi itinayla yapan bir fırın – cafe idi. Öğlen menüsündeki çorba ve yanında gelen sandviç / salata da tatlı çeşitleri de nefisti: Sadece bizim gibi gözünüz dönerse çok yeme riski var: 

https://maps.app.goo.gl/J72Md2jhrjyPkqyq6

  • Terkedilmiş binalarada konuçlanan barları ünlü şehrin. Bunlardan en ünlüsü, en büyüğü ve en eğlenceli olanı:

https://maps.app.goo.gl/HzXJ5id8K31kLBDH7

  • Biz bir gece yolumuzun üstünde tatlı bir bara gittik… Önünüze bir deste kart verip çeşitli lezzetlerde kokteyler arasından seçebilmeniz için yönlendiren tatlı garsonlar var. Farklı bir kokteyl tatmak çok eğlenceli bir deneyim oldu; mekan da çok güzeldi:

https://maps.app.goo.gl/LRmtheH8VSJQdQMW6

Sonuç: Budapeşte benim için daha insancıl, eğlenceli ve keyifli bir gezi rotası oldu. Orta Avrupa’nın soğuk dünyasında yine kocaman binalar, kocaman caddeler ve kocaman meydanlar var ama gerek mimari özellikleri gerek şehrin bütünü olsun; daha insancıl ölçeğiyle sizi sarmalıyor. Özellikle tatlı çatıları, minik dükkanları, Macar işlemeleri gibi detaylı, ince ince işlenmiş cepheleri ve nefis gece ışıklandırmaları ile süslenen Tuna nehri insanda kalıcı bir etki yaratıyor. 

Bu şehir sokaklarında yürürken uzak diyarlarda olduğunuzu iliklerinize kadar hissettiriyor. Ama bu, ürkütücü ya da rahatsız eden bir yabancılıktan ziyade heyecanlı bir maceranın parçası olmaya benziyor. Hatta dev meydanın kenarında kurulmuş kocaman buz pistinde paten kayanları köprüden izlemek ya da şehrin en büyük parkındaki eski kapıdan geçip romantik yapıların arasında dolaşmak oldukça masalsı bir duygu. Nihayetinde Budapeşte’de kendinizi tam olarak bu kente ait hissedemeseniz bile yaşadığınız ana ait hissediyorsunuz. 

Ye Kürküm Ye…

Nedir bu kürk meselesi derseniz… Viyana’ya ayak bastığımız andan itibaren sokaklarda her yaştan kadınların pek çoğunda ve birkaç beyefendide de bolca kürk gördük. Önce yaşça olgun teyzelerin tercih ettiği klasik modeller dikkatimizi çekti. Sonra baktık ki genç kızlar da salına salına kürklerle geziyor. İlk yorumumuz soğuk havadan herhalde oldu. Ama giderek kürk modasının geri dönüş yaptığına karar verdik. 

Tüm büyük mağazaların vitrininde en az bir kürk olduğunu fark etmemiz uzun sürmedi. Hele bir de Budapeşte’de hayranı olduğumuz vintage dükkanda kocaman bir kürk bölümü bulunca gözün gördüğünü gönül de istemeye başladı! Birbirinden renkli yeleklerden retro ceketlere kadar çeşit çeşit ikinci el kürk kıyafetler askıları süslüyordu. 

Bu kürk meselesinde karışık duygulara sahip olduğumu itiraf etmeliyim. Mağazalardakilerin çoğu zaten sahte kürk; ona eyvallah. Ama bir canlıyı sadece güzel gözükmek için katletmek bana göre değil. Zaten medeniyetimizin ahlaki evrimi de buraya geldi. Öte yandan özgün kürk kullanımı, yani çok soğuk iklimlerde yerel kaynaklarla sürdürülebilir sağlıklı bir hayat için kürk bir zamanlar şart idi. Bazı özel durumlarda hala geçerli olma ihtimali de var belki. Asıl beni ikilemde bırakan bu mazideki kürklerin ne olacağı. Mesela bu konu ahlaki bir çıkmaza girmeden önce alınmış ve bana teyzemden kalan kürk etolleri ben ne yapacağım? 

Viyana ve Budapeşte gezim arka planda bana tüm bu sorgulamaları tekrar yaptırdı. Kürkün şık ve zarif görüntüsü soğuk havayla birlikte daha etkileyici oldu. En sonunda kararı vintage sahte kürk bir yelekte kıldım. Alan mutlu, satan mutlu, vicdanlar temiz kaldı. Üstelik havam da bin beş yüz oldu. Yeterince soğuk olur da giyebilirsem Avrupa’dan aldım diyeceğim… Ye kürküm ye! 

Tadına Vara Vara: Sakız Adası

Sakız’a Gidiş

Aslında bu ilk Sakız ziyaretim değil; adaya ilk yıllar önce birkaç günlüğüne gitmiştim. Ama hem kısa bir geziydi hem de üzerinden çok zaman geçti. Resmi sezonun bitişinde, gayri resmi yani benim için en güzel sezonda tadını çıkararak bir Sakız tatili kararı yerinde oldu. Zira önce başka adalara da zıplayan bir program düşünmüştük; ama sonra vaktimizi yollarda geçirmeyelim ve adayı dibine kadar yaşayalım dedik. Pek doğru bir seçim olmuş; müzesinden kasabalarına kültürü, yerelinden afilisine mutfağı, tesisinden bakirine plajları ve tüm yolları ile Sakız’ı yedik bitirdik! 

Sakız’da 8 Gün

Uzun uzun cümleler yerine Sakız’da geçirdiğimiz 7 gece 8 günlük programı madde madde yazıyorum ki okuması kolay olsun… Bu arada seyahat tarihimiz Ekim 2023:

Gün 1

  • Feribot varış 10.00
  • The Garden’daki evimize eşyaları koymaca
  • Çarşıda ıspanaki + meyve suyu + alışveriş 
  • Eve yerleşme (14.00-18.00 Booking.com krizini çözmece) 
  • Dolphina’da yemek 41 E 🙁

Gün 2

  • Kale’de kahve 🙂 (en iyi mastikli Grek kahve burada)
  • Kale içi gezi
  • Osmanlı hamamı
  • Değirmenler
  • Yemek: OYZEPI 36 E muhteşem Deniz mahsulleri 🙂
  • Ev molası
  • Kaledeki cafede canlı müzik ve kokteyl;16 E (2 adet)

Gün 3

  • Arkeoloji Müzesi
  • Merkezde uzun yürüyüş
  • Stou Giorgio yemek muhteşem mantar 🙂 40.5 E (mantar, köfte, Grek salata, sosis, ballı peynir kızartma, beyaz şarap 50’lik) pazar aileler kalabalık 
  • Çarşıda zencefilli bira 

Gün 4

  • Araba kiralama (25 E günlük) 
  • Pyrgi gidiş… Kahve molası, kaşık mastik, gezmece foto
  • Sakız Müzesi ve harika sergi, nefis manzara
  • Sahil Mavra Volia deniz güneş mis
  • Emporios yemek büyük porsiyonlar 54E (kalamar, şişte kabak, patates, peksimetli salata, 3 bira) 
  • Dönüşte Armolia dan geçiş 
  • Eve dönüş evde kokteyl saati

Gün 5

  • Olimpi köyü ziyaret, kahve x 2 5 E
  • Mesta kasabası, 14.5 E kahve x 2 ve portakalopita + dondurma mastika
  • Deniz kenarında mola güney batı Paralia Apothika plajı, tesis kapalı gibi deniz kayalar şahane
  • Stou Giorgio yemek 40 E (domuz eti fırında, mantar, köfte, Harmony salad, şu) çok sakin bu kez
  • Eve dönüş ve sahilde yürüyüş 

Gün 6

  • Evde kahvaltı
  • Nea Mori Manastırı
  • Terkedilmiş kasaba Anavatos, çoğu yer kapalı tek cafe var
  • Avgonima köyü tepede, kahve ve tatlı 7 E
  • Lithi sahil, çok rüzgarlı atıştırma Tria Aderfia 17 E (kabak çiçeği köfte, ot haşlama, beyaz şarap karaf 50 CC)
  • Eve dönüş mola
  • Fine dining kale içinde Vradipus 22E (4 çeşit mini meze: peksimetli salata enfes, keçi gravyer enfes, soslu et mükemmel, fava + 50 CC beyaz şarap) sonunda likör ikram sunum şahane 

Gün 7

  • Volissos gidiş (kayalık yollar) 
  • Dik kasaba girişte kahve 7.3 E 
  • Kale tırmanış
  • Kuzeye yolculuk, yolda mola Pitos
  • Kuzey koyu Nagos beach, denize gir çık
  • Lagkada köyü balık lokantası yemek 37 E (kabak kızartma, patates kızartması, ot haşlama, mltekir ızgara, köfte, uzo 20’lik)
  • Dönüş market alışverişi 

Gün 8

  • Bizans Müzesi 
  • Citrus Müzesi 12 E kahve X2 + limonlu pasta 
  • Agia Fotini deniz molası
  • Feribot dönüş 

Sakız için kritik tavsiyeler…  

Yine uzun paragraflar yerine bir daha gitsem nasıl yaparım havasında yap / yapma veya aman kaçırma /  sen bilirsin şeklinde notlarım:

Konaklama

  • The Garden isimli muhteşem bir yerde kaldık; şiddetle tavsiye ederim… Zira merkezde, en civcivli bölgenin hemen yanı başında ama sessiz bir yerde; eski bir yerleşkenin yenilenmesi ile yapılmış harika bir apart daireler kompleksi. Binalar taş, ya özgün ya da orijinaline sadık kalınarak yenilenmiş bir tasarım ile gerçek bir Yunan adası deneyimi sunuyor. Sahipleri Fotini ve eşi de o kadar misafirperver ve tatlı insanlar ki arkadaş olduk. Hatta Türkçe öğrenmekte ve epey ilerletmiş olan Fotini ile taze arkeoloji öğrencisi yoldaşım Melike birlikte karşılıklı ders bile çalıştılar. 
  • Biz rezervasyonu Booking.com ile yapmıştık. Ama çok mutsuzuz; çünkü sahte hesap kurbanı olduk. Konaklama yerimizden ve sahiplerinden çok memnunuz ama bir dahaki kalışımızı booking ile yapmayacağız. Sorunu çözdüler ama birkaç uluslararası telefon görüşmesi ile yarım günlük stresli bir krize maloldu. 

Yemek 

  • Kale’de kahve : Kale içinde şehir merkezi tarafındaki kapıdan geçer geçmez bir meydana bakan 3 mekan var. Bunlardan ikisi restoran biri cafe zaten. Her daim şenlikli ve hareketli, servisi makul fiyatları da lezzeti de güzel. 
  • Dolphina… Aman diyeyim! Gitmeyin bence, ya da bile bile lades diyerek gidin. Bloglarda, instagram hesaplarında tavsiye edilen yerlerden biri. Merkezde deniz kenarındaki birkaç tavernadan en popüleri diye ilk gece gittik. Siparişlerimizin bir kısmı berbat, bir kısmı vasat bir kısmı iyi geldi. Kalamar kayış gibiydi mesela; ben böylesini hiç bir Yunan adasında hiçbir lokantada yemedim. Karides güzeldi, midye saganaki fena değildi. Fiyat toplamda kötü değildi ama değmez; o bütçeyle hatta daha azına misliyle lezzet deneyimledim. 
  • Değirmenlerin orada tek bir lokanta var: OYZEPI. Çok basit ama verimli bir menü sistemi var… Ya deniz mahsulü ya da et seçiyorsunuz, yanına da ne içeceğinizi tercih ediyorsunuz. Gerisi fiks menü gibi günün mezelerinden geliyor. Favadan sardalyaya, hamsi kızartmadan peynir saganakiye, salatadan karidesine her şey lezzetliydi. İki kişilik şaraplı menü 25 Euro bize yeterli olurdu aslında… Ama günde iki öğün yiyince acıkıyorsun. Bir de adaya yeni gelmiş olmanın getirdiği deniz ürünlerine karşı bir açgözlülük oluyor. Biz fazladan duble peynir ve salata ile 36 E2ya kalktık. . 
  • Sakız’da tek bir yerde yiyelim derseniz adres budur: Stou Giorgio Merkezden 5 dakika araçla 20 dakika yürüme mesafesinde ama çoğunlukla yerel halkın gittiği bir aile işletmesi. Sakız’a tepeden bakan nefis bir manzarası var. Ama asıl konu lezzet! Ben böyle muhteşem mantar ömrümde yemedim. O kadar güzeldi ki ikinci kez gittik… İki farklı menü şöyle: 1 – mantar, köfte, Grek salata, sosis, ballı peynir kızartma, beyaz şarap 50’lik ile 40.5 E; 2- domuz eti fırında, mantar, köfte, Harmony salad ile 40 E. Ama hafta sonları kalabalık oluyor yer ayırmak isteyebilirsiniz. 
  • Bir başka özel Sakız deneyimi Vradipus oldu; kale içinde Yunan mutfağını modernle buluşturmuş füzyon bir seçenek ve fine dining tadında. Ne yeseniz muhteşem sanırım. 
  • Merkezin biraz kuzeyinde minik bir balıkçı kasabası var: Lagkada Burada biz gittiğimizde az sayıda açık lokanta vardı, sezonda biraz daha fazla olur tahminim. Her şey çok taze ve lezzetliydi ; ama özellikle tekir harikaydı. 
  • Ünlü volkanı plaj Mavra Volia çıkışı acıkınca Emporios’ta yiyelim dedik. Böylesi bir program için uygun. Adada yediğimiz en pahalı yemek oldu; ama porsiyonlar çok kocamandı. Kalamar, şişte kabak, patates, peksimetli salata ile 3 biraya 54 E verdik. Bebek kalamar ve çöp şiş kabak kızartması efsaneydi. Chios birasını burada deneme fırsatım oldu; ben beğendim. 
  • Batı yakası programımız erken bitince tam öğün değil de atıştırmalık oturduk. Tria Aderfia diye Lithi plajında tek açık yerde 17 E’ya kabak çiçeği köfte, ot haşlama, beyaz şarap karaf 50’lik iyi bir lezzet / fiyat paritesiydi. 

Turistik Kasabalar

  • Pyrgi… Adanın en ünlü iki kasabasından biri; yeni Allahın emri. 🙂 
  • Olimpi … Pyrgi’nin dibi ve çok tatlı bir yerleşke yani gitmezsen döverler. 
  • Mesta … Sakız’ın göz bebeği; biraz turistik olmuş ama hak ediyor. 
  • Nea Mori Manastırı… Gitmeyeni dövmüyorlar ama adanın ortasındaki tapelere tırmanmak ve buradaki enfes manzara ile harika yerleşkeyi dolaşmak için değer. 
  • Terkedilmiş kasaba Anavatos… Fotoğraflardan azameti anlaşılmıyor. Çok farklı bir yerleşim; ama maalesef restorasyon çalışmaları nedeniyle çoğu ziyarete kapalı. Yine de programa alınması tavsiye edilir. 
  • Volissos … Yine bir taş kasaba daha diyerek biraz duygun gittik. Ama yokuşlu yolları, batı sahillerine tepeden bakan kalesi ve sürprizli sokakları ile bizi çok mutlu etti. 
  • Avgonima … Anavatos ve batı rotasında yol üstüne, girin bir kahve için zaman varsa, aten bir saatte biter. 
  • Kuzeye yolculukta yolda küçük bir kasaba Pitos… Yolunuz geçerse tatlı bir mola. 

Müzeler

  • Sakız Müzesi… Ben böyle bir keyifli içerik ve manzara beklemiyordum; iyi ki gitmişiz! Hem modern binası hem alan düzenlemesi, hem manzarası hem de içeriği harika. Sakız adası ve sakıza dair her şeyi çok güzel, kompakt ve keyifli bir kürasyon ile sunmuşlar. Bence kesin gidilmeli. Üstelik Pyri’den Mavra Molia yolu üstünde! Giriş 4 E ama değer. 
  • Arkeoloji Müzesi… Meraklısı için gitmeye değer; ama bizdekilerin yanında sönük kalıyor. Giriş 4 E. 
  • Citrus Müzesi… Aslında biz müzeyi gezmedik 🙂 Ama o kadar güzel bir bina ve yerleşke ki orada saatler geçirdik. Bahçesinde çok tatlı bir kafe var; lezzetli de menüsü. Turlar buraya geliyor genelde; eski bir konaktan çevrilmiş özel bir müze. Güney rotasında  harika bir mola noktası. 
  • Bizans Müzesi … Kapısından bakıp geri döndük. Pek bir şey yok, çok özel merakınız yoksa girmeye de gerek yok (4E) 

Plajlar

  • Mavra Volia plajı dillere destan… Benim de ilk Sakız ziyaretimde en çok aklımda kalan burasıydı. Zira volkanik siyah çakıl taşlarından bir plaj ve nefis denizi var. Gitmeyeni bu kez ben döverim! 🙂 
  • Güney batıda Paralia Apothika isimli bir plaj. Biz güney rotası dönüşü deniz molası için girdik; Mesta’ya 15 dakika mesafede. Normalde kayalıkların üstündeki tesisten sahile teleferikli servis varmış; ama biz gittiğimizde kimse yoktu. Plajın bir tarafındaki kayalıkları keşfe çıkarsanız kendi özel bakir plajlarınızı bile keşfedebilirsiniz. 
  • Lithi sahil… Batı yakasının en popülerlerinden. Hakikaten de tatlı bir kum plaj ve tesis de var. Ama bizim gittiğimiz gün fırtınaya denk geldik; denize giremedik. 
  • Kuzey plajlarından Nagos beach… Kuzeye bakan birçok minik plajdan biri. Yerleşkenin içinde yer alıyor ve yoldan yürüyerek iniyorsunuz. Sezon dışı üç beş kişi vardı; ama eminim sezonda popüler bir yerdir. Denizi çakıllı ama hızlı derinleşiyor, keyifli bir mola. 
  • Agia Fotini… Burası da merkeze yakın, tesislerin bulunduğu popüler bir plaj. Çakıllar burada harika bir bej tonunda. Denizin ve plajın özel bir şahaneliği yok ama sezon dışında da uzanacak konforlu ahşap şezlonglar ve bambu şemsiyeler bulduğumuz ve hatta içecek servisi bile olduğu için biz çok mutlu olduk. 

Ayrıca Notlar:

  • Her lokantada bir büyük su ve ekmek fiks geliyor ve yaklaşık 1.5 E su ve 0.5 E / kişi ekmek parası geliyor.
  • Merkezde ve özgün bir yerde konaklamaktan çok mutluyuz. Her yere kolaylıkla gidebildik (adada en uzun mesafe 1 saat) ve her seferinde eve dönmekten de mutluyduk. 
  • Adaya genelde sabah ve akşam feribot var (Çeşme’den 35-40 dakika zaten)… Günü verimli kullanmak için çoğunlukla sabah gidiş akşam dönüşler tercih ediliyor. Sezonda kalabalık oluyor; ama sezon dışı giriş çıkış rahat. 
  • Biz ilk iki günü merkezin tadını çıkarmak için yaya geçirdik; son 5 gün araç kiraladık (sezon dışı 25 Euro bugüne kadar verdiğimiz en iyi rakam). Özellikle farklı bir yerde konaklamayı seçmiyorsanız veya kendi aracınızla gelmiyorsanız böyle son günlerde tavsiye ederim. Böylece sabah kaldığınız yerden çıkış yapınca arabaya eşyaları koyup istediğiniz yerde istediğiniz gibi günün tadını çıkarabilirsiniz. 

Sakız’dan ne alalım…

Fazla düşünmeye gerek olduğunu sanmıyorum: Sakız! Sakız’ın elli tonu daha doğrusu… 🙂 Sakızı saf olarak alabilirsiniz ki her şeye koyabilirsiniz. Ya da mandalinalı, portakallı gibi seçeneklerini deneyebilirsiniz. Veya bin bir çeşit reçelli kavanozlara saldırabilirsiniz (ben sırf meraktan fıstık reçellisini aldım). Tabi bir de sakızlı lokumlar, sakızlı içecekler, sakızlı tatlılar var. Ama bir Allah’ın kulu sakızlı muhallebi yapmamış ona şaştık! İlla kaşıkla macun şeklinde (bazen buzlu suda) yiyeceksiniz. 

Alkollü içeceklere gelince… Burada da Uzo çeşitleri var; biz bir lokantada içip beğendiğimiz şişeyi tercih ettik. Ama Sakız’ın Midilli gibi köklü bir uzo kültürü yok. Chios Birasını ise ben çok beğendim; tavsiye ederim. 

Hediyelik eşyada bir numara Pyrgi desenli çantalar… Tabi bunların çeşitli varyasyonları da var. Anahtarlıklar, aynalar, kupalar ve bilimum ıvır zıvır. Ben kullanabileceğim anıyı tercih ediyorum; o yüzden bez çanta aldım. Herkesin zevkine bütçesine göre hediyelik var. 

Ve tadına vara vara… 

En başta söylemiştim… Biz yoldaşım Melike ile önce adalar turu planlamıştık ama vazgeçtik. Hem yoğun bir yaz programı sonrası kışa girmeden dinlenmeli bir tempo istedik. Hem de resmi sezon bittiği için feribot seferleri seyrekleştiğinden vaktimizin çoğunu yollarda geçirmek istemedik. Yani özetle sindire sindire Sakız’ın altını üstüne getirmek daha çekici geldi. 

Öyle de yaptık!… Sanırım Sakız adasının en az bir kez geçmediğimiz yolu, görmediğimiz coğrafyası kalmadı. İlk iki günü merkezde geçirerek tüm sokakları ve müzeleri ile ada kültürünü sindirdik. Güney rotasını iki kere yaptık ki burada çok popüler destinasyonlar olduğu için hak ediyor. Bir gününde orta belinden batıya geçip tepeleri ve batı sahillerini keşfettik. Bir günü tamamen kuzeye ayırdık ki ne iyi yapmışız; ada doğasının bambaşka bir yüzüyle karşılaştık. Buradaki yoğun taşlık arazinin farklı bir büyüleyiciliği var. Son günü de eksik kalanı tamamlamak ve deniz kenarında keyif yapmak için ayırdık; bu da yerinde bir karar oldu. 

Bizim topraklara yakınlığı vesilesiyle Sakız da bir miktar Türkleştirdiğimiz adalardan… Gidiş geliş bu kadar rahat olunca çok Türk ziyaretçi oluyor tabi. Buna göre de yer yer bizim su kurnazı turizmcilerimizden araklanmış taktikler görebiliyorsunuz… Her masaya ücretli su ve ekmek çakmak gibi. Bazen hepimizin bir arada olduğu zamanı gözleri dolarak anan, bazen de bizim memleketin insanından bezmiş yüzler görebiliyorsunuz. Arabayı kiraladığımız yerdeki aslen Gökçeadalı amca nasıl askerdeki dayaktan kaçtığını anlatırken mesela. Ya da plajdaki şezlongların kullanımına dair işletmeci ile tartışan insanımı görünce. 

Ama asıl konu ortak paydalarımızda mı buluşacağız yoksa farklılıklarımızla mı bozuşacağız? Beni en çok duygulandıran iki şeyden biri Sakız Müzesi’ndeki geçici özel sergi oldu… Burada savaş sonrası adaya ana karadan gelen Rum göçmenlerin anlattığı arafta kalma hissi; yani ne oralı ne buralı olmanın hüznü anlatılıyordu. Diğeri de ev sahiplerimizin bizi kucaklayışı… Biri Mısır göçmeni bir ailenin marangoz babasının muhasebeci oğlu; diğeri Sparta kanı taşıyan Makedonya göçmeni koca yürekli kadın. İkisi Pire’de üniversite okurken tanışıp aşık olmuş. Adam karısına bakarken gözleri parlıyor; kadın gülümsemesi ile odayı aydınlatıyor. Kendi elleriyle yaptıkları kapıları, itinayla hazırladıkları kahvaltı sepeti de anlatıyor aslında. “Bir gece daha kalın bizden olsun” diye uğurluyorlar bizi… Ben Sakız’a bir daha giderim sırf bu “hayalleri emekle birleştirsen saray olur” hissi için. Ama kalamarımı, karidesimi, ahtapotumu da yerim! 🙂

Uzun Yaşamın Sırrı: İkaria

İkaria’ya Gidiş

Hakkında uzun yıllar güzel hikayeler dinleyip hedef koyduğum bizim yakaya yakın adalardan İkaria’ya Türkiye limanlarından direkt geçiş yok. Bu nedenle biraz teferruatlı bir planlama gerekiyor. Ama çok zor değil; çünkü komşumuz Yunanistan sağolsun adalar arasında sık, konforlu ve ekonomik feribot seferlerini optimum seviyede işletiyor. 

İkaria’ya en kolay zıplama Samos (Sisam) adasından; ona da Türkiye yakasından en yakını Kuşadası limanı. Daha önce Samos’a feribot biletini online almıştım (bilet.com) ama biletleme ve check-in Kuşadası limanının hemen dibindeki Meander Turizm tarafından yapılıyordu. Samos aktarmalı İkaria bileti için önce yine online almaya çalıştım; ama Türkiye’den Samos’a giden feribotların vardığı iki farklı liman ile Samos’tan İkaria’ya giden feribotun limanı farklı (evet Samos’ta 3 liman var). Her biri arasındaki mesafeyi de tahmin edebilsem de feribottan feribota geçiş bulmacasının içinden çıkmakta zorlandım. Bunun üzerine Samos turları da düzenleyen Meander’e başvurdum. Sağolsunlar kendileri konuya çok hakimler ve profesyonel bir biçimde çözdüler. Üstelik kombine biletler için kendim alsam vereceğim bedelden pek de fazla fark vermemiş oldum! Ayrıca dönüşte Samos’ta Pythagorion’da bir gece kalmak istedik; onu da çözmüş olduk. Sonuçta feribotlar şöyle oldu:

Gidiş: Kuşadası – Samos (Vathi Limanı) sabah gidiş; otobüsler Karlovassi limanına geçiş; Samos (Karlovassi Limanı) – İkaria (Evdilios Limanı) öğleden sonra geçiş

Dönüş: İkaria (Evdilios Limanı) – Samos (Karlovassi Limanı) öğlen gidiş; otobüsle önce Vathi sonra Pythagorion geçiş; ertesi akşam Samos (Pythagorion Limanı) – Kuşadası dönüş 

Meander Travel konum: https://goo.gl/maps/zeEYE4pzT82NbMheA 

Meander Travel İngilizce site: https://meandertravel.com/ 

Meander Türkçe site: https://samosaferibot.com/ 

Feribot yolculuğu beklediğimiz gibi sorunsuz ve keyifliydi; zaten yapacaklarımızın heyecanından zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Ama Samos girişinde pasaport kontrolünde çok bekledik. Feribotta en arkaya oturup yanaşır yanaşmaz sotede bekleyerek limana ilk atlayanlardan olmadığımız için sıranın en sonlarında yaklaşık 1 saat bekledikten sonra adaya giriş yapabildik. Çakallık yapıp siz de erken girin demiyorum; zira zaten otobüsü beklerken öğlen saati Vathi’de limanda oturup soğuk kahve içmek dışında pek yapacak bir şey yok. Biz de öyle yaptık; otobüs durağına yakınca bir yerde, deniz kıyısındaki esintiden faydalanarak biraz ferahladık. Ama önce otobüs saatlerini kontrol ettik; tarife çok değişken olmasa da size de aynısını öneririm çünkü zaman zaman değişiklikler, özel durumlar olabiliyor. 

Vathi – Karlovassi arası otobüsle yaklaşık 1 saat sürüyor ve yol deniz kenarından keyifli bir rotadan geçtiği için keyifle dışarıyı ızleyebilirsiniz. Feribot saatinden biraz erken vardığımız için yine biz soğuk kahve ile serinledik. Zaten Karlovassi’de dolaşacak çok yer yok; ayrıca öğlen saati pek çok dükkan siesta yaptığından kapalı. 16:25’te kalkan dev feribot limana erken geldiğinde biz önce bu başka adaya herhalde dedik. Meğer bu kocaman mavi gemi adalar arası zıplayan, Mikanos dahil pek çok destinasyona yolcu taşıyan bizim de aracımız olacakmış. Çok katlı (sadece 2 katı araç için), klimalı salonları ve kocaman açık ve kapalı terasları olan bu iri kıyım feribotta hem çok rahat ettik hem de Samos’un ve İkaria’nın kuzey kıyılarını zevkle izleyerek seyahat ettik. Tam zamanında da Evdilios’a vardık. 

Araç kiralaması için önceden rezervasyon yapmıştık… Kesinlikle tavsiye ederim zira adada araba sayılı ve hem bulup bulmama hem de külüstür bir şeye denk gelme riskine değmez. Biz de limana yürüme mesafesindeki ofisten aracımızı teslim alıp yaklaşık 1 saat mesafede, adanın güney tarafında Therma’daki evimize yola çıktık. İkinci sürücüyü yazdırmak için fazladan ödeme gerekmedi. Tatil boyunca da adanın dar ve virajlı yollarında bu şekilde dönüşümlü kullanarak rahat ettik. 

İkaria’da 5 Samos’ta 1 Gün

Uzun uzun cümleler kurmak yerine İkaria’da geçirdiğimiz brüt 5, net 4 gün (yollar yarım gün veya fazlasını yer) ile Samos’taki net 1 gece 1 gün programını madde madde yazıyorum ki okumuası kolay olsun… Bu arada bizim seyahat tarihi Temmuz 2023:

Gün 1

  • 9:00 – 11:30 Kuşadası -Samos feribot yolculuğu & pasaport kontrol
  • 11:30 – 13:30 Samos’ta Vathi limanda soğuk kahve molası
  • 13:45 – 15:00 Vathi – Karlovassi otobüs yolculuğu (5 E / kişi)
  • 15:00 – 16:15 Karlovasi soğuk kahve molası
  • 16:25 – 18:00 Samos Karlovasi – İkaria Evdilios Feribot yolculuğu
  • 18:00 – 19:30 Evdilios’tan araç kiralama & Therma’ya gidiş
  • 19:30 – 21:30 Agios Khrykos’ta akşam yemeği (deniz mahsulleri & ada keçi peyniri kızartma – 3 kişi 60 E) 
  • 21:30_ 22:00 Agios Khrykos’tan Therma’ya geçiş (15 dk) & eve yerleşme
  • 22:00 – 23:00 Therma sahilde İkaria birası (ödüllüymüş ama eh)
Therma gece
Therma bira
Therma gece 2

Gün 2

  • Sabah Therma termal sularında (doğal bir mağaramsı girinti çinde sıcak su kaynakları) ve koyda deniz keyfi
  • Therma sahilde Kritikos Estatorio’da kahvaltı
  • Araçla Seyşel Koyuna gidiş (1 saat)
Seyşel 1
Seyşel 2
Seyşel 3
  • Park yerinden Seyşel koyuna yürüyüş ve deniz molası
  • Araçla bir sonraki kasabaya ziyaret ve soğuk kahve molası
  • Araçla İkarus Kayasına gidiş ve kayalıktan Ikarus’a selam (denize giriliyor) 
  • Güney kıyısında devam – Paralia Xilosirtis plajında serinleme
  • Aynı yerde Arodou Tavernasında yemek (Deniz mahsulleri, ada peyniri, kızartmalar & efsane yerel şarap – 3 kiş 63 E)
  • Therma’ya dönüş ve kanlı ay doğuşu seyri

Gün 3

  • Sabah erken Therma termal sularında ve koyda deniz keyfi
  • Therma’dan kuzey kıyısına adanın ortasındaki dağ yollarından yolculuk
  • Raches kasabasına varış ve kahvaltı & tatlı (Kadın kooperatifinden muhteşem tatlı ve organik ürün alımı) 
  • Raches Kasaba turu (öğlen saatinde pek tatlı değil, ayrıca diğer adalara göre daha az özgün ve gezilecek yer var 1-2 saat yeter) 
Raches 1
Raches 2
Raches 3
Raches 4
Raches 5
Raches 6
  • Armenistis araba yolculuğu (30 dk) 
  • Armenistis’te Mouragio Tavernasında muhteşem atıştırma (patates, peynir kızartma, kabak kızartma, sarı tava ekmeği & Mamos birası) 
Mouragio 1
Mouragio 2
Mouragio 3
  • Nas Plajına geçiş, araç park edip aşağı merdivenlerden iniş & plajda keyif (çok güçlü akıntı ve dalga olan, yüzmekten çok denizde oynamalık ama çok güzel & çıplak takılanlar var, serbest) 
Nas 1
Nas 2
Nas 3
  • Gün batımı için Karimalis Bağevi’ne geçiş ve akşam yemeği (vejeteryan fix menü & 1 kadeh şarap 35 E / kişi – her şeyi kendi yetiştirdikleri ürünlerden yapıyorlar, tatlı bir ekip özellikle ev sahibi hanımefendi ve Spartalı garsonumuz) 
Karimalis 1
Karimalis 2
Karimalis 3
Karimalis 4
Karimalis 5
Karimalis 6
Karimalis 7
  • Therma’ya gece yolculuğu & Dolunay

Gün 4

  • Therma’da evden haşere nedeniyle erken çıkış ve termal sularında sakinleşme
  • Therma Sahilde Kritikos Estatorio’da kahve molası (iki şezlong fiyatı 10 E) 
  • Evdilos limanına geçiş ve kasaba turu (1-2 saat yeterli) 
Evdlios1
Evdlios2
Evdlios4
Evdlios kahve yoğurt
  • 14:30 feribotuna yolcu bindirme ve Armenitis’e geçiş
  • Armenitis’te Kirki Rooms aile işletmesinde oda kiralama (manzarasız küçük iki kişilik oda 40 E – temiz ve denize nazır ortak terası çok keyifli) 
  • Armenistis küçük plajında deniz molası
  • Armenitis’te Mouragio Tavernasında muhteşem yemek (harika kadayıflı ballı peynir kızartma, kabak kızartma, leziz sıcak sarı tava ekmeği, şehriye pilavlı oğlak yahni, muhteşem havyar tarama & yerel beyaz şarap – 2 kişi 38 E) 
Mouragio 4
Mouragio 5
Mouragio 6
  • Otelde teras keyfi & yatma borusu

Gün 5

  • Armenistis küçük plajında deniz keyfi
Armenitis 1
Armenitis 2
  • Öğlen Evdilios’a geçiş ve araç teslim 
  • 14:30 feribotu ile Samos Karlovasi limanına yolculuk (yaklaşık 1 saat)
  • Karlovassi – Vathi otobüs yolculuğu (yaklaşık 1 saat – 5 E / kişi)
  • Vathi – Pythagorion arası otobüs yolculuğu (yaklaşık 20 dk – 1.7 E / kişi)
  • Otel Pegasus’a yerleşme (eski mobilyaları ile retro kalmış ama orta boy temiz ve bakımlı bir otel – 2 kişilik oda 1 gece 80 E)
  • Pythagorion sokaklarında keyifli bir tur & nefis dondurma (herkes burada çok şık ve bakımlı, ayrıca hava çok pozitif)
  • Çarşıda alışveriş (burada çok güzel özgün tasarımların olduğu butikler ve uygun fiyatlı keten / ipek elbiselerin olduğu mağazalar var) 
  • Mermizeli Restoranda harika bir akşam yemeği (geleneksel Yunan mutfağına nefis bir modern dokunuş – Mermizeli salata, muhteşem basmati pirinçten muhteşem pilavlı ızgara kılıç balığı, sarımsaklı ekmek, castle isimli yerel peynirli sebze ızgara & 20 ml Hera Uzo – sahibi Maria ile tanışma fırsatı – 2 kişi 65 E)
  • Otele dönüş ve yatma borusu

Gün 6

  • Erken kalkıp Pythagorion Heraion antik kalıntılara gidiş (taksi 13 E) alanda gezi (giriş 6 E / kişi) & tanrıça Hera’ya selam
  • Panagia Spiliani manastırına ve ardındaki kutsal mağaraya ziyaret (Heraion’dan taksi 14 E)
  • Manastırdan aşağı yürüyüş ve plaja varış
  • Pythagorion kalıntılarının yanından deniz keyfi
  • Pythagorion kale müzesi, bazilika ve diğer kalıntılar gezisi
  • Çarşıda soğuk kahve molası
  • Alışveriş & otele geçiş, toplanma
  • 18:00 feribotu ile Pythagorion – Kuşadası yolculuğu (yaklaşık 1.5 saat ve deniz dalgalı ise sallantılı) 

İkaria için kritik tavsiyeler…  

Yine uzun paragraflar yazmak yerine bir daha gitsem nasıl yaparım havasında yap / yapma veya aman kaçırma /  sen bilirsin şeklinde notlarım:

  • İkaria’da konaklama için Armenitis favorimiz. Therma da güzeldi ama kuzey denizi bir tık daha keyifli ve kuzey kasabaları turiste de alışık olduğundan bir tık daha konforlu ve rahat. 
  • Araç kiralarken rezervasyon yapın mutlaka demiştik. Bir de aman diyeyim google haritalara değil size verilen tavsiyelere uyun! Bizi navigasyonun yönlendirdiği dağ yollarından bazıları bildiğin toz toprak, hatta kayalık idi ve çok yavaş ilerleyebildik. Genel olarak adanın kuzeyinden ve güneyinden giden sahil yolu popüler, ada ortasından dağlardan geçenlerin bazısı iyi bazısı değil. 
  • Güneyde bir akşam Agios Khrykos’ta akşam yemeği tavsiye edilir. Biz arkeoloji müzesine yetişemedik onu da deneyebilirsiniz. Ayrıca başka adalara buradan zıplanıyor… Bir dahakine mutlaka diye kenara yazdık. 
  • Sabah Therma termal sularını ve bu tatlı minik kasabayı tatmanızı tavsiye ederim. Yarım gün geçirmek için keyifli. Aslında kalmak için de fena değil ama biraz uzak kaldı diğer lokasyonlara. Kışın ya da sonbaharda o sıcak su harika olur ama! 
Therma
Therma termal
Therma marina
Therma termal 2
  • Seyşel Koyu adanın en meşhur yeri… Herkes bunu yazıyor, çiziyor, anlatıyor. Evet çok güzel; ama görmezsem ölmem bence. Bir de yolu epey zorlu, öyle laylaylom terlikle gidilmez; bayağı kayalardan iniyorsun küçücük koya. Ve de asıl sorun devasa bir girinti oluşturan kayalık dışında gölge yok; o da biz öğlen gittiğimizde parsellenmişti. Su hakikaten enfes ve turkuazın mavinin dibi… Ama sabah erken veya öğleden sonra gitmek lazım; öğlen bizi zorladı. 
  • Pek çok insan İkarus Kayasında mühim bir şey yok yazmış… Bence öyle değil. Adaya adını veren mitolojik hikayenin çok katmanı olduğu gibi burada da enerjisi çok yoğun. Mermer gibi beyaz taşlar, doğal kayalık yapısı çok etkileyici. Bir de İkarus kayası karşında  bir festival alanı yapılmış; orada bir etkinliğe denk gelmek şahane olur.  
ikarus kayası
  • Güney kıyısında Paralia Xilosirtis plajı gözden kaçabilecek mütevazılıkta ama enfes bir yer. Denizi çok keyifli, doğal kayalardan suya atlanabilecek iskelemsi bir uzantı var ve birde sahile inen merdivenlerin başında duş yeri var! Plajlarının doğallığı ile ünlü İkaria’da bu ender rastlanır bir konfor. Zaten diğer turist dolu plajlara oranla bolca aile gördük; belli ki ada sakinlerinin tercih ettiği bir yer. 
Xilosirtis 5
Xilosirtis 6
Xilosirtis 7
  • Aynı yerde Arodou Tavernasında yemek yemelisiniz! Biz deniz mahsülleri ve yerel şarap tercih ettik ki muhteşemdi. Ama oğlak eti ile ünlü imiş, bir dahakine onu deneyeceğiz. 
  • Adanın kuzeyine yakın ama ortasına doğru içerlerde Raches kasabası yine mutlaka görülmeli listesindeki yerlerden. Bize atla deve değil imajı bıraktı. Vaktiniz varsa görün elbette; ama asıl buranın festivalleri meşhurmuş. Biz bir türlü yakalayamadık… Hatta İkaria ada olarak yazları her akşam sabah kadar içilip yenilip dans edilen yerel festival geceleri ile meşhur. Bunlardan en büyüğü de Raches’de olurmuş. Bir dahaki listesinin en başında bu var! 
  • Armenistis keyifli bir deniz molası için de, konaklamak için de, lezzet durağı açısından da en keyif aldığımız yerlerden. 
  • Armenitis’te Kirki Rooms aile işletmesi konaklama için uygun ve konforlu. 
  • Armenistis’te mutlaka Mouragio Tavernasında yemelisiniz; her şey harika siz seçin! 
Mouragio 7
  • Nas Plajı da İkaria muhteşem listesinin başlarında… Burası da bakir bir doğa parçası; yularıda var ama aşağıda tesis yok, sadece şemdiye sezlong kiralayan bir amca var. Gün batımı ile ünlü; hakikaten günü burada bitirmek keyifli olur. 
  • Biz özellikle bir şarapevi deneyimlemek istedik.. Karimalis Bağevi’nde her şeyi kendi yetiştirdikleri ürünlerden vejeteryan fiks menü tam bir lezzet şöleni. Burada da gün batımı şahane. 
  • Evdilos kasabası adaya giriş ya da çıkış yapılan liman olduğu için zaten mecbur yolunuz geçer. Burada sokaklarda bir iki saat yeterli.
Evdilos  çatı

Peki İkaria’dan ne alalım…

Öncelikle İkaria alışveriş ve benzin açısından Samos gibi daha kolay erişilen adarala oranla bir yık pahalı, bunu bilin… Ama adaya dışarıdan gelen her şey için ek maliyet olduğundan bu anlaşılır bir şey. Özellikle giyim kuşam, aksesuar gibi şeyler yan ada Samos’ta hem daha çeşitli hem daha uygun. Ama yine de her adada bazı özel butiklerde özel tasarım ürünler karşınıza çıkabiliyor. 

İkarian evolution

Bizim en çok hoşumuza giden Raches’teki İkaria yaşam tarzı temalı ürünler oldu. Bütçemiz kısıtlı olduğundan kahve kupası, bardak gibi ürünlerden anı olsun diye aldık. İstanbul hayranı bir hanımefendinin işlettiği mağazada ben bir de özel tasarım bir kolyeye aşık olup aldım. Ama asıl Armenitis’te Mouragio Tavernası yanında girdiğimiz butikte vakit ve para saçtık. Çok zevkli, seçme tekstil ürünlerinin olması yanında sahibesinin cazibesi bizi etkiledi. Sabah deniz kenarındayken olgun yaşında bile zarif hatlarına, ipeksi kır saçlarına ve sırtındaki dövmelerine gözümüz kaymıştı. Butik vitrini önünde, askıdaki giysilere merakla bakarken içeride onu görünce ayrı bir heyecanlandık tabi. İyi ki askılı, ipekli ve çeşitli floral desenli elbiselerden değil de keten olanlardan almışız… Zira Samos’ta herkesin sırtında görünce “bu elbiseyi kesin belediye dağıtıyor” dedik; adı “belediye elbisesi” kaldı! 

Yeme içme konusunda alışveriş yapıp, saklama ve taşıma derdiniz yoksa mutlaka İkaria keçi peynirini ve yerel şaraplardan almanızı öneririm. İkaria keçileri kadar keçi peyniri ile ünlü ve her yemekte bir çeşidini tama fırsatımız oldu. Ama hafızalarımıza altın harflerle kazınan Agios Khrykos’ta yediğimiz kızarmış peynir oldu; hellimi andıran ama tuzsuz bir lezzetteki keçi peynirini ızgara yapıp üzerine balzamikli bir sos dökmüşlerdi. Mouragio’daki kadayıfla kızartılmış keçi peyniri bununla yarışır ama o kadar süslemeye ben de yarışrıım sanki! Bizim deneyimimiz (burada şarap gurmesi olmadığımızın altını çizerek) yemek yediğimiz lokantalarda içtiğiimiz karaf şarapların (kırmızı, beyaz, roze hepsini denedik) bağevindeki markalı şaraptan daha keyifli bir tat bıraktığı oldu. Ama onlardan bulamadık giderayak… alan olursa haber versin! 

Ve uzun yaşamın sırrı… 

İkaria adası dünyada en uzun yaşayan insanların olduğu ikinci yer olarak geçiyor (ilki bir Japon adası: Okinawa). Ayrıca komünist avı zamanında Yunanistan’ın sürgün adası olarak da ünlenmiş. Mitolojik karakter İkarus’tan da ismini aldığını unutmayalım. Bu üç veri dışında bir de elimizde coğrafi bilgiler ve bir katım gözlemler var… 4 farklı zemin tipinin (kaya tipi diye diyebiliriz ki biri kayrak ve güney batı kıyılarında pırıl pırıl parlayarak ihtişamını gözler önüne seriyor) yer aldığı bolca dağlık / tepelik ve dik yamaçların denize kavuştuğu engebeli bir ada. Ayrıca bol bol temiz su kaynağı var. Bir de mutfağında deniz mahsülleri kadar keçi eti ve keçi ürünleri de yer alıyor. 

Bütün bunların birleşiminden ben şu sonucu çıkarıyorum… Adalılar öncelikle doğal ve kaliteli gıda ile sağlıklı besleniyor orası kesin. Hareket etmek için bolca yürüyorlar; zaten pek fazla bir seçenek de yok, eve girmek bayır evden çıkmak bayır. Ada boyunca duvarlarda gördüğümüz grafitilerden anladığımız kadarıyla orak ve çekiç hala moda… Dolayısıyla komünist olmasa da toplumsal denge ve sosyal adalet konusunda hassasiyet hala var gibi. E zaten İkaria’lılara İkarus’un yani insan evladının yükselmiş bir örneğinin torunları diyebiliriz. İmece usulü yemeklerin içkilerin gırla gittiği, sabahlara kadar her yaştan, her türlü ada insanının çalıp söylediği, dans ettiği festivaller yani Panigiri adası İkaria… Yani hem sanatın sanat için değil toplum için yapıldığı, hem de hayattan keyif almanın öncelikler sırasında başı çektiği bir yer yani. Arada termal sularda çimmek de üstüne kreması sanki. 

komünist grafiti
zombi ekibi
ikarus heykeli

Böyle bir çıkarım yapabilirim hepsinden… Modern hayatın ve tüketim toplumunun araçları, özellikle şehirlerde, bizi sözde daha medeni, konforlu, hatta akıllı yaparken iyileştirmiyor. Bunların gölgesi altında kanımızı emiyor, enerjimizden besleniyor. Topyekün işe yaramaz demiyorum; ama biraz bokunu çıkardık gibi sanki! Bence uzun yaşamın sırrı bize yaşamın bahşettiklerinden iyi gelene kucak açıp paylaşmak; gelmeyene orta parmağı göstermekte. İkarus’a da bu yakışır! 

Vulcan dilinde dedikleri gibi…“mene sakkhet ur seveh” yani  “live long and prosper” ya da “uzun yaşa başarılı ol”

ikaria zeytin
ikaria çivi

Dilek Yarımadası Milli Parkı Plajları

Dilek Yarımadası…

Önce kesin bilgiler: Aydın il sınırları içinde Dilek Dağı’nın Ege Denizi’ne uzandığı son noktada yer alan millî park. 27.675 hektarlık bir alana sahiptir. Bu alanın 10.985 hektarı 19.05.1966 yılında Millî Park ilan edilen Dilek Yarımadasına, 16.690 hektarı 1994 yılında Millî Park ilan edilen Büyük Menderes Deltasına aittir.

Karşısında Yunanistan’a ait Ege adalarından Sisam adası bulunan Millî Parkın Dilek Yarımadası bölümü, Samsun Dağları’nın Ege Denizi’ne doğru uzanan son noktasıdır. Ortalama 650 m yüksekliğe sahip yarımadanın en yüksek yeri Millî Parkın adını aldığı Dilek Tepe’dir (Mykale) ve 1237 m yüksekliğindedir. Millî Park adını bu tepeden almaktadır. 

MÖ 9. yüzyılda İyon kentinin kutsal toplanma merkezi Panionion, antik Thebai kenti, Ayayorgi Manastırı, tarihi Doğanbey Köyü (Domatia) ile Karine, Hagios Antonios Manastırı ve Zeus Mağarası da Millî Park Sınırları içindedir.

Zengin biyolojik çeşitlilik, nesli tükenmek üzere olan canlıları ve endemik türleri barındırması nedeniyle uluslararası öneme sahiptir. Millî Park, Uluslararası Sulakalanlar Sözleşmesi (Ramsar), Avrupa´nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarının Korunmasına Yönelik Sözleşme (Bern), Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması (Rio) ve Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Barselona) kapsamında korunan alan niteliğindedir. Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Millî Parkı, Önemli Kuş Alanı, Önemli Bitki Alanı ve Önemli Memeli Alanı olması nedeniyle aynı zamanda Önemli Doğa Alanıdır.

Kaynak: Vikipedi 

Kuşadası Belediyesi Milli Park sayfası:

https://kusadasi.bel.tr/dilek-yarimadasi-buyuk-menderes-deltasi-milli-parki/

Güzelçamlı Mübadele ve Yerel Tarih Kültür  Derneği Milli Park sayfası:

Köden Milli Park Plajlarına gidiş

Aslında teknik olarak Eski Doğanbey köyümüz Milli Park sınırları içinde kalıyor. Hatta köyün “Anadolu Yakası” girişinde bir Milli Park Ziyaretçi Merkezi bile var. Burada yarımadaya dair genel bilgileri, gözünüzde canlanmasına yardımcı olarak kocaman bir maket ve bölgenin canlılarına dair bilgilendirici bir sergi de var. Eski zamanlarda hastane ve okul olarak kullanılmış taş yapının restore edilerek müze haline getirildiği binada cafe ve toplantı salonları da bulunuyor. 

Ayrıca haritada Eski Doğanbey Köyü ile Milli Park Plajları tam sırt sırta… Yani köyümüz tam olarak yarımadanın kuzeyindeki plajlardan birinin hizasında, güney yamaçlarda kalıyor. Hatta köyden dağlara çıkıp bölgenin harika florasının içinden geçebileceğiniz nefis de bir yürüyüş parkuru var. Yaklaşık 20 km denilen parkurun öteki ucu plajlara giden yolun kenarına çıkıyor..

Utanarak itiraf ediyorum ki burada bulunduğum onlarca yılda hiç tamamını yürümedim. Köyün içinden yarımadanın batı ucuna doğru giden toprak yoldan uzun yürüyüşler yaptım; buradaki eski şaraphane kalıntılarının yanından deltaya yürüdüm. Dağlardan adaçayı, kekik çeşitleri topladım. Köyün pek çok noktasından kafayı kaldırdığınızda koca bilge bir dede gibi yukarıdan bizi izleyen kayalıklar ile içinden akan ince şelale Şorlak’a kadar çıktım. Hatta ardındaki köye ve deltaya hakim tepeye tırmanıp buraların kraliçesiyim edasıyla dağlara çığırdım. Arka taraftan da benzer yürüyüşler yaptım; plajlardan yukarı tırmanan yolu bir yere kadar tırmandım. Ama yolun tamamını bir solukta hiç almadım. Zira gidip gelmelik bir mesafe değil; karşı yakada sizi bekleyen bir araç olması lazım dönüş için. Ayrıca zaman zaman buralarda kaybolan turistler oldu; yanınızda bir bilen veya rehber olsa daha iyi. 

Dolayısıyla plajlara en rahat ve konvansiyonel gidiş arabamıza binip tıngır mıngır Söke’ye kadar dönmek, yarımadayı kocaman bir U çizerek geçmek. Bu yolculuk yaklaşık 45 dk sürecektir. Söke’nin içinden (veya etrafından) Kuşadası istikametine doğru yol alırken sola bir sapak vardır; buradan Ağaçlı Köy üzerinden Davutlar’a gidilir. Oradan da yazlıkçı mekanı Güzelçamlı beldesinden Milli Park Plajlarının resmi kapısına varılır. İçeri girişte cüzi bir rakam verilir (benim son ziyaretimde araçlı giriş HGS veya nakit 35 TL idi). 

Plajlar…

Milli Park kapısından girdikten sonra sıralı birkaç tane plaj var. Bunların ilki İçmeler, hem yürüyerek gidilebildiği hem dolmuş çalıştığı hem de kumsal olduğu için en popüleri. Dolayısıyla da sezonda en kalabalığı olur. Ondan sonrakilere epey mesafe olduğundan araçla gitmek mantıklı olur ama sportif yürüyüşçüler, bisikletliler arada sırada cesaret ederler. Ayrıca yol kenarında keyifli seyir teraslarında Samos / Sisam adası manzaralı bu turkuvaz renkli manzarayı içinize çekmek ve fotoğraflamak için fırsat bulunur. 

Bundan sonraki Aydınlık Koyu en büyük plajlardan biri olduğundan hem doğu hem batı ucundan iki giriş çıkışı var. Arada Jandarma karakolunun olduğu ziyarete kapalı bir alan var. Karasu ise yine diğerleri gibi tahta şezlong, bambu şemsiye ve piknik masaları ile keyifle oturup günü geçirilebilecek bir plaj. İçmeler dahil tüm plajlarda tesis var (wc, kabinler, duşlar, büfeler)ve İçmeler’den sonraki tüm plajlar çakıl. Yarımadanın bir noktasından sonra ileriye gitmek yasa yol da kapalı zaten. 

Benim kişisel tercihim hafta içi sabah erkenden çıkıp en uzaktaki koylara gitmek. Termosum, buzluğum ve piknik sepetim ile denize sıfır masalardan birine yerleşmek. Hele bir de ağaç gölgesi bulmuşsam benden güzeli yok. Tahta şezlonga peştemalimi serdi mi tamam; bütün günü burada geçirebilirim. Elimde kitabım veya yanımda hemrahım, önümde maviden turkuaza uzanan memleketin en güzel suları. Tabii ki yanıbaşımda da milli park domuzları! 

Fauna…

Pek çok milli parkta yaban domuzu görmüş olabilirsiniz; ama burada durum biraz farklı. Zira plajlara gelen kalabalığa alışmış, insandan kaçmayan, hatta kolay yemeğin yanına yuva kurmuş aileler var. Hele yavrular öyle tatlı ki… Üzerinde çizgileri, benekleri ve vıcır vıcır sesleri ile yakalayıp sırnaşasınız gelir. Aman dikkat! Anne babaları yakındadır ve onlarla o kadar samimi olmak iyi bir fikir değil. Her ne kadar insancıl olmuş olsalar da adı üstünde, yaban domuzu… bir tosla sizi devirebilir. Ayrıca yemekleri açıkta bırakmamakta fayda var; pikmin masanızı talan da edebilir. En son bizim mısırları ve erikleri çaldılar mesela! Yemek artıklarını, karpuz kabuklarını, ya da masada ne kaldıysa hızla silip süpürebilirler. 

Burasının hem doğası hem denizi o kadar bakir ki sadece domuz değil rastlayabileceğiniz yabani hayat. Benim bunca yıllık ziyaretimde tavşanlar, tilkiler, kaplumbağalar, sincaplar, çeşit çeşit kuşlar ve balıklar dışında çok özel bir karşılaşmam daha var. İki yıl önce 2021’de sıradan bir deniz keyfinde sahilde dizlerimin üzerindeki suyun içinde mavilere dalmışken… Ayak bileğimin üzerinde, bacağımda bir şey hissettim; sanki biri tutuyor beni. Aşağıya bir baktım ki kuçuk bir ahtapot benim bacağa sarılmış! Korkmak bir yana kalbim sevinçle doldu; bu güzel yaratığın beni sarılmaya layık gördüğü için minnet bile duydum. Hem iyice bakmak hem de benim de bir kaya değil kanlı canlı yaratık olduğumu göstermek için ayağımı yavaşça kaldırdım. Bırakmadı kerata; iyice sarılmış. Birkaç sakin adım attım suda; ancak o zaman bıraktı. Ya dişine göre bir yem değildim, ya uygun bir mesken. Ama benim tercihim Ege’nin canım sularından bir kucaklaşma olduğunu düşünmek. 

Köye dönüş…

Milli Park plajları 24 saat açık değil ve konaklamaya izin verilmiyor. Mevsimine göre akşam 6-7 gibi kapanıyor ve içeride kimse kalmasın diye jandarma devriye geziyor; uyarıda bulunuyor. Gün boyu devriye gezen atlı jandarmalar da var; onlar ayrı havalı. Sonuçta çıkış mecburi… Arabamıza binip yürüyüş parkurunun yanindaki doğal kaynak çeşmesinden son bir su, seyir teraslarında son bir poz ve domuzcuklara veda ile yola koyuluyoruz. 

Geldiğiniz yoldan köye dönerken gidişte durmadığımız Ağaçlı’nın içinden geçerken bu kez yavaşlıyoruz. Çünkü buranın kocaman bazlamaları ve gözlemeleri ünlü. Evde yeriz diye arabaya alıp dev tekeri yolda bitirmişliğimiz bile var! 

Alternatif olarak Söke içinden geçerken korunmuş ve restore edilmiş eski evlerin olduğu Kemalpaşa mahallesinden geçebilirsiniz. Ya da sanayideki çöp şiş & et lokantalarından birinde açlığınızı giderebilirsiniz. Köy yolunda Güllübahçe’de Meltem Lokantasında ev yemeği de bir seçenek. Ben şahsen eve gidip püfür püfür esen avluda gayrimeşrubatımı yudumlamayı tercih ediyorum. Ama zevkler ve renkler tartışılmaz. 

Büyük Menderes Deltası & Karina

Köyden aşağı…

Bizim köy – Eski Doğanbey – hem mazinin hem bugünün en gösterişli deltalarından birine bakar: Büyük Menderes Deltası. Büyük Menderes nehrinin bereketli sularının artık bölünmüş kanallar halinde Ege ile buluştuğu devasa körfez. Kuzey tarafında Dilek Yarımadası, onu yaratan Mykele (Dilek veya Samsun Dağları) ve köyün de içinde kaldığı Dilek Yarımadası Milli Parkı ile sınırlıdır. Güney tarafında ise Akköy ve devamında sahilden burnu dönünce Didim’e varan yazlıkçı beldeleri yer alır. 

Köyden Büyük Menderes Deltası

Antik medeniyetlerin en ihtişamlılarından İyonya’nın kadim bilgelikleri bu topraklarda yankılanır. Zamanında taaa içerilere kadar uzanan derin körfez suları nehrin getirdiği alüvyonlarla dolana kadar şimdiki Bafa gölü de bir parçası imiş hatta. Gölün kenarındaki Heraklia antik kentinin yukarısında, Latmos dağlarının mağaralarında ilk insanlardan kalma izler dahi var. Körfezin baş tacı ve dönemin bilim merkezi Miletus, ilk ızgara planlı şehirlerden Priene ve hepsinin kutsal yolla bağlandığı kehanet merkezi Didim’deki Apollon tapınağı… Bunların hepsi ayrı ayrı uzun hikayeler. Tabi bir de kuzeyde Küçük Menderes deltası, güneyde Karya medeniyetinin efsane kentleri ile ilişkileri var. Eski limanlar ve antik kentlere bağlı kutsal alanlarla çevrili bu bölge artık memleketin en verimli topraklarını, Söke Ovasını barındırıyor. 

Delta Bölgesi Harita
Delta Bölgesi Harita

Tarımın hala baş tacı olduğu bu bereketli toprakların denizle kavuştuğu vadi tam bir doğal delta… Yani sazlıklar ve yağmurlarda su basan tarlaların birbirine girdiği, toprağının yarı balçıklı yarı kum, kimi yerlerin bataklık olduğu bir alan. Yani kızgın kumlardan serin sulara bir durum yok! Aksine deltanın önündeki kumluk bariyerler ile burası doğal bir balıkçılık vahası. Yani bölgenin toprağı kadar suyu da bereketli anlayacağınız. Dolayısıyla deltanın içinden denize girilmiyor; bunun için biraz yol almak gerekiyor. 

Ama yol da güzel… 

Niyetiniz denize girmek ise; Eski Doğanbey’den önünüze maviyi katıp yokuş aşağı yuvarlandığınızda yol bitiminde iki seçeneğiniz var. Ya sola yani köye geliş rotanıza saparak buradan ovanın içlerine doğru ilerlersiniz; ki bu durumda ovayı orta belinden geçip karşı yakaya, güneyde vaadedilmiş plajlara gözünüzü dikersiniz. Ya da sağa dönüp adının önünde “Yeni” olmayan ama yepisyeni Doğanbey köyünün içinde geçerek kendinizi yola bırakırsınız. Bu yol sizi Dilek Yarımadasının güney yamaçlarına dayanarak batıya, deltanın ucuna doğru götürür. 

Büyük Menderes Deltası
Delta kenarında kumsal
Delta kenardından

Köyü arkanızda bıraktıktan bir süre sonra solda bölgenin en eski balık lokantalarından Abdül’ün Yeri bulunur. Şimdi Abdül’ün oğlu Deniz ve güzel ailesi işletiyor; sakın Abdül’e söylemeyin ama bence babasından iyi balık yapıyor! Ama asıl annemin ben köye geldiğim zaman haber salıp da Deniz’in annesine sipariş ettiği balık çorbasının lezzetini yıllardır tatmadım. Fakat delta manzaralı lokantanın tek dezavantajı denize sıfır olmaması. 

Abdül’ü geçer geçmez hemen yanından toprak bir yol Balıkhane’ye giriyor. Girer girmez balıkçılar kooperatifi tarafından işletilen bu ufak limanda bağlı pek çok kayık ve tekne göreceksiniz. Kimi denizde sığlarda salınıyor, kimi kıyıya çekilmiş tamir ediliyor, kimi ise komple kaderine terk edilmiş gibi duruyor. Mevsiminde burada her sabah taze balık bulup satın alabilirsiniz. Yalnız öyle ayıklamak, tuzlamak gibi asortik hizmetler beklemeyin; “kendi işinizi kendiniz yapın” bakışları mevcut. Yok illa tepsiye hazır isterim derseniz o zaman rota başka tarafa; Güllübahçe’nin Balıkçı Serdar’ına gider ki kendisi de bizim mahallenin muhtarı olur. Ya da armut piş ağzıma düş derseniz o zaman yola devam edersiniz; istikamet Karina. 

Balıkhane deniz
Balıkhane kıyısı
Balıkçı barınağı
Balıkhane kayıklar

Ama durun; yol daha bitmedi! Hatta anca güzelleşiyor… Kıvrıla kıvrıla sağda kekik kokuları solda sazlıklar deltanın kenarından ilerledikçe deniz tuzu burnunuza gelmeye başlayabilir. Henüz kumulların hizasını geçmeden bu virajlardan birinden sola sapan toprak bir yol var ki bilmeyenin bulması biraz zor. Bu yol, kuytuda bir yarı mağaramsı kayalıktan çıkan sıcak su kaynağına gider. (Bence bulmasın herkes zaten o da ayrı) Biraz meşakkatli bir inişle kayalardan oturaklara çimebilir; yazın “ ay o kadar da sıcak değilmiş” ayarında suya soğuk mevsimlerde titreyen dişleri sakinleştiren bir huzurla girebilirsiniz.  

Sıcak su kaynağı
Kumullar

Yetti gari …

İki kulaç atmak için binbir dereden su getirdin diyeceksiniz; diyiniz. O suları getire getire, kana kana içerek öğrendik biz buraları. Ama yine de yaz sıcağında Ege’nin şifasıyla serinlemek isteyenlere saygım sonsuz. O yüzden ister dura dura ister tek solukta gidin yolun sonu Karina’dır. Buradan sonra araçla yol yok, araçsız izin yok; zira son karakol Karina’da. Bizim köyden de yaklaşık 10 km aslında. 

Ve hakikaten yolun bittiği yerdedir… Son virajı alıp da çıkmaz sokak levhasını görünce şaşırmayın; az ileride sağda solda olmadı yolun sonunda sıralı lokantaların yanı başlarında park yerleri var. Ama en kalabalık zamanda denk gelirseniz, bayram seyran ve hafta sonunun civcivli saatleri yani, o zaman geride bırakıp biraz yürüyeceksiniz. Koltuk altına tercihen peştemalınızı ya da havlunuzu sıkıştırıp aslen bir balıkçı koyu olan Karina’nın bir köşesine bırakabilir nihayet kendinizi suya atabilirsiniz. 

Karina 1
Karina 2
karina 3

Ve fakat hemen cumburlop atlayayım demeyin sakın… Zira deltanın en ucunda, kumulların bittiği noktada yer alan bu koyda deniz sığ. Gümüşi parkalıkta ince kumlara, tek tük dağınık deniz kabuklarına veya ara sıra görünüp kaybolan minik pavuryalara baka baka yürüyeceksiniz. Burada denize girmek demek, uzun bir deniz yürüyüşünün ardından “hah şimdi boy oldu galiba” dediğin andan iki adım sonra tekrar diz boyunda yükselmek demek. Ama korkmayın, o serin sular eninde sonunda sizi kucaklar. 

Eskiden buralar …

Dutluktu demeyeceğim; ama benzer bir durum söz konusu tabii ki… Biz köye ilk geldiğimizde Karina’da jandarma karakolu sakinleri dışında kimse yoktu. Sadece balıkçı barınaklarının taş yıkıntıları ve kıyıya bağlanmış kayıklar vardı. Hatta lisedeyken bir yaz gecesi pancar motorla denize atlama hayalleriyle kumlukların açıklarına gitmiştik birkaç ergen, annem ve mihmandarımız Sebo ile. Efil efil eserken mangalı yakamayıp elimizdeki hazır nevaleye yumulmuş patlıcanları da dilek dileyerek denize fırlatmıştık annemin itirazlarına rağmen. 

Şimdi Karina, sıra sıra balık lokantalarının Ege mutfağının yerel ve taze lezzetlerini sunduğu nezih bir mola yeri. Hepsinin deniz kenarında sade tahta masa sandalyeleri var; birine yerleşip kah deniz yürüyüşü kah iki atıştırmalık kıyıntı ya da battı balık yan gider keyfi yapabilirsiniz. Eskiden ekmek arası helvaya girdiğimiz sahilde şimdi bolca kalamar, karides, taze otlu mezeler, yerel balık çeşitleri ve gayrimeşrubatlar var. Hatta birkaç sene öncesine kadar aslan sütünün yanına sadece taze köy peyniri gelirdi; şimdi Ezine de var. 

Karina oturma
Karina pelikan
karina çupra

Bir ara balıkçılar göç mevsiminde kanadı kırılıp burada kalıveren bir pelikanı misafir ettiler. Bence birkaç yıl kıyıda bir aşağı bir yukarı takılan abimizi ilginç bulan turistlerin birinin kafasının bu dev kuşun dev gagasıyla delinmemiş olması bir mucize. Ama buralar hep mucize… Hangi mevsim geldiğinize bağlı, delta kenarında renk renk flamingolar (açken beyazımsı, doygunluk oranına göre pembe tonları), çeşit çeşit balıkçıllar ve türlü kuş çeşitleri görmeniz mümkün. Hatta Karina girişinde ve köy yolunun başında da göreceğiniz birkaç katlı ahşap yapılar gözlem ve seyir için yapıldı. 

Flamingolar
Ördekler

Benim favori rutinim ya sabah erkenden gözümü açar açmaz gelip kimseler yokken yüzümü denizde yıkamak ya da akşam üzeri gelip masalardan birine kurulmak ve güneş serinlerken sularda oynaşmak. Burada güneşin ufukta batışını görmek mümkün değil çoğunlukla ama o renkler sizi daha uzaklara götürür. Hele bir de ay doğarsa deltanın sularına; o zaman vay halimize. Çünkü burada hem yıldızlı hem yakamozlu bir gece çok uzun bir ömürdür. 

Karina 4
Karina yüzmeli
Karina 5

Sonradan Memleketim: Eski Doğanbey

Memleket meselesi…

Sonradan memleketim: benim Eski Doğanbey Köyü için kişisel tanımım bu. Çünkü bu coğrafyada yaşamış pek çok insan evladı gibi ben de göçebeyim. Burada doğmadım, anam babam buralı değil. Hatta burada büyümedim… Daha doğrusu herkesin bildiği anlamda çocukluğum burada geçmedi; ama bu coğrafya benim gönlüme ev oldu. Burada okula gitmedim ama kalbime iz süren koca koca romanları burada hatmettim. Burada aşık olmadım ama nice aşkımı bu rüzgara çığırdım, acısını bu semaya bıraktım. Burada evlenmedim ama burada eskittim sevgilerimi. Burada çalışmadım ama burada ilham buldum, burada yazdım çizdim. Hatta yeri geldi burası için çalıştım; Eski Doğanbey Dostları ile köyümüz bozulmasın, ne hor kullanmaya ne vurdumduymazlığa ne de ranta kurban gitmesin diye çabaladım. Yani bildiğiniz anlamda burada büyümedim ama bu aidiyetle büyüdüm, burada hem nesiller öncesinden köyün ruhuna işleyen şifayı hem de annemin yarattığı yuvayı miras aldım. Şimdi bu mirasa layık yaşamaya, onu görebilen, duyabilen, hissedebilen başka ruhlarla paylaşmaya çalışıyorum. 

Eski Doğanbey Tabela
Eski Doğanbey & Kekikler
Köyeden Büyük Menderes Deltası

Kısaca özetlersek…

Eski Doğanbey, insanın kendisiyle ve doğayla bağ kurduğu eşsiz bir yer. Burada toprakla uyum içinde yaşamış, tepelerde zeytin yetiştirmiş veya koyda balık tutmuş insanların enerjisini hissedebilirsiniz. İlk izleri M.Ö. 7. YY’a dayanan tarihinin daha bilinen tarafı Rum sakinlerinin inşa ettiği taş evler ve taraçalı zeytinlikler. Köyün eski adı “Domatia” odalar anlamına geliyor. Orijinal dokusu korunmuş bir antik Rum köyü Eski Doğanbey. Yani bazıları eski ihtişamına kavuşmuş, bazıları ise hala harabe halinde olan eski hakiki taş evleri ile olağanüstü bir yer. 

Eski Doğanbey Manzarası

Yakın tarihe baktığımızda 1924’te başlayan göç ile orijinal Rum sakinlerinin yerini Trakya ve Balkanlardan gelen aileler almış. Zeytin ve zeytinyağı yerine geçiminin ağırlıklı bölümünü denizden balıkçılık ve ovadan tarım ile elde eden yeni köylüler dağın esintili eteklerini bırakıp devlet desteği ile 2 km aşağıda yeni bir yerleşim kurmuşlar: Doğanbey. Yapıların kimi yeni evlere malzeme kimi altın aramak için hırpalanmış, kimi de zamanın acımasızlığına yenik düşmüş. Köyde kalan birkaç aile dışında yaşam uzun bir sessizliğe bürünmüş; şehirden kaçanların yeniden keşfi ile 80lerin sonu 90ların başında tekrar filizlenmiş. 

Hem eski dünyanın hem de yeni Ege’nin merkezine yakın sakin bir köşede Eski Doğanbey Köyü. Burada inzivaya çekilebilir ya da yakınlardaki Kuşadası, Didim, İzmir veya Bodrum gibi yerlerde kolayca sosyalleşebilirsiniz. Aydın’ın Söke ilçesine bağlı Dilek (Büyük Menderes Deltası) Milli Parkı sınırları içerisinde yer alan eski köy, Mykale (Dilek / Samsun da deniliyor) dağlarının eteklerinde, Ege Denizi’nin en büyük deltalarından birinin muhteşem manzarasına bakan Yeni Doğanbey Köyü’nün 2 km yukarısında.

Benim Eski Doğanbey Hikayem… 

Benim köyle mazim ortaokul yıllarımda başlıyor… Sınıf arkadaşımın ailesi gezmeye, kültürel mirasa ve böyle saklı cevherlere meraklı bir çift olunca Eski Doğanbey Köyü’nü 1989 yılında keşfediyorlar. Biz de o zamanlar henüz parçalanmamış ailemle, Didim’de tatildeyiz. Bu keşiften haberdar olan kendi deyimleriyle “eski püskü”ye meraklı annem ve “kalbi bohem” babam Miletus gezisinin ardına programa köyü de koyuveriyor. O zamanlar toplu ulaşım kadar düzgün bir yol da namevcut olduğundan traktör sırtında rica minnet tırmanıyoruz yokuşu. Ama Eski Doğanbey, bir görüşte aşk oluyor hepimiz için ayrı ayrı. Aşağı köye taşınmamış bir ailenin de mihmandarlığında elden çıkarılan harabelerden birini borç harç satın alıyor benimkiler. 

Gün batımında Eski Doğanbey

Evimizi yaptırmaya gücümüz anca birkaç yıl sonra, benimkiler boşanıp annem emeklilik üzerine ikinci bir işle para biriktirebilir hale gelince yetiyor. Ben de artık liseliyim; elim çekiç, mala, zımpara tutuyor; dolayısıyla inşaatta karın tokluğuna ırgatlık yapıyorum yazları. Köyün benim “Avrupa Yakası” dediğim eski merkezi, köy meydanının az gerisinde, dar bir sokaktaki minik yuvamızı kendi alın terimizi de harç ederek taksit taksit bitiriyoruz. Alt kattaki ahırı salona çeviriyor, üst kata bir banyo bir oda ekleyerek hala dışarıdan girip çıktığımız mutfağı yeniliyoruz. 

Eski Doğanbey & Zeynox1991

Bu sırada ben ilk aşklarımın heyecanlarını, hayal kırıklıklarını ve intikam çığlıklarını bu dağlara üflüyorum. Karina yolundaki sıcak su kaynağının yanından kışın denize girip hasta olunca vitaminleri, antibiyotikleri annemden gizli köyün çeşmesinde yutuyorum. Liseden mezun olduğum yaz üniversite sınav sonuçlarını bu evde öğreniyorum; hayalim mimarlık ve okula girmeden inşaat deneyimim cepte. On sekiz yaşın kurtlarını iki saat ötede Bodrum’da arkadaşlarımla döküp Samsun dağlarının sırtlarında Gülün Adı’nı okuyorum. Üniversitedeyken her yaz gelip gittiğim yetmiyor, yüksek lisans tezimi köye dair yazmaya yelteniyorum. Paftalar dolusu eskiz, eski filmlerde köyden detay görüntüler; ne isterseniz var arşivde. 

Eski evimiz 1991
Yağmurda çizim 1999

Yıllar geçtikçe iş hayatının temposuna kapılıyor; tatillerde başka yerlere gönül koyuyorum. Ama annemin ilkbaharda gelip sonbaharda döndüğü köy hayatının yancısıyım. Köyü korumak, yaşamı kolaylaştırmak ve o zamanlar köye erişmeyen hizmetleri imece etmek üzere komşularla bir dernek kuruluyor. Emekli bankacı annemin yıllar boyu saymanlık ettiği dernek sayesinde eski usul yolların yapımından dağdan su getirmeye kadar pek çok iş beceriyorlar. Köy sakinleri arasında kıdemli mimarlar, şehir bölge planlamacıları, akademisyenler, sanat tarihçileri, sanatçılar ve çeşit çeşit entelektüel büyüklerim olunca bana anca getir götür işleri düşüyor. Bizim köye boşuna “Entel Köy” demiyorlar yani. 

Evlerden 01
Eski evimiz merdivenlerde
Evlerden 02

Zamanla annemin sağlığı bozuluyor; araçla ulaşamadığımız evin konforu ve köy yokuşları onu zorluyor. Köyün “Anadolu Yakası” dediğimiz karşı tarafında önüne araba ile gidilebilecek, annemin merdiven çıkmadan yaşayabileyeceği bir ev satışa çıkınca kolları sıvıyor. Eski evimizi satıp yeni yuvamızı inşa ediyoruz. Yine imece usülu; komşumuz Mimar Sibel Gürses ve eşi Oğuz Söğüt el atıyor. Ben de artık mimarım ya; elimden geldiğince uzaktan destek veriyorum. Annem ise giderek daha az kalabilse de böylece köyü bırakmıyor. Hatta son geldiği yaz, babamı da çağırıyor… Yirmi yıl sonra ilk ve son kez üçümüz bir arada soluyoruz köyün o ünlü rüzgarını. 

Ertesi yıl hem annemi hem babamı başka başka topraklara gönderip ben de yasımı burada yaşamaya geliyorum. O zaman anlıyorum ki gönül yaralarımı hep burada üflemişim; canımın en dibi yanınca hep buraya kaçmışım, burada nefes almışım. Hem kalbimde ne yara varsa burada şifalanmışım; hem de yeni tohumlar burada filizlenmiş, burada çiçek açmışım. 

İşte bu yüzden Eski Doğanbey sonradan memleketim benim. Benden öncekiler gibi bir gün ben de göçebilirim; ama burası hep böyle güzel kalsın dileğim. 

Köye gelmek isteyenlere ipuçları: 

Eski Doğanbey, Söke merkeze yarım saat, İzmir’e araçla yaklaşık 1.5 saat, Bodrum’a 2 saat uzaklıkta. Ulaşım için özel araç kullanılması tavsiye edilir. Ancak Söke otogarından toplu taşıma araçlarını kullanmak da mümkün. Sadece Doğanbey yazan minibüslere bindiğinizde yukarı yani Eski Doğanbey’e gideceğinizi şoföre söylemeniz gerekiyor. 

Köy, kalabalık olmayan bir doğal rezerv alanında yer aldığından çevrede dolaşmak için özel ulaşım kullanılması tavsiye edilir. Köy, diğer doğal güzelliklerin yanı sıra kuş gözlem olanaklarının da bulunduğu yürüyüş parkurları üzerinde yer almakta. Büyük Menderes Deltası yüzmeye elverişli değil, daha çok balıkçılık yapılan bir sulak alan. Ancak deltanın en ucunda yer alan yüzebileceğiniz ve yerel balıkçılar tarafından yakalanan taze balıkların tadını çıkarabileceğiniz Karina’ya arabayla 10 dakikada ulaşabilirsiniz. 

Ayrıca yaklaşık 45 dk – 1 saatlik yolculukla Dilek Yarımadası Milli Park’ının berrak suları ve güzel doğal manzaralı birçok istisnai plajlarından birine gidebilirsiniz. Eski Doğanbey’in de sınırları içinde kaldığı Dilek Yarımadası Milli Parkının plaj tarafı yarımadanın kuzey tarafında. Yarımadanın güney tarafında yer alan köyümüzden plajlara yaklaşık 20 km lik bir yürüyüş parkuru var ancak araç yolu bulunmuyor.  Kuşadası’na daha yakın ve plajlara giriş gün içerisinde ücretli (araçlı veya yaya) ve konaklama yasak.  

Karina gün batımında
Milli Park yürüyüş parkuru

Eski medeniyetlerin Büyük Menderes Deltası ve civarında çok önemli izleri var… Priene, Miletos, Apollon Tapınağı & Didima, Magnesia, Efes ve Meryem Ana Evi gibi antik kentler yakınlardaki birçok cazibe merkezi arasında. Bunlardan bazılarına yazılarımda ayrıca değineceğim… 

Köye gidemediğim zamanlarda evimizi yani hem büyük beyaz konak “White Mansion” hem de arkadaki küçük taş ev “Tiny Stone House” olarak kirada… Böylelikle hem evlerin masrafını çıkarıyor hem de bakımını yapabiliyorum. Üstelik fırsat bulup da tanıştığım misafirler ile dost oluyoruz genellikle; onlar da bana başka dünyaların kapılarını açıyor. Merak edenlere detaylar burada:

White Mansion: https://www.airbnb.com.tr/rooms/2680883?guests=1&adults=1&s=67&unique_share_id=14e5eebc-0115-4e47-b520-100ddc108011

Tiny Stone House: https://www.airbnb.com.tr/rooms/50408309?guests=1&adults=1&s=67&unique_share_id=162dfc7f-41c3-4484-8aa8-259960816837

Köye dair başka detaylı bilgileri buralardan okuyabilirsiniz:

Köye en yakın plaj Karina…. Kendi kalemimden!

Arzu Aksaya tarafından 2021’de yazılmış detaylı ve güzel bir yazı neredekal.com blog sayfasında:

https://www.neredekal.com/blog/sokede-sakin-ve-tatli-bir-huzur-eski-doganbey-koyu/

Bol resimli Yolculuk Terapisi blog yazısı Zeynep Atılgan Boneval kaleminden:

https://www.yolculukterapisi.com/doganbey/

Söke Belediyesi’nin kısa ama öz Eski Doğanbey tanıtımı:

https://www.soke.bel.tr/tarihi-merkez/eski-doganbey-koyu/12

Ekşi sözlükte Eski Doğanbey 

https://eksisozluk1923.com/doganbey-koyu–1919970?p=1

Eski Doğanbey'de kapı önü 1991 & 2020