Yıllar önce bir termal otel molası için uğramıştım Afyon’a; suyu dışında da pek bir şey görmemiş, tatmamıştım. Sucuğun kaymağın namını duymuştum elbette ama gastronomik bir cennet olduğunun farkında değildim. Hele tarihi ve doğal zenginliklerinden hiç haberdar değildim.
Taa ki geçen sonbahar yolum düşene kadar. Güneyden kuzeye göç rotasında yoldaşımın mihmandarlığında Afyon’da konaklamaya karar verdiğimizde şehre bakışım tamamen değişti. Önce Afyon merkezin zengin dokusu ve leziz tatları beni baştan çıkardı. Ardından kuzeye doğru yol aldıkça doğası, kaya oluşumları ve Anadolu’nun kadim medeniyetlerinden Frigya kalıntıları ile kendimden geçtim.
Yolcu yolunda gerek desturu ile yeterince detaylı gezemeden devam ettik. Ama Afyon’a bizim kızlarla tekrar gitmeyi kafaya koymuştum bile. Hem kışın vadileri karda gezip akşamları kendimizi sıcak termal sulara bırakmak kulağa şahane geldi. Hem de Şubat’ta bir hafta sonu herkesin programına cuk oturdu. Çizdiğimiz rotayı detaylı gezebilmek için 3 günlük bir plan yaptık. Ama bunu geceleri yol alarak ya da bir iki durağı atlayarak iki güne sıkıştırmak da mümkün.
Eskişehir’de Tarih & Sanat…
Eskişehir’i daha önce birkaç kez gitmiştim. Hatta bir seferinde şehrin en emektar yöneticisi, o zamanlar son dönem Belediye Başkanlığını yapan Yılmaz Büyükerşen’in misafiri olmuş; onun rehberliğinde harika bir tur yapmıştım. Daha sonraları da farklı amaçlarla gidip farklı çehrelerine şahit olma fırsatım olmuştu. Ama birkaç yer eksikti…Arkeoloji öğrencisi kankamın da etkisiyle artan tarih merakımın merkezi Arkeoloji Müzesi, yeni yapılan OM yani Odunpazarı Modern Sanat Müzesi ve de içinde çok eski can ciğer arkadaşlarımın eserlerinin de yer aldığı Sakin Topraklarda Karma Sergisi.
Yani Eskişehir yoğun bir kültür sanat gündemi ile rotamızın ilk durağıydı. Ekibin kalanı hem uyumlu kızlar olduğundan hem de günün tam ortasına kondurduğumuz çiğbörek, mantı ve helva hedefine odaklandıklarından keyfimiz şahaneydi. Karın gurultularımızın şiddeti artmadan önce Arkeoloji Müzesi ile başlamaya karar verip aracımızı hemen arkasındaki otoparka bıraktık. Ardından arabayı Odunpazarı’ndaki katlı otoparka bırakıp kalan rotayı yayan tamamladık.
Eskişehir Arkeoloji Müzesi: Burası şehrin merkezinde küçük ama önemli parçaların bulunduğu keyifli bir müze. Müzekart ile ücretsiz giriş yapılıyor; yoksa kapıdan veya aplikasyondan alabilirsiniz. Modern bina mimari açıdan çok güzel; özellikle lahitlerin bulunduğu camlı son salon. Ama teşhirler biraz eskimiş; ışıklandırma ve bilgilendirme çok daha iyi olabilir. Yine de kısa bir turla bölgenin tarihi mirasına dair oldukça iyi bir fikir sahibi olabilirsiniz.
Yemek Molası: Meydana yakın puanı yüksek Tatar Böreği duraklarından herhangi birini seçip oturduk. Börek ve mantı sipariş ettik. Börekler hayal ettiğimiz kadar çıtır olmasa da lezzetliydi. Mantı güzeldi ama hap gibi poşetlerdeki baharatların tadı yoktu. Helvacı dükkanlardaki tadımlardan elimizde nefis incirli cevizli yaz helvaları ile çıktık. Asıl sürpriz yandaki fırından gelen kokuları takip edince karşımıza çıktı… Yüce Işıklar Unlu Mamüller fırınından aldığımız taze sıcak simitler o kadar lezettliydi ki onca hamurişinden sonra bile hepimiz yumulduk; bir torba simiti daha sokağı bitirmeden gömmüştük!
Eldem Sanat Alanı – Sakin Topraklar Sergisi: Liseden arkadaşlarım çok yönlü sanatçı Evrim Kavcar ve bitki ressamı Deniz Bozok ile Evrim sayesinde tanıdığım Kıymet Daştan’ın da işlerinin yer aldığı sergi Sakin Topraklar’ı görmek çok istemiş ; ama açılışında onlara eşik edememiştim. Şimdi Eskişehir’e yolum düşünce uğramadan edemezdim; ekibi de yanımda sürükledim. İyi ki yapmışım… Tarihi bir konak kompleksinde yer alan Eldem Sanat Alanı’nda dostlarımın eserlerinin ile birlikte harika işler gördük. Üstelik mekanın kendisi de çok güzel düzenlenmişti. Tüm duyulara hitap eden keyifli bir ziyaret oldu.
Kurşunlu Külliyesi: Külliye avlusuna benzerlerini çok gördüğümüzden kısa bir mola yeterli diye düşünüp girdik. Ama dingin ve canlı ortamı ile caminin arkasındaki lületaşı sergisi ve dükkanları ilgimizi çekti. Eski zanaatın muhteşem işçiliklerine hayran kalırken bugün üretilen hediyeliklerin yanına bile yaklaşamamasına üzüldük. Bir lületaşı anıyla dönme hayalimizden vazgeçip elimiz boş dönüyorduk ki imdadımıza yan taraftaki çini atölyesi yetişti.
OM yani Odunpazarı Modern Sanat Müzesi: Açıldığı günden beri gitmek istiyordum ama ancak böyle bir planın içinde yerini buldu. Gerek mimarisi gerek koleksiyonu açısından merak ettiğim bu özel müze Eskişehir’de son durağımız oldu. Giriş ücreti 120 Tl oldukça makul geldi; biletimizi alıp en alt kottan gezmeye başladık. Özellikle ahşap kaplamalı kule binanın stiline imza atmış; çok da güzel fotoğraf veriyor. Grup pozumuzu çekip en üst kata çıktık ve koleksiyonu aşağı doğru yürüyerek tamamladık. Eserlerin bazıları çok etkileyiciydi. Mutlaka görülmesi gereken bir yer bence.
Eskişehir’den Afyon’a Frigya…
Gezimizin odak noktası olan ve arkeolog adayı kankamın rehberliğinde Frigya anıtlarını görmek için heyecanlanıyorduk. Eskişehir’den makul bir saatte yola çıkıp Afyon’a olan mesafenin tam ortasında yer alan anıtlar bölgesini hedefledik. Teknik olarak Eskişehir sınırları içinde kalan ama Afyon’a da da 1 saat uzaklıkta Yazılıkaya & Midas anıtlarına rotayı ayarladık. Muhteşem karlı yamaçların arasından geçerken bir yandan da bölgedeki diğer anıtları haritamızda işaretledik.
Kuzeyden güneye yol alırken hafifi bir yay çizerek Yazılıkaya civarında hedeflediğimiz çoğu ören yerini gezmeyi başardık. Hatta buz tutmuş minik dereler, leylek yuvalı kümbetler gibi ufak tefek sürprizler ile yolculuğumuz şenlendi. Rotamızı tamamlayıp Afyonkarahisar merkeze doğru yola çıktığımızda gün batmaktaydı.
Gerdekkaya Anıtı: Anıtlar bölgesinin en kuzeydoğu ucunda yer alan bu özel kaya mezarı ile Frigya turumuz başladı. Vardığımızda bir gelin damat fotoğraf çekimi vardı; gerçekten fotojenik bir alan.
Küçük Yazılıkaya Anıtı:Areyastis Anıtı diye de geçen bu minik abide Friglerden kalan nadir yazılı anıtlardan. Burada verimli bölgenin en mühim tanrıçası Kibele’ye tapınıldığını düşünüyoruz. Yolun kenarında, bir tanıtım levhasının yanında aracı park edip biraz içeri ve hafif yukarı doğru yürüyorsunuz. Enerjisi öyle yoğun, alttan hayranlıkla baktığınız kaya yüzey öyle etkileyici ki buraya iyi ki gelmişiz dedirtti.
Yazılıkaya / Midas Anıtı: Burası civarda her yerden kahverengi levha ile işaret edilen, bölgenin en önemli ören yerlerinden biri. Nadir Frigçe yazılı kalıntılardan biri olan dev anıt mezar ile kaya yerleşimleri yan yana. Üstelik harika bir köyün içinden geçerek ulaşıyorsunuz. Dokusu bozulmamış, belli ki binlerce yıldır yerleşimin devamlılık gösterdiği taş binaları ile kalbimizi kazanan köyde kültür turizmi desteği levhaları da gördük. Köyün tepesindeki alana park edip hafif yokuş bir toprak yoldan anıta tırmandık. Ve muhteşem manzarası ve azametli duruşu ile bizi içine çekti. Biraz vadiye karşı oturup pastoral görüntünün tadını çıkardık. Biraz kuytulardaki karlarla kartopu oynadık. Biraz Frigya ve mitlerinden konuştuk. Biraz da fotoğraf ve video çekip anı kayıt altına almaya çalıştık.
Yapıldak Asarkale:Bir sonraki hedefimiz olan Asarkale’ye maalesef araçla yaklaşamadık. Zaten yerler yer yer çamurluydu; derenin buzlanıp yola karıştığı yerde park edip yürüyerek ulaşmaya çalıştık. Ama düzgün bir patika bulamayınca etrafta biraz dolaşıp resimlerimizi uzaktan çektik.
Aslanlı Mabet & Selçuklu Kümbeti:Tepeye vardığımızda, dönüş yolumuzu biraz uzatıp yay çizerek Aslanlı Mabedi hedeflediğimiz için ne kadar mutlu olduğumuzu söyleyemem. Öncelikle karşımızdaki kaya mezarı beklediğimizden çok daha etkileyici ve önemli çıktı. Önceleri Kibele’ye tapınılan ve gün doğumuna bakan mabed alanı sonradan Roma döneminde mezar olarak kullanılmış. Üzerindeki yazıdan tarihte önemli bir yeri olan, Bu Romanın Anadolu kentlerini ele geçiren kahraman General Solon’un mezarı olduğu düşünülüyor. Ayrıca yanındaki Yarım Konak denilen, büyük ihtimalle antik çağdan beri kullanılan ama Roma döneminden günümüzde kalan kalıntıları dolaşmak şahaneydi. En sonda da Selçuklu Kümbeti’nden vadiye ve Kümbet Köyü’ne bakmak nefisti.
Gastro-Afyon
Afyon merkeze akşam karanlığında vardık. hedefimiz termal havuzlu kiralık evimizde kendimizi sulara bırakmadan önce karnımızı doyurmaktı. Hedefimiz ise geçen gittiğimde damağımda şölen yaratan lezzetlerin kaynağıSalim Usta lokantası idi. Özellikle kuru erikli et yemeği ile patlıcan böreği muhteşem; ama aşçının tabağını sipariş ederek farklı yemeklerden tadabilirsiniz. Tabii ki kaymaklı tatlıları efsane… Çay servisi olmadığını duyup da şoku atlattıktan sonra yine Salim Usta’ya ait yolun karşısındaki dükkandan tatlılarımızı paket ettirdik.
Biz yeme içme ve alışveriş kısmını taksit taksit yaptık ama yeri gelmişken hepsini söyleyeyim:
AFYON’DA:
Salim Usta: Osmanlı mutfağı ve leziz tatlılar için doğru adres. Hafta sonu biraz kalabalık olabilir; bazı yemekler erken bitebilir.
Altınay Lokum: Uzun Çarşının hemen başındaki dükkan; kaçırmak mümkün değil. Muhteşem kaymaklı lokumu bu kez gittiğimizde bitmişti. Biz de cevizli olandan aldık; aynı derecede lezizdi.
Kasap Celal Sucukları: Tavsiye üzerine buradan sucuklarımızı aldık. Ben pastırma ve kavurma da aldım denemek için; ama Kastamonu’dan aldığım mükemmelliği onlarda bulamadım.
Tarihi TaşHan: Hem bir tatlı çay kave molası, hem tarihi bir binadan yerel zanaatkarladan alışveriş yapmak isterseniz Taşhan ideal.
Aşçı Bacaksız:Bir de burası yemekleriyle çok ünlü ama biz denk gelemedik.
GAZLIGÖL’DE
Aksu Fırın:Hayatımda yediğim en lezzetli haşhaşlı çörek burada. Üstelik simitin çeşit çeşit olduğunu burada öğrendik; kaymaklı, kaşarlı, tereyağlı, tahinli simitleri efsane
İmalatçı Şekerci Nuri: Gerçek manda yoğurdu ve gerçek kaymak burada. Ama önceden sipariş vermeniz gerekir; kolay bozulduğu için hazırda bulunmuyor. Ama Nuri Bey ve ailesi haftada iki kez İstanbul’da Pendik tarafına sevkiyat çıkarıyor.
Afyon & Frig Vadisi
Frigya konusuna hızlı bir giriş yapmış olmanın gururu ile bir sonraki günün hedeflerini sindire sindire gezerek tadını çıkarmaya karar verdik. Öyle de yaptık… Hatta sonrasında Emre Gölü ve kenarındaki AROG filmi çekimlerinin yapıldığı noktada çay molası verme; ardından da Afyon merkezi gezme fırsatımız oldu. Tek pişmanlığımız yani yapılan ve zengin koleksiyonunu görmeyi merakla beklediğimiz Afyonkarahisar Arkeoloji müzesinin Pazartesi kapalı olduğunu hesaba katmamak oldu. Düşünseydik bu programı müzeyi de kapsayacak ve bir kısmını ertesi güne bırakacak şekilde yapardık.
Ayazini Kaya Kilisesi: Ayazini merkezli Frig Vadisinin hemen girişinde yer alan, kayalara oyulmuş bu kilise hem pazar gününe başlamak hem de geziye güzel bir başlangıç oldu. Sabahın erken saatlerinde ışık muhteşemdi. Devamındaki aslanlı mezar ve kaya yerleşimlerine de buradan yürünebiliyor.
Ayazini Metropolis Katlı Yerleşim Yeri: Dünyanın ilk apartmanı diye tanıtılan bu kayalara oyulmuş çok katlı yerleşim epey ilgi çekici. Zaten vadinin başında yer alıyor.
Ayazini Nekropolü: Ayazini, binlerce yıldır insanlara ev sahipliği yapan ve hala da yaşamın devam ettiği bir yerleşim. Kaya yerleşimleri ile iç içe geçmiş bu köyün girişinde yer alan nekropol günümüzde de mezarlık olarak kullanılmaya devam ediyor. Arkada kaya mezarları önde mezar taşları ile yanından geçtiğimiz manzara bizlere medeniyetin devamlılığı ve ölümün yaşamın parçası olduğuna dair dersler veriyor.
Ayazini Köyü: Korunmuş dokusu, mütevazı ama sevimli binaları, nazar boncuklu ya da lavantalı sokakları, kayalara oyulmuş yerleşimlerle birleşen yaşam alanları, en çok da sürprizli meydanları ve avluları ile bizi sıcacık sarmaldı. Köyün büyük bir kısmını sokak sokak dolaştıktan sonra küçük bir aile işletmesinde kahvaltıya oturduk. Kaymak, tahin pekmez, yumurta ve sucuklu herşey harikaydı. Ayazma Mağara Cafe Restoran özellikle haşhaş ezmesi ile bizi şaşırttı. Yemekten sonra dükkanları gezerek daha önce de gittiğim, antikalarla dolu avlusu ve dut gölgesindeki özgün oturmasıyla beni etkileyen Dutlu Bahçe Frighan Ayazini’de kahve içmeye oturduk. Son dakikada vazgeçip haşhaşlı sahlep içtik.
Avdalaz Kalesi: Buralarda kayalara oyulmuş yerleşim yerleri kolay savunulabilir olduğundan sıkça askeri amaçlı da kullanılmış. Bildiğimiz surlu kalelerden çok farklı, dışarıdan oyuntulu kayalıklara benzeyen bu kalelerden biri Avdalaz Kalesi. Biz gittiğimizde ufak bir tesis yapılıyordu yanında, ama henüz işletmeye açık değil. Yükseklik korkunuz yoksa yukarı tırmanıp gezebiliyorsunuz.
Aslantaş Yılantaş Ören Yeri: Çok kısa bir ama en eğlenceli ziyaretlerimizden biri oldu. Aslan oymalı büyük taş kalıntının ebatlarından bir zamanlar orada yer alan anıtın azametini anlıyorsunuz. Ama şimdi geriye çok az parça kalmış. Yine de ekmek aslanın ağzında pozu için ideal!
Maltaş Ören Yeri: Etrafı yeni düzenlenmiş olduğu belli bu kaya mezar anıtının önünde yine Kibele’ye tapıldığı tahmin edilen kutsal bir alan var. Yeni düzenlemenin de sayesinde, basamaklara oturup karşınızdaki binlerce yıl öncesinden kalan izlere bakmak çok etkileyici. Hele bir de ören yerine yaklaşırken ağaca konmuş gördüğümüz muhteşem kuşun dev kanatlarını tepemizde dönerken aşağıdan izlemek muhteşem bir deneyimdi. Kızıl ve alacalı gövdesi kocaman bu yurtici kuşun kızıl şahin olduğunu tahmin ettik.
Frig Vadisi Tabiat Parkı ve Kral Yolu: Göynüş vadisinden kuzeye yol alıp bu tabiat parkına yaklaştıkça Kapadokya benzeri kaya oluşumları karşımıza çıkmaya başladı. Kıvrılı yoldan tabiat parkı girişine tırmandığımızda önümüzde kocaman bir vadi manzarası vardı. Hedefimiz olan Kral yolunu görebilmek için biraz daha ilerledik. Bir kavşakta aracımızı park edip kahverengi tabelaları izleyerek antik yolun kalıntılarına ulaştık. Aslında buradaki Batı Anadolu’nun büyük bir kısmını kat eden, binlerce yıllık ticaret kervanlarının, askeri ve sivil trafiğin izlerini taşıyan önemli bir rotanın küçük bir parçası. Ama at arabalarının tekerleklerinin katman katman oyduğu bu antik otobanın en işlek zamanını hayal etmek için harika bir nokta.
Emre Gölü ve Kırkmerdiven Kayalıkları: Bir ucundan diğerine bağırsanız duyulacak bu minik gölün güzelliği etrafındaki doğal oluşumlardan geliyor. AROG filminin çekimlerinin de bir kısmı burada yapılmış. O yüzden turistik bir çekim noktası haline de gelmiş; ama binebileceğiniz katırlar, fotoğraf çekilmek için kurulmuş set parçaları ve çay satan amcadan ibaret mütevazı bir yer. Yine de keyifli bir mola yeri… Hem tepeden hem kıyıdan gölü seyredebiliyorsunuz. Üstelik biz gittiğimizde suyun yüzeyinde bir buz tabakası vardı. Muhteşem kareler çekmeye imkan vermesinin yanında her kıyıya inenin taş atıp delmeye çalıştığı bir eğlenceye de ev sahipliği yaptı. Hele bir de rüzgar esip o buzlar kıyıya doğru yığılmaya, kırılmaya başlayınca tam şenlik oldu.
Afyonkarahisar Kalesi: Şehrin göbeğinde dev kayalıkların tepesine konmuş, doğal savunmalı bu şahin yuvası kaleye çıkabileceğimizi düşünürken yanılmışız. Daha doğrusu yanlış hesaplamışız… Biz arabayla yaklaşıp gün batımında çıkarız sanmıştık. Meğer 700 civarında basamakla en aşağıdan tepeye yaya tırmanılan bir kaleymiş. Üstelik kışın bu basamaklar buz da tutabilirmiş. Akşam saati yaklaştığı ve hem soğuk hem kayma tehlikesini göze alamadığımız için yukarı çıkmaktan vazgeçtik. Biraz sokaklarda dolaşıp yaklaştık; tırmanışı bir sonraki sefere hazırlıklı yapmaya karar verdik
Afyon Sokakları ve Evleri: Afyon Ulu Camii hedefiyle çizdiğimiz rotada, eski Afyon evlerinin restore edilip, şehre renk katan bir düzenlemeyle canlandırılmaya çalışıldığını okumuştuk. Ama kişisel olarak ben memleketimizdeki böyle kitlesel restorasyonlarda gördüğüm özensizlikten bir miktar rahatsız oluyorum. Bir yandan böylesine büyük bir alandaki dokuyu dönüştürmenin ekonomik ve lojistik zorluğunu anlıyorum. Öte yandan özgün detayları, yaşanılmışlıkları olmayan bu restorasyonlardan aldığım his samimiyetsiz, derinliksiz ve gerçek değil. Üstelik bence sürdürülebilir de değil; çünkü gerçekten yaşamadıkları gibi özgünlüklerini kaybettikleri için cazip bir turizm kaynağı olmaktan da uzaklaşıyorlar. Yine de buna da şükür dediğimiz bir noktadayız. Tamamen yok olmasından, beton bloklar tarafından işgal edilmesinden bin kat daha iyi. bence gidip kendi kararınızı kendiniz verin; belki benim aşırı mimari hassasiyetimdendir.
Afyonkarahisar Ulu Camii: Fırsat buldukça gittiğim şehirlrin ulu camilerini gezmeye çalışırım; özellikle bunun gibi Selçuklu eseri ise ya da özel bir mimari özelliği varsa. Afyon Ulu Camii de bu kategoride beni yanıltmadı; hatta büyüledi diyebilirim. Dev ahşap direklerin taşıdığı muhteşem çatı sistemi, kolonların tepelerindeki mukarnas süslemeleri, gösterişten uzak ama etkileyici oranları ile gerek teknik gerek estetik açıdan dönemin en güzel eserlerinden biri bence. Mutlaka görün derim.
Afyon Müzesini gezemeyince dönüş yoluna erken çıktık… Zaten hem farklı bir rota olsun hem de yeni bir şeyler görelim diye Kütahya’yı hedeflemiştik. Madem vaktimiz bol Kütahya’da birkaç yer gezelim dedik. Maalesef öyle bir imkan yok! Kütahya merkezde gezilecek bir avuç içi kadar yer var; onu da bir iki saatte bitiriyorsunuz.
Sonuçta Afyon, 3 yada 2 günlük bir gezi için muhteşem bir hedef… İnsanın her duyusuna hitap ediyor. Tarihi görsel, yedikleriniz koku ve tat alma, doğası ise her duyunuzu harekete geçiriyor. Hele bir de konakladığınız yerde termal şifalı sulara erişiminiz varsa, sizden iyisi yok. Yalnız yine de dikkat edin bunlar hep entel kaloriler!!!
Bu konu baştan sona hem bolca şaşkınlığa hem de bolca kahkahaya vesile oldu. Nedir bu bacak meselesi derseniz…
Mısır’da havalimanı güvenlik sistemi oldukça teferruatlı. Her kontrol noktasında cinsi ne olursa olsun ayakkabılar mutlaka çıkarılıyor mesela; buna hazırlıklı olun (bence çorabınızı ona göre seçin). Ayrıca dedektör geçerken ötse de ötmese de önünde mutlaka elle arama yapılıyor. bunun için de kadınlar ve erkekler ayrılıyorsunuz ki sizi karşı cins ellemesin. Buraya kadar nispeten mantıklı; ama arama bizim bildiğimizden biraz farklı. Normal elleşmeden sonra kadın güvenlik görevlisi sizin bacağınızı yukarı kaldırmanızı istiyor. Bizim “Legup” ile karşılaşmamız biraz zorlu oldu… Hem ablanın aksanından hem de böyle bir hareketi daha önce görmediğimiz için ne dediğini anlamadık. Tuvalet için güvenlikten önden geçen arkadaşımız kadının söylediğinin içinde bir yerlerde “leg” yani bacak geçiyor; o kadarını çözmüş. Sonra bir bakmış ki orada bir yükselti var; üzerinde de ayak izi resmi yapıştırılmış. Kadın buraya diye gösterince aranması için bacakları teker teker kaldırması gerektiğini anlamış. Bizi uyarmasına rağmen şaşırdık ve her transferde en az iki kez “Legup” uygulaması yaşadık.
Dolayısıyla seyahatin sloganı oldu! “Legup” konusu havalimanı güvenlikleri ile sınırlı kalmadı. Her gittiğimiz yerde “kaldır bacağı” görmeye başladık… Hatta bacakların yukarı kalktığı anekdotlar, hatta hiyeroglifler gördükçe rehberimizi de yoldan çıkardık.
Para İşleri…
Para Değişimi:
Biz oradayken TL / EGP yani Mısır para birimi oranı yaklaşık 1/0,7 idi. USD / EGP oranı ise yaklaşık 1/0,02 olarak hesapladık. Tavsiyeler uyup havalimanında para bozmadık; zaten transfer organize edilmişti. Ayrıca her yerde $ kabul ediliyor diye duyduk. Ama şehirde de paramızı bozamadık çünkü sistem çökmüştü. Sonuçta ATM’den çekmek en kolayı oldu. Bunu da şube önündeki daha güvenli cihazları kullanarak yapmayı tercih ettik. Yine de yanınızda USD veya Euro cinsinden bozuk para (küçük kağıt banknotlar) bulundurmanızı tavsiye ediyorum. Hem bahşiş için hem de yanınızda ne kadar ufak banknotlar olursa o kadar az düdüklenirsiniz bence. Düdük kesin ama onu söyleyeyim; o konuya ayrıca değineceğim.
Bahşiş Konusu:
Bu konuda bizi kimse önceden uyarmadı; rehberimiz dahil. O yüzden altını çize çize yazmak istedim… Mısır’da ota boka bahşiş gerekiyor! Hem hizmet sektöründe gelir düzeyi düşük çalışanların hem de sizi gezdiren özel rehber dahil her aşamada böyle bir beklenti var. Hatta tuvalette peçete uzatanlardan lavaboda musluk açana kadar şaşırtıcı şekillerde taleplere de maruz kalabiliyorsunuz. Sürücülere, garsonlara, komilere,rehberlere bahşiş anlaşılır bir durum. Ama sokakta sana yol göstermeye çalışıp bahşiş bekleyenler bile olabiliyor. İyiliksever veya sıcakkanlı millet diyerek kanmayın; çoğunun ucunda bahşiş beklentisi var.
Pazarlık ve Kazıklanma Meselesi:
Ben bu konuda çok bezdim; hatta sinirlendim. Mısır hepimizi en çok bu yönden yordu… Bizdeki pazarlık geleneğini alın; binle çarpın! Hem de her konuda; su alırken bile! Sürekli kazıklanıyorsun hissi ile dolaşmak çok yorucu.
Her ne almak istersen bin türlü fiyat var. Önceden uyarılmış olmamıza rağmen bu kadarını beklemiyorduk. Örneğin Kahire’de ilk şişe suyumuzu özellikle marketten (Carrefour) satın aldık. Ardından evin önündeki büfeden almaya yeltenince göya hazırlıklıydık. Önce fiyat sorduk; market fiyatına bakıp 75 EGP’yi (yani yaklaşık 50 TL) uygun bulup aldık. Mısır’da suyun ucuz olmadığını duymuştuk. Bu arada para üstü verirken dolandırma denemesinden sıyrıldık. Taa Asuan’daki rehberimiz bize 25 EGP’ye su satmaya çalışan marketi azarlayıncaya kadar cahil kaldık. Sonuçta büyük şişe suyu kaça aldık: 15 EGP! Suda bile bu kadar kazıklanınca insanın şakülü şaşıyor. Üstelik sürekli buna enerji ayırmaktan yorulup bir noktada vazgeçiyorsun ve herhangi bir şey almaktan soğuyorsun.
Başka bir örnek; rehberimizin bizi götürdüğü tekstil mağazasında başımıza geldi. Oradan aldığımız elbisenin şalvarın aynısını gemideki dükkanda üçte biri fiyata gördük. Ben şahsen konuya hisse senedi gibi bakıp ucuzundan da aldım ki ortalama fiyat düşsün! Papirüs alışverişinde de aynı durum oldu. Rehberin götürdüğü yerle müze resmi mağazasındaki fiyat arasında ½ veya ⅓ fark vardı. Rehberlerin götürdüğü yerlerden komisyon alması alışıldık bir durum aslında; buna sözüm yok. Sonuçta bir hizmet veriliyor; lojistik var, ikram var, program var. Türkiye’den konuya aşinayız ama bu kadarı çok fazla doğrusu!
Trafik & Yayalık:
Her ne kadar bizim memlekette de trafik kurallarına uyum, nizami araç kullanımı ve yayalara saygı konusunda sıkıntı olsa da Mısır’daki durum bir başka; tam bir kaos! Yollardaki şeritler – ki eğer varsa – tamamen süs niyetine; kimse şeridinde gitmiyor, şeridi iplemiyor dahi. Keza trafik lambaları da öyle; yansa bile kimse aldırış etmiyor rengine. Daimi bir korna kakafonisi özellikle merkezde kafa ütülüyor. Dolayısıyla araç kiralayıp kendim sürerim düşüncesi tamamen fanteziden ibaret. O kadar cengaver hatta gözü kara olsanız bile bence orman kanunuyla yol alındığı kavşaklarda test etmeye değmez.
Yaya olmak ise başka bir kabus! Zira aynı kuralsızlık yayalar için de geçerli. İlk karşıdan karşıya geçme imtihanımız 6 yolun birleştiği ünlü Tahrir Meydanı’nda idi. Rehberimiz bizi yaya geçidi ve ışıkların bulunduğu köşeye götürdüğünde gelen araçların hiç durmadığını görünce önce biraz şaşaladık. Fakat asıl şoku Mira kendini yola atıp kavşağın tam ortasından 3 yolu birden verevine aşan bir rotada karşıya geçerken, bizi de peşinden sürüklerken yaşadık. Yüzümdeki şaşkınlık “merak etmeyin sizi görünce arabalar durur; burada herkes öyle yapıyor henüz kimse ölmedi” dediğinde silinmek yerine büyüdü. Benzer bir tramvayı bizi bırakan araç yolun ters tarafında indirdiğinde de yaşadık. Gelen araçların hızı da önüne atlayabileceğimiz gibi değildi. En sonunda halimize acıyan şoförümüz Mahmud, çözümü inip birimizin kolundan yakaladığı gibi bizi karşıya geçirmekte buldu.
Yani şoförlük de yayalık da Mısır’da, özellikle Kahire’de zor.
Türk Dizileri:
Bizim dizilerin Latin ve Akdeniz ülkelerinde popüler olduğunu duymuşluğum var. Ama Mısır’da ve bu kadarını beklemiyordum! Neredeyse tüm yerel rehberlerimiz; özellikle kadın olanlar Türk dizilerine hayran çıktı. Sırf bu vesileyle jet hızında kaynaştık. Zevkler ve renkler tartışılmaz; kimi Özcan Deniz kimi Kıvanç Tatlıtuğ hayranıydı, benim tanımadığım yeni nesilden sevenler de vardı. Ama diziler her türlü hararetli ve neşeli bir sohbetin bahanesi oldu. İzlemeseniz de şöyle bir gündeme bakıp giderseniz iki lafın belini kırarsınız.
Yavaş Yavaş Hasan Şaş:
İlk iki gün müzeydi piramitlerdi derken pek kimseyle muhattap olmadığımızdan bu deyişe üçüncü gün maruz olduk… Kime Türk olduğumuzu veya Türkiye’den geldiğimizi söylesek herkes “yavaş yavaş Hasan şaş” diyor. Bazen bitirmiyorlar; yavaş yavaş ile bırakıyorlar. Hatta bir keresinde “yavaş yavaş mansur yavaş” da duyduk. Giderek o kadar benimsedik ki adamlar başlar başlamaz lafı tamamlar olduk. Zannediyoruz ki bu 2002 dünya kupası’nda brezilya’ya ilk golü atan Hasan Şaş’a gönderilen ortanın süzüle süzüle gelmesini ifade etmek için kullanılıyor. Meğer Arap camiasında nam salmış ve ismi hasan şaş’a benzeyen (hassan sheish olabilir) bir pornocu varmış. Biz de her yavaş yavaşa evet diye diye konuyu pekiştirmişiz!
Rotamız…
Aslında Cuma gecesi yola çıktık… Aylar öncesinden çok ucuza Hurghada biletleri bulup almıştık. Seyahate yakın program akışımız netleşince de gitmek istediğimiz yerlerin arasındaki kilometreleri havadan aşmanın daha mantıklı olduğuna karar verdik ve ara uçuşlarımızı Mısır Havayolu şirketi Egyptian Airways ile aldık.
İlk durağımız Kahire olunca, iner inmez Hurghada’dan Kahire’ye ilk uçağa bilet aldık. İki uçuş arasındaki birkaç saati terminalde oyalanarak geçireceğimizi düşünmüştük. Fakat iki noktayı bilmiyorduk:
1) Hurghada havalimanındaki uluslararası ve iç hatlar terminalleri farklı ve arasındaki mesafe çok fazla. Biz hem yol 27 dakika gösterdiği için hem de önceden Mısır’daki taksilere dair ayrıldığımızdan hem de bol vaktimiz olduğu için yürüyelim dedik. Meğer gereksiz bir hareketmiş; yol çok karanlık, ıssız, uzun olmakla kalmıyor bir de gece rüzgarı insanı sağlam tokatlıyor.
2) Hurghada iç hatlar terminali fena… Bir kere 24 saat açık değil; en erken uçuş saatinden iki saat önce açıyorlar ki arka tarafta uyuklayan güvenliğin keyfi gelene kadar beklediğiniz salon minnacık; doğru düzgün ne oturacak yer var ne de ortam klimatizasyonu. Üstelik bizim gibi transfer olan yolcular o küçücük yere tıkılınca hem ayakta kaldık hem de havasız. Yani aradaki saatlerin bir kısmı bize çile oldu.
Sonuçta sabah 7’ye doğru Kahire havalimanında idik. Allahtan rehberimiz önceden transferi organize etmişti ve biz de kalacağımız evde erken giriş ayarlamıştık. Kendimizi programa bırakmadan önce dinlenme fırsatımız oldu. Dolayısıyla ilk günümüze biraz gecikmeli başladık ve hem en az yürüme gerektiren hem de Mısır tarihine giriş için mükemmel bir başlangıç olan yeni müzeden başladık.
Kahire durakları:
Gün – Cumartesi:
Grand Egyptian Museum – GEM (Büyük Mısır Müzesi): Hayatımda gittiğim en iyi müzeler sıralamasında bir numaraya oturdu! Gerek modern mimarisi gerek ufak detaylar ve malzemelerle antik Mısır medeniyetine göndermeleri ile hem kompleksin kendisi hem de içindeki koleksiyon çok etkileyici. Eserlerin seçimi, teşhirleri, salonların ve sergi alanlarının düzeni dahil çok iyi düşünülmüş ve izleyicisini zamanda yolculuğa çıkarmayı başarıyor. ÜStelik büyük merdivenlerin tepesinden Giza piramitlerinin manzarası ile karşılaştığınızda başka türlü bir büyünün etkisi altına giriyorsunuz. Bizim hepimizin tüyleri diken diken oldu; benim gözlerim bile doldu!
Müzede Yemek – Zooba: Geleneksel Mısır lezzetlerini modern ve konforlu bir ortamda tatmak için güzel bir yer. Yalnız Mısırlılar da baharat çok seviyor; bilginiz olsun.
Gün – Pazar:
Saint Barbara Kilisesi: Burada Koptik Pazar ayinine ziyaretçi olma fırsatımız oldu. Muhteşem bir deneyimdi! Koptik kelimesinin Büyük İskender’in Mısır’ı fethi sonrası sömürge haline gelen ülkeye Helenlerin verdiği isimden geldiğini burada öğrendik. Yani aslında Helence Mısırlı demekmiş; alfabe ve dilin kendisi antik Mısır hiyerogliflerinden geliyor. Artık gündelik hayatta yaşamayan bu dile ancak böyle bir vesile ile şahit olabildik. Çok da etkileyici idi; üstelik ayini arka tarafta saygılı bir şekilde izlememize de ses çıkarmadıkları gibi birkaç görüntü alma imkanımız bile oldu! Sırf bu deneyim için programımızı değiştirip Pazar günü eski Kahire bölgesine ayırmak çok yerinde bir karar oldu.
Ben Ezra Sinagogu: Hikayesi ve işlemeleri etkileyici çok eski bir sinagog. Görmeye değer ama büyüleyici değil. İçeride fotoğraf çekimi de yasak.
Saints Sergius and Bacchus Kilisesi: Hristiyan alemi için çok mühim bir kilise; Hz.İsa’nın Meryem Ana ile Mısır ziyaretinde buradaki mağarada saklandığı söyleniyor. Kilise altındaki mağara ziyaret edilebiliyor. Ayrıca içerideki Koptik işlemeler ve kütüphane de görmeye değer.
The Hanging Church namı diğer Asılı Kilise: Burası eski surların üzerine yapıldığı ve temeli olmadığı için böyle isimlendirilmiş. Hakikaten de kiliseye çıktığınızda (bir kat yukarıda gibi) yer yer altında surların arasındaki boşlukları görüyorsunuz ve yapı havada asılıymış gibi hissettiriyor. Burada da çok güzel işlemeler ve süslemeler var; manzarası ile birlikte kesinlikle ziyaret edilmeli.
Yemek molası: Mısır’ın en popüler sokak lezzeti Koshari / Koşeri yemeye işin kalbine gittik: Koshary Abou Tarek. Kesinlikle tavsiye ediyorum; değişik bir lezzet ama en az bir kez denemeli. Mercimek, pirinç, makarna ve acılı ekşili sosların birleşiminin böyle keyifli bir lezzet çıkaracağını tahmin etmiyorsunuz.
The Egyptian Museum (Ulusal Mısır Müzesi): Yeni müzeler yapılmadan önce burası ardiye gibi tıklım tıklım imiş. Bence hala biraz fazla dolu ve çok mühim eserler hak ettikleri gibi sergilenmiyor. Yine de koleksiyonu inanılmaz zengin ve önemli; mutlaka gidilmeli. Özellikle Tutankamon hazineleri başlı başına şaheser kategorisinde. Bu arada hatırlatmak gerek; aslında çocuk yaşta tahta çıkan ve genç ölen Tutankamon büyük ihtimalle firavunlar arasında en fakiri idi! Mısır firavunlarının tahta çıkar çıkmaz ölüme hazırlanmaya başladıkları, mezarlarını kazdırıp hüküm sürdükleri süre boyunca yanlarında götürecekleri hazineleri biriktirdiklerini düşünürsek, daha neler neler olmalı! Ama maalesef Mısır kıymetini bilip korumaya başlayana kadar tüm mezarlar soyulmuş, hazineler çalınmış. Ancak Tutankamon’un mezarı gizli kaldığı, çok geç bulunduğu için bu zenginliğe şahit olabiliyoruz.
Kahve & Tatlı – La poire Cafe: Müzenin karşısında lezzetli atıştırmalıkları da bulunan modern kafede ben salep içtim ve Mısırlı tarzın kattığı nüanslar çok hoşuma gitti; tavsiye ederim.
Gün – Pazartesi:
Sakkara Nekropolü: Burası Mısır’da en eski piramitlerin olduğu bir bölge. Hem Giza’daki dünya harikaları yapılmadan önceki denemelerden en ünlüsü Basamaklı Piramit burada. Hem de tapınağıyla birlikte kocaman bir mezar kompleksini kapsayan bir açık hava müzesi. Rehberimiz içine girebileceğimiz ideal piramitin buradaki Unas Piramidi olduğunu söyledi. Giza piramitlerinin içindeki mezar odası ziyaretinin uzun, klostrofobik, kalabalık ve de içinde görülecek hiçbir şey olmamasına rağmen çok pahalı olduğunu öğrendik. Nispeten kısa ve zorlu olmayan bir tünelden Unas Piramidi mezar odasına girdik; ve gerçekten başka bir dünyaya gitmiş gibi olduk! Duvarlardaki hiyeroglifler, tavanlardaki yıldızlar, mezar odasının mimari yapısı ve dokunabildiğimiz duvarların hissi bambaşkaydı. Komplekste hem bu ziyareti (dikkat edin öğlen 12.30’a kadar girilebiliyor mezara) hem de muhteşem duvar resimleri ve hikayeleri ile Idut, Unas-Ank ve Inefert mezar kompleksini ziyaretini şiddetle tavsiye ederim.
Papirüs Atölyesi & Mağazası: Sakkara dönüşü rehberimiz bizi çok büyük bir papirüs atölyesine götürdü. Burada hem yapılışını gördük hem de çeşit ve desenlerin en zengin olduğu yerden alışveriş yaptık. Ama sonradan benzerlerinin müze dükkanlarında çok daha uygun fiyata satıldığına şahit olduk. Kağıdın ve üzerlerindeki desenlerin uzmanı iseniz burası doğru adres olabilir ama bizim gibi turistik bir ziyarette anı olsun diye alacaksanız paranızı burada çarçur etmeyin derim. İlla alacaksanız da mutlaka pazarlık edin; bu ölümüne pazarlık konusunu ayrıca yazıyorum.
Giza Piramitleri: Giza Nekropolü dünya harikası dev Keops Piramidi ve oğluna ait Kafre Piramidi ile torununa ait Mikerinos Piramidi gölgesinde aile mezarları niteliğinde minik piramitleri ve Büyük Giza Sfenksini kapsıyor. Çok geniş alana yayılan bu açık hava müzesine dev piramidin büyüleyici manzarasıyla başlıyoruz. Gerçekten her açıdan başka bir güzellikte bu zamanlar ötesi yapıya hayran kalmamak mümkün değil. Zaman dar olunca alandaki gezimizin bir kısmını araçla yapıyoruz. Ama panoramik manzaralı bir bölgede yer alan deve alaylarını atlamıyoruz; her turistin farzı şu deveye binme işine girişeceksek bari bunu piramitler manzarasında yapalım diyoruz. Hakikaten de çok eğlenceli, hatta biraz ürkütücü bir deneyim…O kocaman hayvanın üstüne binmek kolay da kalkarken, salınırken ve inişte üstünde kalmak biraz meşakkatli. Turumuzu Senksin arkasında kumların üzerinde gün batarken efsane renklerde bir tablonun parçası olma gururuyla tamamlıyoruz.
Esans Atölyesi & Mağazası: Sonradan bu işin merkezinin Asuan olduğunu öğrendiğimiz, yine rehber kontrolünde (ve elbette komisyonuyla) ziyaret ettiğimiz bir dükkan. Ben yine de seçtiğim 2 esanstan aldım; pazarlık ederek tabi.
Tekstil Mağazası: Rehberimiz bizi sonradan aynı malları üçte biri ila dörtte biri fiyattan başka yerlerde gördüğümüz ama en zengin koleksiyon, konforlu deneme kabinleri ve rahat bir alışveriş deneyimi açısından tatminkar bir yere götürdü. Daha sonra kazıklanmış olma hissini yaşamak istemiyorsanız atlayın derim. Ama her gittiğiniz yerde elli kollu müdahalelerden, ölümüne pazarlık yapmaktan kaçınmak için parayı verir keyfime bakarım derseniz yine de kalite / fiyat performansı bize göre iyi olan çok şey var. Lokasyonunu bilmediğimden yazamıyorum; rehberlere teslim olduğunuz yerlerden.
Merkezde Yemek: Bu kez Mısırlı arkadaşımız ile buluşmak için şehrin en hareketli (bizim Taksim gibi) bölgesinde nispeten sakin bir yerde yemek yedik. Özelliği olmadığı için yazmıyorum.
Gün – Salı:
The National Museum of Egyptian Civilization – NMEC (Mısır Ulusal Medeniyet Müzesi): Binası da koleksiyonu da sergileme şekli de çok etkileyici. Herkesin favorisi alt kattaki 20 mumyaya ayrılmış özel sergi ama ben ana sergi salonunu daha çok sevdim çünkü mazinin gerçek yaşantı izleri burada. Antik kozmetik ürünlerinde tıp aletlerine, mumyalama çadırının muhteşem işçiliğinden efsanevi araba süslemelerine kadar her eserin önünde hayet ya da hayranlıkla izleten bir seçki. Kesinlikle atlanmamalı; zaten 20 mumyanın bu müzeye getirilmesi de sergilerin kendisi kadar ihtişamlı bir törenle olmuş.
Kahire Kalesi dışardan bakış: İslam devletleri hakimiyeti ve Osmanlı dönemi eserlerin ağırlıklı olduğu bu bölgeyi detaylı gezmeye vaktimiz kalmadı. O yüzden sadece uzaktan izleyebildik. Bizim seyahat planımızın önceliği antik Mısır medeniyeti olduğundan başka noktalara ağırlık vermiş olduk. Ama bu dönemin en güzel örnekleri buradaymış; vakit olursa gidin derim.
Ölüler şehrine dışardan bakış: Kahire Kalesinden Khan el-Khalili çarşısına giderken yol üzerindeki devasa bölgenin Ölüler Şehri dendiğini yanından geçerken öğrendik. Polisin bile girmeye çekindiği, konunsuzluk ve suçun kol gezdiği bu yer üzerinde binlerce insanın yaşadığı dev bir mezarlıkmış aslında. İstila edilen yapılar ve mezarlarda sağlıksız koşullarda yaşayan bu insanlar ülkenin tatsız yanlarından birini insanın yüzüne vuruyor sanki. İçine girmeyi bırakın, yol kenarında bile durmamızdan endişe eden rehberimiz bize ancak araçtan görüntü almamızı tavsiye etti.
Khan el-Khalili Çarşısı: Çarşı bölgesine nispeten uzak bir kapıdan girip etramızdaki muhtelem medrese ve külliyelerinin tadını çıkararak içine daldık. İyi ki de öyle yapmışız; gerçekten gündelik hayatın bir parçası ile iç içe geçmişin ihtişamlı yapılarına dokunmak, zarif heybetlerinden pek bir şey kaybetmemiş bu tarihi dokuda dolaşmak nefisti. Çarşının içlerine girdikçe bizim Kapalıçarşı ile Tahtakale arası bir hisle tezgahlardaki cümbüşün renklerini, kokularını içimize çektik. Ama o sınır bilmez satıcılar ve pazarlık kabusu da peşimizdeydi.
Havalimanı transferi: Zaman kaybetmemek için çantaları sabahtan arabaya koymuştuk; çarşıdan direkt havalimanına geçtik.
Asuan durakları:
Asuan’a varışımız uçuşumuzun da rötar yapmasıyla iyice geç saatte oldu. Havalimanından booking rezervasyonlu evimize yine önceden ayarlanmış transfer ile geçtik. Burada sadece birkaç saat kalmamız yazık oldu; zira kocaman terası olan çok temiz ve konforlu bir evdi. Ama görmek istediğimiz yer çok, yolumuz uzun olunca güne sabah 4’te başlamayı kabul etmiştik.
Gün – Çarşamba:
Çölde Gün doğumu molası: Daha karanlıkta Asuan’dan özel araç (minibüs) ile yola çıkınca gündoğumu çölün ortasında bir yere denk geldi. Tecrübeli şöförlerimiz de tam saatinde mola vererek bu büyülü anı solumamıza fırsat verdi.
Tekneye yerleşme: Toplam üç gece kalacağımız ve Asuan’dan Luxor’a Nil üzerinde konforlu yolculuğumuz için odalarımıza yerleştik. Yolculuk gece başlayacağı için bu bize biraz Asuan’ı görme fırsatı verdi.
Fila Tapınağı: Aslında Roma hakimiyeti altında yapılan ama antik Mısır geleneğini takip eden bir tapınak burası. Hem nispeten daha yakın zamanda yapıldığı hem de Nil üzerinde adada yer aldığı için daha çok korunmuş. Asuan kıyısından tekneyle geçmek de başlı başına keyifli bir deneyim ayrıca. Asuan’daki rehberimiz gezi boyunca en sevdiğimiz oldu… Nereem bizi hem güldürdü hem bilgilendirdi; üstelik ufaktan hiyeroglif karakterleri okumaya başlamamıza vesile oldu.
Büyük Baraj Gölü: Bu dünyanın en uzun nehri üzerinde yapılmış en büyük barajlardan biri (şu anda en büyük ikinci baraj gölüymüş) olduğundan tüm turların ziyaret ettiği bir nokta. Antik değil modern tarihin bir parçası olduğu için kısa bir panoramik mola için ideal.
Nübye Köyü Ziyareti: Mısır’da olup da başka bir ülkedeymiş gibi hissetmenize sebep olacak, gerçek bir Afrika deneyimi yaşatacak eğlenceli bir Nil kıyısı köyü. Burada yerel halk tamamen turistik amaçlı bir ziyaret için misafir evleri, timsahlı develi şovlar, çay ve hibiskus ikramları ile duvarları rengarenk yapıların arasında otantik eşyalar, el işleri ve bilimum hediyelik satıyorlar. Biz alışverişten bezdiğimiz için gittiğimiz tatlı misafir evinde çay içip bahşiş bıraktık sadece. Asuan’da gezilecek yerleri bitirip gün sonunda gitmek mantıklı; hem renk ve desen cümbüşünü hem de ışıklı tezgahları görebilirsiniz böylece.
Teknede yemek ve yol: Rehberimiz Mira’yı alkışladığımız konulardan biri tekne seçimi oldu. Gerçekten konforlu olduğu kadar şık bir gemide 3 gün boyunca harika vakit geçirdik. Hem buraya gelene kadar yaşadığımız koşuşturmadan sonra Nil boyunca manzara eşliğinde yayarak seyahat enfesti. Yemekler şahaneydi, personel güler yüzlü olduğu kadar zarif ve yeterince mesafeliydi ki bunun Mısır’da kaldığımız kısa sürede bile ihtiyacını hissetmiştik. Üstelik gemideki iki dükkan hem fiyatlarıyla (rehberlere komisyon vermedikleri için uygun olduğunu söylediler)
Gün – Perşembe:
Kom-Ombo Tapınağı: Yine Ptolemaios dönemde yapılan bu tapınağın kuzey ve güney Mısır’ın birleştiği noktada her iki bölgenin de tanrılarını bir araya getirmek gibi bir misyonu varmış. Bu nedenle ikiz tapınak modelinde; yani yan yana iki giriş, iki koidordan iki kutsal odaya uzanan bir ikileme var. Bir taraf Horus diğer taraf timsah şekilli yerel tanrıya itaf edilmiş. Bununla da kalmamışlar; tapınak duvarlarında tanrılar birbirleriyle eş değiştirmiş olarak nakşedilmiş… Bir nevi swinger tapınak! Duvarlarındaki kabartmalardan başka öğrendiklerimiz de tanrı rolünde halka seslenen firavunların kullandığı, özel akustiği olan gizli oda ve Mısır festival tarihlerini gösteren bir kabartma ile onun sayesinde hiyeroglif yazıdaki rakamlar. Yan taraftaki minik müzedeki mumyalanmış timsahlar kadar ilgi çekici ufak idoller ve kabartmalar da var. Yerel rehberimizin de katkısıyla çok keyifli bir ziyaret oldu.
Edfu – Horus Tapınağı: Burası da Nil turlarınn çoğunda yer alan klasik bir durak. Ayrıca Edfu bölgedeki büyük yerleşimlerden biri. Bizi yerel rehberimiz teknenin yanaştığı limandan at arabasıyla tapınağa götürdü. Yoldaki manzaralar maalesef pek sevimli değildi; daha kapalı kadınlar, daha kaotik sokaklar. Tercih şansım olsaydı tuk tuk motorları seçerdim. Ama tapınak hakikaten etkileyici. Bir kere yıllar boyunca kum altında kaldığı için geç keşfedilmiş; dolayısıyla en korunmuş tapınaklardan. Üstelik çok büyük ve heybetli. Özellikle tamamen ayaktaki ön holü ve arka surların arasındaki koridorlar nefis.
Gemide Luxor’a seyahat: Yine konforlu gemimizde olmaktan çok mutu yola devam etikk.. Çay, kokteyl ve yemekle Nil’de seyrederken hem karınlarımızı hem ruhlarımızı doyurduk.
Gün – Cuma:
Luxor Krallar Vadisi: Piramitlerden çok sonra, ama yine de çok çok eskilerde, firavunların tahta geçer geçmez çöldeki dağların altına kazmaya başladıkları mezar sarayları işte burada; Luxor’un batı yakasında. O zamanlar Nil’in doğusu yaşam, batısı ölüm için meskenmiş. Pek çok yer gibi yıllardır kitaplardan okudum bu vadiyi gezmeyi merakla bekliyordum. Hem kalabalığı atlatmak hem de Aralık ayı bile olsa çöl sıcağından biraz olsun kurtarmak için sabah erkenden vadiye yol aldık. Vadi girişinde biletlerimizi aldık. Biletler diyorum çünkü birden fazla bilet almanız, bunun için de ya rehberinizin sizi yönlendirmesi ya da önceden araştırıp çalışmanız lazım. Zira vadide çok fazla mezar var; ana giriş bileti bunlardan sadece üçünü gezmenize izin veriyor ve de bazı mezarlar özel bilete tabi. Biz her ikisini birden yaptık… Yani hem önden okuyup ekstra bilete tabi SETI I (en pahalısı bu ve de hak ediyor en güzeli de bu), RAMSES V & VI mezarlarına girmeyi istedğimizi söyledik. Hem de rehberimizin tavsiyesine uyup genel bilete dahil 3 mezarı RAMSES I, MERENPTAH (meşhur Ramses II’nin oğlu) ve RAMSES IX olarak seçtik. Seçimlerimizden de çok memnun kaldık; hem birbirlerine yakın hem de çeşit ve zenginlik açısından en güzellerini görmüş olduk. En ünlü firavun Ramses II’yi isterdim ama restorasyon için kapalıydı. Sonuçta başta SETI I olmak üzere, her birinden ayrı ayrı büyülendik! Hükmettikleri süreye ve güçlerine bağlı çeşit çeşit duvar süsleri, hiyeroglifler, resimlerle rengarenk ve altın bezeli bambaşka bir yeraltı dünyası burası. Etkileyicilik sıralaması yapsam piramitlerle yarışır; öylesine muhteşem. Giza piramitleri hem mimari şimdiye hepsi kalmasa da hem bezeme açısından çok zengin ve çok çok daha eski; bu yüzden yine de birinci olurlar. Ama burası benim Mısır listemde ikinci sırada. Mutlaka görün ve en az 1-2 saat ayırın; önceden gireceğiniz mezarları seçin ve Aralık ayında bile askılı ile dolaştığımızı düşünerek sıcağa hazırlıklı olun derim.
Hatshepsut Tapınağı: Gördüğümüz tapınaklar içinde ne yapısal ne de bezeme açısından en etkileyicisi diyemem ama tarihi, yapılış şekli ve mimarlık / sanat tarihi açısından önemi burayı Mısır listesinde vazgeçilmez kılıyor. Bir kere tapınağı antik Mısır’ın tek kadın firavunu Hatshepsut yaptırmış. Bu özelliği yüzünden de hem kendisi hem yapıları çok çekmiş. Biraz inceleme fırsatınız olursa bu kadın firavunun Mısır tarihindeki önemi ve yarattığı etkiyi çok net görebilirsiniz. Ama ondan sonra gelen firavun Tutmosis III hem üvey annesi hem teyzesi hem de kayınvalidesi olan (evet biraz karışık ama özetle erkek varis veremeyince kardeşiyle evlenen kocasından doğan oğlanı kendi kızıyla evlendiriyor) Hatshepsut’a öylesine öfkeleniyor ki onu tarihten silmeye çalışıyor. Bir miktar haklı da olabilir; sanırım kadın oğlanı genç yaşta savaşa göndererek öldürmeyi denemiş. Ama olmamış ve zaferle dönen Tutmosis III tahta geçince Hatshepsut’u ortadan kaldırmış. Bununla da kalmamış, gördüğü her yerde kadının resimlerini, kabartmalarını, kartuşlarını (firavun isimlerinin yazdığı mühürler) hatta bazen eserlerini yok etmeye çalışmış. Fakat talih ondan yana değilmiş sanki; o nefretini kustukça kadın firavun daha da ünlü olmuş. Bu tapınağın bir başka önemi de dağın içine dağdan oyularak yapılması ile kolonat sistemi. Mısır’ı ziyaret eden Helenler buradaki stilden esinlenerek dorik kolon dediğimiz şekli geliştirip mimarlık tarihinde dev bir iz yaratmışlar.
Memnon Heykelleri: Aslında burada daha önceleri yer alan tapınağın girişindeki dev heykellere sonradan gelen Romalı komutanlarca bu isim verilmiş. Geldiklerinde deprem ve taşkınlardan zarar gören yekpare taştan heykellerin içindeki çatlaklardan rüzgar acayip sesler çıkarıyormuş. Kral Memnon’a ithaf ettikleri hikayelereden ismi böyle kalmış. Ama sağolsunlar güzelce restore etmişler. Tapınak ayakta olmadığı için kısa bir mola ile ziyaret edilebilir. Zaten Krallar Vadisinden Karnak Tapınağı yolu üzerinde.
Karnak Tapınağı: Burası beni Giza Piramitleri ve Krallar Vadisi’nden de çok etkiledi aslında. Hatta Mısır sıralamasında en üste koymayı uzun uzun düşündüm ama sonunda objektif olmaya karar verip üçüncülüğe yerleştirdim. Çünkü yarattığı etki ne Giza gibi mimari, ölçek, gizem içeriyor ne de Vadi gibi zerafetli bir zenginlik. Beni büyüleyen, sütunların arasında dolaşırken tüylerimi diken diken eden, hatta gözlerimi dolduran, nefesimi kesen buradaki hikaye. Binlerce yılda yapılan, binlerce yıl tapınılan, binlerce insanın kalplerinde yatan tüm duyguları ve dualarını nakşettiği bu devasa tapınak kompleksi bu yüzden yüreğimin derinliklerini titretti. Tarihini, mimari ve gözle görülebilecek tüm özelliklerini pek çok yerden öğrenebilirsiniz. Ama o salonlarda yürümenin hissini ancak tüm duyularınızla aynı anda mekanı kucakladığınızda hissedebilirsiniz. Geçerken Hatshepsut’un dikili taşına selam vermeden geçmeyin… Tutmosis III onu da yok etmeyi deneyip gömerek sakladığından, zamanın içinden ilk günkü gibi sapasağlam çıkmış; tapınağa tepeden bakıyor.
Luxor Tapınağı: Karnak’a uzun ve iki yanında binlerce sfenks ile döşeli Sfenks Bulvarı isimli antik bir yolla bağlı bu dev tapınak da çok etkileyici. Beni en çok yaşadığı dönemlerin izleri katman katman görebilmek etkiledi. Hatshepsut tarafından yapılan kadın zerafetinde kolonlardan Ramses II’nin devasa heykellerine, kutsal odanın etrafındaki kabartmalardan güneşin yaptığı ışık ve gölge oyunlarına kadar en az bir saatlik bir turu hak ediyor. Nil taşkını nedeniyle uzun süre çamur altında kalan tapınağın içinde, avlunun tam orta yerinde bu yüzden zemini bu seviyeden başlayan bir de cami var.
Gemide geceleme
Gün – Cumartesi:
Luxor Balon Turu: Bizi sabah 4.30’da tekneden alıp önce motorla Nil üzerinden sonra minibüslerle batı yakasında, Memnon Heykelleri’nin arkasındaki düzlüğe taşıdılar. Orada uçuş izni verilir verilmez kalabalık bir telaşla balonlar şişirildi. Her biri azami 4 kişilik 8 gözlü büyük sepetimize toplam 30 kadar kişi toplaştık ve gün ağarırken havalandık. Çok uzaklara gitmesek de Nil nehrini, Krallar Vadisi ve Hatshepsut Tapınağı’nın yer aldığı kahverengi çölün yemyeşil tarlalar, bahçeler ile sınırını, kutu kutu pense evleri, kimi yıkıntı kimi ayakta tapınakların kuşbakışı izlerini ve balonların rengarenk, ışıl ışıl bezediği gün doğumunu izlemek muhteşemdi. 2000 metreye kadar çıkıp alçaklardan süzülerek yolculuğumuzu yan düzlükte tamamladık. Aynı yoldan tekneye dönerken zıp zıp çocuklar gibi şendik.
Hurghada transferi: Tüm transferlerimiz gibi bunuda Mısır’a gitmeden tavsiye üzerine anlaştığımız rehberimiz önceden organize etti. Kendimiz uğraşmak zorunda olmadığımız için minnettar bir şekilde eşyaları yükleyip geniş minibüste yayıldık. Yaklaşık 4.5 saatlik yol boyunca uyuma imkanımız oldu.
Otele yerleşme: Booking üzerinden seçtiğimiz otelden çok memnun kaldık. Yeni yapılmış gibi gözüken binada her yer tertemiz ve konforlu, çalışanlar hem güleryüzlü hem de bu ülkede gördüğümüz en kibar, en yol yordam bilen, belli ki turist görmüş, alışmış insanlardı. Bu otelin kendi plajı yoktu ama 150 EGP (yaklaşık 100 TL / kişi) ücretle girilen bir plaj tam karşısındaydı. Üstelik çok da ekonomik; şiddetle tavsiye ediyorum: TK Royal Spa & Hotel
Plaj Sefası: Otelden havlu alıp şıpıdık terliklerle karşıdan karşıya geçtik ve az bir miktar yürüdük. Antalya kıvamında saz şemsiyeleri ve tahta şezlongları ile tatlı minik bir plaja vardık. Önce temkinli adımlarla suyun sıcaklığına baktık; girilebilir olduğuna karar verip kendimizi maviliğe bıraktık. Aralık ayında denize girmek ve Kızıldeniz’in tadına bakmak şahaneydi. Üstüne birer Mısır birası ve patates kızartması enfes oldu.
Otelde yemek ve dinlenme: Çılgın tempolu gezimizden sonra son gecemizde otelde yemeğe karar verdik. Terastaki Hurghada manzaralı İtalyan lokantasının tadını çıkardık. hacı baba resimli etiketi ile şaşırtan yerel bir şişe beyaz şarap da cilası oldu.
Havalimanı transferi & eve dönüş: Otelimiz havalimanına yakın; transfer sorunsuzdu. Tahmin ettiğimiz, bize anlatılan ve kısmen öğrendiğimiz gibi havalimanı geçişi tempoluydu. En az 5-6 kez pasaportlarımıza bakıldı, 3-4 kez bacaklar kaldırıldı. Duty Free dükkanlarında bol alkol olması ve hatta Türkiye girişinden ucuz olması bizi şaşırttı. Kasadaki görevlinin burada bile rafta yazan fiyatlara 3-5 Dolar eklemeye çalışması maalesef şaşırtmadı. Ucuza aldığımız Antalya aktarmalı uçuşumuz rötarsız kalktı. Transfer çıkışı nedeniyle Türkiye girişinde Duty Free tarafına uğrama imkanı olmuyor; bilginize. Ayrıca bizi iç hatlar bagaj alımında bir saat beklettikten sonra valizlerimizin dış hatlar tarafında olduğunu öğrenmemiz, havalimanda oradan oraya koşuşturmamız, Pegasus ve gümrük elemanlarının basiretsizliği sonuçta zamanından inen uçuşa rağmen limandan çıkışımızı çok uzattı. Yine de masal gibi bir yolculuk da olsa eve dönmek güzeldi.
Bütçe & Fiyatlar…
Gezi için yaptığımız harcamaları şöyle kategorize edebilirim:
Ulaşım / uçuşlar:
9 ay önceden alınmış kampanyalı Pegasus uçak biletleri ( İST – HURG direkt uçuş, dönüş Antalya üzerinden aktarmalı) yaklaşık 200 USD
Hurghada – Kahire ve Kahire – Asuan arası Egypt Airways uçuşları 170 USD
Toplam kişi başı 370 USD
Konaklama:
Kahire Airbnb – merkezi konuma yeterince temiz (bina pis ama bunu göze almıştık) büyük ve manzaralı bir daire 200 USD
Asuan’da tek gece temiz daire 50 USD
Hurghada’da tek gece temiz yepyeni otel (2 kişilik 2 apart oda) 90 USD
4 Kişi için toplam 340 $ – Kişi başı 85 USD eder
Rehberlik Hizmetleri:
Kahire için 4 kişilik özel rehber ve tüm lojistik masraflar (havalimanı transferleri dahil):
Günlük bedel 4 kişi için 250 USD yani kişi başı yaklaşık 62.5 USD
Müze ve Ören Yeri Giriş Ücretleri:
GEM 25 usd/ kişi,
11 usd national müze,
17.5 usd piramitler sakkara,
12.5 usd giza piramitler
10 usd civilization müzesi =
Kahire ara toplam 76 $
Abu Simbel 15 usd giriş
Asuan Fila giriş 550 ep = 11 usd
Asuan Barajı giriş 62.5 ep = 1.25 usd
Asuan Nübye çay 200 ep = 4 usd
Kom-Ombo giriş 500 ep = 10 usd
Edfu giriş giriş 550 ep = 11 usd
Krallar vadisi: genel giriş (3 mezar) 750 ep, Seti I 2000 ep, Ramses V&VI 220 ep = 2970 ep toplam = 59.4 usd
Hatshepsut Tapınağı 450 ep = 9 usd
Karnak Tapınağı 12.5 usd
Luxor Tapınağı 500 ep = 10 usd
Kişi başı toplam 218,5 USD
+ araç transferleri (bazı ören yerlerinde giriş ile gezilecek yer arasında mesafe servislerle alınıyor ki bunlar ayrıca ücretli) + bahşişler
Bu ekstarların hepsi ve aldığımız sular, kahveler yaklaşık kişi başı 50 USD tuttu
Nil’de Gemi & Yerel Rehberlik:
Nil Nehri üzerinde tam pansiyon (3 öğün açık büfe ile lezzetli bir yemek menüsü vardı) konforlu bir gemide 2 kişilik odalarda, 4 kişi, 3 gün ve gece
Abu Simbel transferi (yaklaşık 3 saat x gidiş geliş)
Abu Simbel, Asuan, Kom-Ombo, Edfu ve Luxor’da yerel rehberlik hizmetleri
Luxor’da Hurghada’ya transfer (yaklaşık 4.5 saat)
Asuan’da ve Hurghada’da havalimanı – otel transferleri (toplam 2 kez)
Luxor’da gün doğumunda balon turu
4 Kişi Toplam 4900 USD – Kişi başı 1225 USD eder
Hazırlık Şart…
Mısır’a turla gitmememize rağmen şanslıydık…Birimiz arkeoloji, birmiz tarih, birimiz de sanat ve mitoloji okuyan üç meraklı tip ile bizi dinlemeye hevesli bir dördüncü ile önceden çalışıp gittik. Zaten konunun büyük bir kısmında kendi dallarımızda donanımlıydık; üstüne gitmeden ayrıca mesai harcadık. Nerelere gideceğimizi, neleri atlamadan dönmeyeceğimizi biraz biliyorduk. Buna rağmen tavsiyelere uyup gezimizin hepsini organize edecek ve rotamızda bize eşlik edecek bir rehber tuttuk.
Size de aynısını tavsiye ederim… Gerek planlama, lojistik, transferler; gerek mihmandarlık ve bilgilendirme; gerek Mısır’ın tatsız ve yorucu tarafına minimum maruz kalmak açısından değer. Üstelik gruba özel rehberlik de çok pahalı değil. Sadece götürüldüğünüz yerlerde alışveriş yaparken dikkatli olun derim. Turla gitmeyi de tercih edebilirsiniz tabi. Ama bizim görmek istediğimiz yer bol, detaylı incelemek için zaman ayırmak istediğimiz yerler özetle önceliklerimiz farklıydı. Bunlara karşılık gelecek turlar ise çok pahalı!
Asıl şansımız Mısır’da yaşayan bir dostum olmasıydı tabi. 2019 Yılında organizasyonunda yer alarak TEDxReset konuşması vesilesiyle tanıştığım Lydia Bassaly ABD’den ailesinin yanına Kahire’ye geri göçmüştü. Ve kendisi dokuz aylık hamile haliyle seyahatimizden önce bize yol göstermekle kalmadı; güzeller güzeli rehberimiz Mira’yı bizimle tanıştırdı. Yeni doğan bebeğini eşine emanet edip bir gece bize eşlik de etti. O koca altın kalbini ve sıcacık gülümsemesini benimle olduğu kadar yoldaşlarımla da paylaşarak yorgunluğumuzu hafifletti.
Nihayetinde biz; dört kadın olarak bağımsız bir geziyi biraz emek, biraz şans ve herşeye güzel tarafından bakmaya çalışarak hem çok keyifle hem de ekonomik bir bütçeyle kotardık. En büyük şansımız ise uyumlu ve neşeli bir ekip olmamızdı. Yoksa sabah 4’lerde yola düşmeler, günlük ortalama 20 bin adımla ve sürekli kazıklanma endişesiyle bile gece karşımıza çıkan UFO danslı zenneye kahkahalarla gülmek kolay iş değil!
Mısır Yorulması…
Gezerken yoldaşlarım ve uzun sohbet imkanı bulduğumuz birkaç Mısırlı dostla aralıklı olarak ama tekrar tekrar bu ahlaki,kültürel ve ekonomik yozlaşmanın sebeplerini konuştuk. Bunların arasında çok haşin ve uzun bir din baskısı ve Arap etkisi altında kalmaları, eski medeniyette bile bağımsızlık dürtüsünün eksikliği, antik çağlardan itibaren sömürge olarak farklı güçlerce ezilmeleri gibi tarihsel başlıklar ön plandaydı. Dillerini kaybetmiş olmaları ise neon harflerle en baştaydı.
Ülkenin şimdiki haline üzülürken kendi karanlıklarını kendilerinin yarattıkları ihtimalini düşünürken buldum kendimi. Mısır’ı ziyaret eden başkalarından da benzer şeyler duymuştum ama bu kadarını konduramamıştım. Hele yıllardır hayranlıkla anlı şanlı dönemlerini, tarihini, mitolojisini okurken.
Kendilerini kötücül bir kısır döngüye hapsetmişler sanki. Bu kadar çok insana bunca tilkilik, tekinsizlik, dolandırma, kazıklama, kandırma vb bizim şahsen tanıklık etmediğimiz ama duyduğumuz hikayelerden çokça ah biriktirmemiş olmaları imkansız gözüktü.
Dünyanın 7 antik harikasından tek ayakta kalana, dolayısıyla eşsiz ve sürekli bir turizm kaynağına sahip bu memlekete gelen insanlara kötü niyetle yaklaşarak yarattıkları karma / enerji / beddua; artıka adına her ne diyorsanız… Bu yozlaşmış, kaotik, yoksul ve yolsuz düzenin çıkmazı burası bence. Ahlaki / etik yozlaşma herşeyin onunla birlikte çökmesine sebep oluyor. Haşmetli ve kadim bir medeniyetten sömürülmüş ve yoksullaşmış bir moloz kalıyor geriye.
Bu anlamda Mısır’dayken hem sık sık ve çokça Atatürk’ü andık; minnetle, iyi ki diyerek. Hem de kendi memleketimizin geleceği için endişelendik. Şimdilik bu kadarını söylemek yeterli.
Nihayetinde Mısır, kalbi ile zihni arasında sıkışmış bir ülke gibi. Zengin, bilge, heybetli, kadim bir medeniyetin büyülü izini sürüyorsunuz bu çöl diyarında. Kumu, tozu, koyu bir çamur tabakasını eşeleyip bakınca alttan parıl parıl parlayan geçmişi, kimi zaman yüzeye yakın kimi yerde fersah fersah gömülü. Ama bugün acıklı bir sis var üzerinde bu toprakların. Binlerce yıl parlamış bir yıldızın kara deliğe dönüşmesi gibi; şimdi aydınlığı içine çeken bir gölge sanki.
Sokakları, şehri, insanları dahi karanlık bir kaos hissi uyandırıyor. Yakından bakabildiğimiz bazı hikayeler kalbimize nakış gibi işlenip umut veriyor. Ama koca bir uğultu içinde sesleri cılız bir fısıltı gibi yankılanıyor. Aynı anda hem tüyleri diken diken eden bir sihiri hem de korkutucu bir zehri var sanki. Belki de hep böyleydi de bizim yüzyıllar öteden izlediğimiz sadece beyaz büyücülerin hikayesi.